Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Eric Owen Moss ve SCI-Arc




SCI-Arc sınıflarından bir görüntü
Misyonunu; sınırları yeniden şekillendirmek, kendini işine, düşünmeye ve yenilikler yaratmaya adamış mimarlar yetiştirmek olarak tanımlayan SCI-Arc (Southern California Institute of Architecture), özellikle deneysel mimari konusunda öğrencilerinin ufkunu genişletmekle ünlü olan bir okul. Uluslararası topluluklar ile iş birliğinde olan SCI-Arc disiplinlerarası eğitim anlayışı, karma ve esnek programlarıyla, yeni teknolojilerin deneysel yollarla kullanıldığı, öğrencilerini küresel değişimin beklenen ve beklenmedik etkilerine hazırlıyor. Mimariye getirdiği çağdaş yaklaşımla dünyanın önde gelen mimarlık fakültelerinden biri olan SCI-Arc'ta bir çok ünlü teorist, eleştirmen, tarihçi ve mimarın yanısıra; Raymond Abraham, Lise-Anne Couture, Bill MacDonald, Sulan Kolatan, Brendan MacFarlane, Monica Ponce de Leon, Michael Maltzan, Odile Decq, Neil Leach, Norman Klein ve Andrew Zago gibi isimler de ziyaretçi öğretmen olarak ders veriyorlar. "SCI-Arc’ı; fakülteyi, öğrencilerin ve okulla ilgisi olan herkesin; yapabileceklerinin farkında olacakları, yapılan diğer işlere kıyasla kendi yaptığı özel işlerin değerlerini anlayabilecekleri ve bunun tadını çıkarabilecekleri bir yer olarak yenilemeye çalıştım" diyen Eric Owen Moss ise 2002 yılından beri SCI-Arc'ın yöneticisi olarak görev yapıyor. Eylemin Belirsizliği (The Uncertainty of Doing) kitabının yazarı Paola Giaconia'nın kitabına önsöz oluşturan; Eric Owen Moss ile SCI-Arc, Los Angeles ve mimari üzerine yapılmış röportajı yayınlıyoruz: İlk sorum SCI-Arc hakkında.SCI- Arc Los Angeles'a neler kazandırdı? Bu karışık bir hikaye, ayrıntılara girmeyelim. Ama ana hatlarıyla baktığınızda aslında çok da basit bir hikaye. SCI-Arc bence hala geleneksizliğin geleneğine inanıyor. 4 yıl önce, SCI-Arc bu binayı satın almak niyetiyle şehir merkezine taşındı. Ancak arsa değer kazandı, çünkü SCI-Arc sayesinde civarda yüzlerce kişi yaşamaya başladı, onların konut, barınma gibi ihtiyaçları oldu. SCI-Arc'ın rolü Ray Kappe ve Micheal Rotondi yönetimlerinde değişti. Buradan bir çok ünlü insan geçti. Thom Mayne, Steven Holl, Peter Cook, Wolf Prix şimdi aklıma gelenler. Bu genç ya da yaşlı karaketerler okula geldiler, sergiler düzenlediler, kitaplar yazdılar, konferanslar verdiler, öğretmenlik yaptılar. SCI- Arc’ın çok özel bir yer olması biraz da bu insanlar sayesinde. Ama burayı sadece bir okul olarak değerlendirmemiz doğru olmaz, burası Los Angeles kent planlaması üzerinde büyük etkiye sahip bir yer. SCI- Arc her zaman enerji ve yaratıcılık konusunda mimarlık dünyasını besleyen bir okul oldu. Şimdi ise bir kent katalizörü konumunda, şehrin sınırları içinde ve hatta dışında olan olayları yönlendiren, Los Angeles kentinin silüetini değiştiren bir kurum. Siz ise bu okulda önce öğretmen sonra da yönetici oldunuz. Biraz bundan bahsedelim... Okul müdürlüğüne ilk atandığımda yaptığım ilk iş okulu pedagojik olarak ayrıştırmak oldu çünkü SCI-Arc'ın bir anlamda yaptıklarının şiirsel, mimari, kavramsal yönlerde kendini aşan şeyler olduğunu düşünüyorum. Yani, Los Angeles’ın dışında tüm dünya tarafından bir zamanlar marjinal, deneysel ve sorgulanabilir olarak karşılanan tasarım bugün kabul edilmiş durumda. Ve de uluslararası olarak tanınmış bir durumda... Evet! Bundan sadece 10-15 yıl önce insanlar SCI-Arc taraftarlığının garip olduğunu düşünüyorlardı. Ben hiç böyle düşünmedim! Yanlış anlamalar oldu ama bu Los Angeles şehrinin kendine özgü garip doğasından kaynaklanıyor bence... Burada verilen mimari eğitiminin yerel kaldığı ve kabul edilmediği bir dönem yaşandı. Ama şimdi olması gerektiği yerde, herkesin orda eğitim almak isteyebileceği, alkışlanan bir kurum. Ki bu iki durumun da sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Ne bu kadar reddetmek, ne de hiçbirşey olmamış gibi kabul etmek.. . Yani reddedilen bir kurumdan alkışlanan bir kurum haline geldi. Evet ama bu yıllar aldı. Sınırda mı olmak gerekir merkezde mi? İnsanların yıllar geçtikçe kendilerinin farkına varmaları gibi, SCI-Arc da yıllar geçtikçe kendinin farkına varan bir kurum haline geldi. Kurumsal bir yapıya kavuştu. Ben de SCI-Arc’ı; fakülteyi, öğrencilerin ve okulla ilgisi olan herkesin; yapabileceklerinin farkında olacakları, yapılan diğer işlere kıyasla kendi yaptığı özel işlerin değerlerini anlayabilecekleri ve bunun tadını çıkarabilecekleri bir yer olarak yenilemeye çalıştım. Peki siz nasıl bir öğrenciydiniz? Genç bir mimar olarak nelerden etkilendiniz? Öğrenciyken oldukça değişik deneyimlerim oldu. Koleje ilk başladığım sıralarda ne yaptığım hakkında fikir sahibi değildim çünkü sadece 16 yaşındaydım. UCLA’deydim. Matematik öğretmenim Hasns Meyrhoff beni sanata ve edebiyata yönlendirdi. Beckett, Kafka ve diğerleriyle tanıştım onun sayesinde... Kesinlikle eşsiz bir insandı, vizyonumu genişletti. Benim üstümde çok hakkı vardır. Sonra California Berkeley Üniversitesi’ne girdim. O zamanlarda Charles Moore, Stanley Tigerman, Paul Rudolph gibi isimler buradaydı. Ve önemli bir mimar olan Paffard Clay... Clay, lMarsilya’da Le Corbusier ile, daha sonra da Taliesin’de Wright ile çalışmış bir mimardı, Siegfired Giedion’ın kızıyla evlenmişti. Daha sonra San Fransisco’ya gelip bir süre Berkeley’de öğretmenlik yaptı. San Fransisco Eyaleti’in öğrenci birliği binasını ve San Fransisco Sanat Enstititüsü’nün ek binasını yaptı. Le Corbusier, Frank Lloyd Wright, Skidmore gibi isimlerin asistanlığını yapan Clay'in tasarımlarından çok mimariye karşı olan idealleri ve idealist tutumundan etkilendim. İşlerin karışık ve karmaşık olduğu bir dünyada mimarinin bir yaşam ve kişiye özgü bir kimlik oluşturabileceğini gösterdi bana. Giedion derdi ki mimari mimari geçmişten geleceğe akan bir nehirdir, ve mimar da bu nehre bir şey atar ve eskinin bazı şeylerini eleyerek akışına bırakır. Mimari geçmişten geleceğe bir çizgi çizmektir bence de..
Moss, SCI-Arc'ta bir konferans sırasında
Hiroşima’yı yeniden planlamasıyla tanınan, 20.yüzyılın en önemli mimarlarından Kenzo Tange'nin de öğrencisisiniz aynı zamanda... Tange benim tez danışmanımdı. Tezim Japonya’daki, büyük burçlarıyla ünlü Yamanashi Medya Merkezi üstüneydi. O zamanlar çok konuşuldu, tartışıldı üstüne. Tange benim için önemli bir karakterdir. Tange’den bahsetmişken, Japonya seyahatiniz ve ülkenin en eski mabedi Ise Shrine hakkında konuşalım mı biraz? Tange'nin Ise hakkında yazdığı, benim de Harvard'da öğrenciyken okuduğum bir kitabı vardır. Burası övgüyü fazlasıyla hakeden harika bir yer. Ise Shrine'ın şairene fikirlere ihtiyacı var. Zamanla ilgili bir şey tabii bu. Zaman için, sizin bir mağarada ya da Park Avenue'de yaşamanız farketmiyor, akmaya devam ediyor. Sanırım esas mesele burada. Diyelim 20 yıldır duran bir bina var. Bunu yıkıyorlar ve bitişiğine aynısını tekrar yapıyorlar. Yani aynı teknik kullanılıyor ama kullanılan materyal farklı. Değişmek ve değişmemek... Zaman ve zamansızlık arasında, ya da tarih ve zaman arasında bir durum bu, ki benim için en önemli nokta. Mimarlıkta ise tüm bu tartışılan inanç sistemini çözecek bir sistem yoktur. Bence bu çok muhteşem birşey. İşin özü şu ki ilk inşaatla ikinci inşaat arasında bir sadakat olmak zorunda değil, olasılıklar arasındaki çekim daha önemlidir. Shrine değişmek ve değişmemek arasındaki temel tezatlığı yansıtan bir yer. Hayalgücüne ve yeniliğe de müsait bir yer ancak onun farklı bir duruşu var, bu yapı duruşuyla sonsuzluğa uzanıyor. Dolayısıyla olasılıklar arasındaki gerginlik burada çözülemez. Sorunlara kesin çözümler getirmenin imkansızlığı üzerine konuşmak gerekirse, Umberto Eco’nun Açık Yapıt'ını (Opera Aperta) okudunuz mu? Kitap 1960’ları konu alsa da, sizin kültürel üretim ve araştırma yönteminizle benzeşiyor... Kitabın bir bölümü, sizin mimari söyleminize paralel düşen bir yazar olan Joyce’un şiirlerine adanmıştır, girişinde de Eco bilimsel araştırma konusunda düşündüklerini anlatır. Şöyle der : “ bir problemi genişletmek onu çözmek demek değildir. Bu sadece terimleri açıklayarak üzerinde tartışılmasını mümkün bir hale getirmektir." Evet okudum, bence en iyi kitaplarından biridir. Harvard’da öğretmenlik yaparken Eco ile tanışmıştım, kitaplarını okuduğum bir yazardır. Onun ilk deneyimini bir mimarlık okulunda gerçekleştirdiğini biliyor muydunuz? Floransa’da mimarlık fakültesinde bulunmuş bir süre... Harika! Bence onu Los Angeles’a getirmeliyiz. Bir kaç yıl önce, Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi'nden Akademi Mimarlık Ödülü aldım. Güzel olan şu ki bu kurumun mimarlarla alakası yok. Daha çok ressamlara, müzisyenlere, bazen de politikacılara ödül veriyorlar. New York Valisi Mario Cuomo'yu ödüllendirdikleri yıl, Eco'ya da bir ödül vermişlerdi. Açık Yapıt'ta şöyle der, memnun olun ya da olmayın, ama çözmek değildir mesele. Biz sadece keşfedebiliriz. Anlık tezler vardır, ve sonra birden yokolurlar. Bence olabilecek olanlar gelip giden şeyler ve bizim onları algılayış şeklimiz arasında bir tansiyon var ki bu da yolumuzu bulmamızda önemli bir metoddur. Ben mesela, yaptığım bir binayı, önünden gelip geçenler için binayı inceleyebilecekleri, bir çok açıdan farkına varacakları bir şekilde sunmaya gayret ederim. Eleştirmelerini isterim. Ama sadece “olmuş” ya da “olmamış” diye değil “şöyle olabilirdi” diye yapmalarını tercih ederim. Bence benim işlerimin güçlü taraflarından biri bu. Bunun anlaşıldığından emin misiniz? İnsanlar bana hep daha konuşkan ya da piyasaya uygun şeyler söyeşeyen bir mimar olmam gerektiğini söylerler. Geçenlerde Wolf beni aradı ve ne zaman ticari bir mimar olacağımı sordu. Bu sebepler yüzünden bir kaç proje kaçırdığım olmuştur. Ama benim işim bina yapmak, başka da bir şey değil. Bir iletişim sorunu olduğunu düşünüyor musunuz? Birbirinden çok farklı müşterilerle değişik projeler yapıyoruz. Ama etrafımda beni anlayan ve güvendiğim insanlar var. Biraz korumacı bir yapım olduğunu söyleyebilirim. Uluslararası şöhretinizden bahsetmek gerekirse, 2002 yılı sizin için oldukça önemli bir yıldı. Venedik bienalinde 6 numaralı Rus pavyonundaydınız. Biraz tuhaf gelmişti bana... Uluslararası kamuoyuna açılışınız alışılmışın dışında olmadı mı ? Katıldığımız ilk bienal Hans Hollein’in yöneticisi olduğu bienaldi. 2002 ise evet, tuhaftı. Mariinsky projesini uluslararası bir pavyonda sergilemek konusunda uzun tartışmalarımız olmuştu. Ve Ruslar da hem mimariyle hem yeni Rusya siyasetiyle ilgileniyorlardı. O yüzden tamam dedim. Winston Churchill "gizem içinde kaybolmuş, muammalı bir bilmece" der Rusya için. Mimariye bakışları için de aynı şeyi söylemek mümkün. St. Petersburg yarışması ise özel bir durumdu. Rusya'da iki yarışma kazandık, biri Mariinsky Opera Binası diğeri ise Yeni Hollanda idi. Eleştirenler olduğu gibi destekçilerimiz de çoktu. Rusya Federasyonu'ndan, Bayındırlık Bakanlığı çok ilgilendi. Öte yandan St. Petersburg yönetimi tamamen karşı taraftaydı. Mariinsky Operası'na gelince, bu projenin Rus pavyonunda yer alması oldukça verimli bir tarihi tartışma doğurdu. Farklı gelenekleri ve tarihleri olan yabancı ülkelerde çalışmaktan neler öğrendiniz? Farklı ülkelerde bulunmayı seviyorum. Şimdiki eşimle evlenmeden önce kendimi göçebe gibi hissederdim. Yaşadığım yerden başka bir yere gitmek, gezmek, öğrenmek çok sevdiğim bir şey. Evet belki Los Angeles'ta doğdum ama Milano'da da doğabilirdim. Her zaman böyle hissetmişimdir. Bence herşeyde var bu tesadüfi durum. Ve olabilecek herşeyi denemek müthiş bir şey.
Yeni Mariinsky Tiyatrosu
Mimari çok kişisel bir olaydır. Bir şey yaparsınız, onu bir sokağa yerleştirirsiniz, yaptığınızı gören insanlar da bazen çiçek bazense domates atar. Mariinsky projesinde alkışlandığımız da eleştirildiğimiz de oldu. Ama ben St. Petersburg'a kesinlikle yakışan bir şey yaptığımıza inanıyorum. "Buz Heykeltraşlarına"yı bu yüzden yazdım. Ben sadece California'dan St. Petersburg'a gitmekle yetinmedim, Palaca Square'de, Hermitage'da çok vakit geçirdim, Dostoyevski'nin evine gittim, kentte yürüyerek oranın kokusunu sezmeye çalıştım. Los Angeles'ta ya da başka bir yerde öğrendiklerimi ofise gelip başka şehirler için kopyalamak benim tarzımı yansıtan bir şey değil. Biliyorum bana yine kızacaklar ama St. Petersburg'da yapılan bu proje sadece bu kente yakışacak bir projeydi. Mariinsky Projesi çok şiirsel bir proje. Ve sizin yapıyı anlattığınız Buz Heykeltraşlarına başlıklı yazınız da oldukça dokunaklıydı. Edebiyata olan ilginizden bahsetmek gerekirse, yapıtlarınızda ve araştırmalarınızda edebiyatın nasıl bir rolü var? Ya da şiir, müzik, resim ve bilim nasıl etkiliyor sizi? Masada duranlara gözatıyorum da, Samuell Beckett, James Joyce, John Cage, Henry Moore, Ezra Pound, T.S. Eliot... Mimarinin bir de akademi tarafıyla ilgileniyorsanız entellektüellik kaçınılmazdır. Sadece kitaplardan öğrendiklerinizden bahsetmiyorum, öğrencilerden de çok fazla şey öğrenebilirsiniz. Ama bu isimler bana ilham verdiler, şevklendirdiler. Onların seslerini dinlemem, hayat hakkında görmemi, düşünmemi ve hayatı anlamamı kolaylaştırdı. Bu seçimler için özel sebepler yoktu, hepsini kendi kendime buldum. İç sesimi, sezgilerimi dinleyerek kendime yardımcı olacak referanslar edindim. Mesela bir kaç yıl önce Dünya Ticaret Merkezi için bir teklif sunduk. Kullandığımız imajlardan biri de John Cage'in çizgileriydi. John Cage'in müziğini uzun süre dinlemeye çalıştıysam da bana pek hitap etmedi. Ama çizgilerinin mimari açıdan çok faydası olmuştur. Soldan sağa : John Cage, T.S. Eliot, James Joyce Yine Dünya Ticaret Merkezi projesi için T.S. Eliot'un şu meşhur mısralarını kullanmıştık : "geçen yılın sözcükleri geçen yılın diline aittir ve gelecek yılın sözcükleri başka bir sesi beklerler". O sıralarda Amerikan tarihi boyunca görülmemiş bir durumla başa çıkmaya çalışıyorduk, bu cümle o yüzden de anlamlı gelmişti bana. Joyce'a gelirsek, her zaman ilgi çekici bir yazardır benim için James Joyce. Sanatçının Portresi'nde bir çocuğun dil öğrenim sürecinden bahseder mesela, iç güdülerinden dilbilgisine geçiş süreci ve bunlar arasındaki çelişkiler anlatılır. Dil ile ilgili mesele mimari öğreniminden çok da farklı değil bence, form ve mekandan dönüşerek bir müşterinin isteğine göre sözcük ve rakamlar konuşmaya başlıyorsunuz çünkü. Ulysses benim için de her zaman bir başyapıttır. Düşünsenize üzerinden 100 yıl geçmiş ama biz hala yeni bir şeymiş gibi konuşabiliyoruz, bizi hala şaşırtmaya, etkilemeye devam ediyor. Mimari de böyle bir şey bence. Ve hatta yaşamın kendisi de geçerli bu cümleler. Yaşam, içinde büyük değişimleri barındıran, her zaman ihtiyacınız olandan daha fazlasını sunmaya hazır, sizin ifade ediş biçiminizle şekillenen bir şey. Başka bir deyişle, sürekli çabalamak zorundasınız, kuralların, düzenin, formun, dokunun dışına çıkmak için; kaçacak bir yol bulmak zorundasınız, bir şekilde çemberin dışının da dışına çıkmalısınız. Sınırlar yapay şeylerdir zaten, bir araba ya da bir tren farketmez... Ben her zaman bu çemberin dışına çıkmaya çalıştım ve başardığımda hep yeni pencereler açıldı. Şunu asla unutmamak gerekir her zaman bir sınır vardır ama o sınırın ardında, ondan kurtulabileceğiniz bir yol da mutlaka vardır. Kaynak: Eric Owen Moss: The Uncertainty of Doing, Paola Giaconia, Skira. Kitabı satın almak için tıklayınız.


http://www.yapi.com.tr/haberler/eric-owen-moss-ve-sci-arc_95548.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!