“Mahkemeye gitmek için ineğini satan insanlar var”
Mekana müdahale yoğunluklu olarak İstanbul merkezinde konuşuluyor. Ancak başka alanlarda da yapılan birçok proje ve bu projeler karşısında gelişen mücadele pratikleri var. Siz de özellikle HES projelerinden mağdur olan yerel topluluklarla uzun süredir dayanışıyorsunuz. Kırda durum nasıl?
Kırda durum iç açıcı değil. Temiz su kaynaklarımızın büyük bir kısmına, suların hidrolik kapasitesinin değerlendirmesi gibi bir gerekçeyle baraj ve hidroelektrik santraller yaptık. Bir kısmının yapımı da devam ediyor. Su kaynaklarımızın “değerlendirilmesi” ve “boşuna akmaması” için muazzam faaliyetler yürütülüyor. Bunun da ekosisteme, yerel topluluklara ve onların yaşam alanlarına çok ciddi etkisi var. Çok büyük barajlar yapıyoruz, bu barajlar en önemli tarım arazilerini yok ediyor. Temiz su kaynakları kirlenmiş durumda. Üzerine hidroelektrik santral planlanmayan birkaç nehir kaldı. Bunun yarattığı ekonomik, çevresel ve sosyal sorunlar çok ciddi oranda görülmeye başlandı. O krizin sonuçları yaşanıyor. Mesela Giresun’un Yayladere diye bir ilçesi var, ilçe dereden ismini alıyor ama artık şehir merkezinden geçen o dere akmıyor. Niye? Bir HES için boru içine alındı. Kıyı alanlarımızı doldurduk. Biraz korku filmlerine benzetilebilecek bir resimle karşı karşıyayız. Ve insanlar bu kötü etkilere karşı meşru müdafa ve direnme haklarını kullanıyorlar. Bütün maddi manevi yoksunluklarına rağmen projelerin karşısında durmaya çalışıyorlar. Düşünebiliyor musunuz, mahkemeye gitmek için ineğini satan insanlar var! O hakimin yerinde olmak istemezdim veya olup, ona göre karar yazmak isterdim. Başarılan, olumlu örnekler de var. Bir yandan bu yıkımın sonuçlarıyla da meşgul olmalıyız. Bu yıkımın etkisi aritmetik de değil üstelik. Kümülatif bir şekilde artıyor. Dolayısıyla toplumsal mücadelenin temel belirleyeni ekolojik krizin yarattığı tahribatlara karşı duran insanlar. Eşitlik, özgürlük ve daha adil bir toplum isteyen herkesin bu meselelerde pozisyon alması gerektiğini düşünüyorum.
“Ekosistemin kırılgan hale gelmesi ve çevremizle kurduğumuz ilişki sürekli gündemimizde olmak zorunda”
Böyle müdahaleler gündelik yaşam akışını da etkiliyor. Bir anda mahkemeye gitmek ya da polisle karşı karşıya gelmek gibi aslında hayatlarında hiç deneyimlemedikleri pratiklerin içerisinde buluyorlar kendilerini…
Zorunlu olarak kendilerini bu hal içerisinde buluyorlar. Bir köyde HES planlanıyor, oraya davet ediliyoruz, etkili bir muhalefet ve hukuki açıdan neler yapılabilir konuşuyoruz. Karşı karşıya olduğumuz yapısal sorunun küçük bir parçası. Çözüm de bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Ama uygun zamanı beklemek yerine, bu günden başlayarak mücadele etmeliyiz. Söz konusu bir HES ve onun yapımı ise; bunun bağlı olduğu üretilecek enerjinin ulusal nakil ağına aktarılmasından tutun da, o çevredeki çöp sorunu veya insanların maddi olarak kendi yeniden üretimlerini sağlamaları, ne ekip biçtikleri, tarımda hangi yöntemleri kullandıkları, toprağa verdikleri gübre, elde ettikleri sütü işleme şekillerine kadar hepsi birbiriyle ilişkili aslında. Biri olmadan öbürü de olmuyor. Örneğin, fındığı para etmeyen köylü, HES'e karşı mücadele de etmiyor. Ne mücadele edecek parası var, ne de ırmağın kendi gözünde bir kıymeti. O yüzden ekosistemin kırılgan hale gelmesi ve çevremizle kurduğumuz ilişki sürekli gündemimizde olmak zorunda. Bunun ajandamızın en başında yazması gerekiyor. Sorun bir faaliyeti bir defa engellemekle de bitmiyor. Hem kendi hayatlarımızı değiştirdiğimiz hem de bu tarz faaliyetlere karşı durduğumuz ve bu karşı duruşu sürekli kıldığımız bir noktaya gelmek gerekiyor. Hiçbir sorunun hazır bir cevabı yok ve bugünden yarına çözümü de yok. Pozisyon almamız lazım.
Kırda ve kentte doğan mücadeleler birleşebilir mi?
Kır kent ayrımını aslında çok doğru bulmuyorum. Bu ayrımı suni buluyorum. Mekana yapılan müdahaleler var, bu müdahaledeki eşitsizliği doğuran temel bir sömürü mekanizmasının farkına varırsak bu mücadeleler de birleşebilir, birleşmeli de zaten. Çözüm ancak taş ocağına karşı mücadele eden köylünün aynı zamanda yan köyde yürütülen hidroelektrik santrale karşı mücadeleye destek vermesiyle, kentsel dönüşüm mağduru bir mahallelinin İstanbul'un su kaynaklarını dert etmesiyle olur. Elbette önce herkes kendi temel, acil ve yakıcı sorunuyla harekete geçip oradan bir şeyler yapacak. Ancak şunu da görmek gerekir ki; komşumuzun sorunu da bizim sorunumuz. Öyle olunca da birleşmeye gerek kalmıyor, zaten bir.
|