Yapı sektörü ile enerji sektörünün kimi zaman el ele kimi zaman bakışık devam eden büyüyüşü, mekansal müdahale biçimlerini olduğu kadar hakim sektör oyuncularını da ortaklaştırıyor. Bir inşaat firması birkaç yıl içerisinde rahatlıkla enerji yatırımları yapmaya başlayabiliyor ya da enerji yatırımlarına odaklanmış bir firma birden yüzünü kentte gerçekleştirilen kamu projelerine çevirebiliyor. Hal böyle olunca yatırımlar karşısında yaşanması muhtemel mağduriyet kaygıları da nerede olursa olsun ortaklaşmaya başlıyor. Birbirinden kilometrelerce uzakta yaşam alanları için mücadele veren toplulukların kurduğu dil etkileşiyor.
yapi.com.tr eski editörlerinden, şehir plancısı Gizem Kıygı, mekansal müdahelelere karşı yaşam alanlarını savunan yerel topluluklarla uzun yıllardır dayanışan Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları’ndan (ÇEHAV) Alp Tekin Ocak ile bu ortaklaşmaları ve bir mücadele enstrümanı olarak hukuku konuştu. MSGSÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nde doktora çalışmalarına devam eden Ocak, İstanbul 3. Havalimanı inşaatında yürütmeyi durdurma kararının alındığı vatandaş davasının da vekili. Yasal değişiklikleri ve kararları büyüme paradigması üzerinden değerlendiren Ocak, kamu kurumları ve yerel toplulukların adil bir şekilde pozisyon almaları gerektiğini vurguluyor ve “Hukuku ellerimizle yapalım” diyor.
3. Havalimanı projesine açtığınız yurttaş davası kamuoyunda oldukça tartışılmıştı. Öncelikle süreci kısaca aktarıp davanın şu anda ne durumda olduğunu paylaşır mısınız?
Bilindiği gibi; 3. Havalimanı dünyanın en büyük havalimanı olarak lanse edilen, yapımı İstanbul’un kuzeyinde Karadeniz’in kenarında sürdürülen mega projelerden bir tanesi. 3. Havalimanı, İstanbul’da son dönemde yapılan diğer projeler gibi; köprü, bağlantı yolları, kurulacak yeni şehir ve Kanal İstanbul’la birlikte bir bütünün parçası. Biz, İstanbul’da yaşayan ekolojik duyarlılığa sahip olan yurttaşlar olarak, Mayıs 2013’te onaylanmış olan Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Olumlu Kararı’na karşı dava açtık. Daha önce, havalimanının ÇED raporu alınmadan ihale edilmesi sebebiyle TMMOB’a bağlı meslek odaları tarafından açılmış davalar vardı. O davalar kadük durumda. Aynı şekilde odalar tarafından açılan ÇED Olumlu Kararı’nın iptaline ilişkin dava var. Bu davada İstanbul 7. İdare Mahkemesi görevsizlik kararı vererek Ankara'ya, Ankara 16. İdare Mahkemesi'nin görevsizlik kararı vererek Danıştay'a gitti. Dosya, görev sorununun aşılması için Danıştay’da bekliyor. Havalimanı ÇED'ine ilişkin görev şüphe götürmeyecek bir şekilde İstanbul yargı yerinde olmasına rağmen, İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin görevsizlik kararının tek bir anlamı var: “Ben bu davaya bakmak istemiyorum” diyor. Yurttaşlar olarak açtığımız dava ise İstanbul 4. İdare Mahkemesi’nde devam ediyor.
Eylül 2013’te dava açmıştık, İdare Mahkemesi Ocak ayı itibariyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın da savunmasını aldıktan sonra yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkeme, bu projenin telafisi imkansız zarar doğurmasını muhtemel ve açık olarak hukuka aykırılık gördüğü için yürütmeyi durdurma kararı verdi. Ancak bu karar, Bölge İdare Mahkemesi tarafından kaldırıldı. Bölge İdare Mahkemesi’ndeki karar gerekçesi çok ilginç: “Bilirkişi raporları alınana kadar uygulanmasıyla etkisi tükenecek niteliği bulunmadığı ve bu aşamada yürütmenin durdurulması istemini geçici mahiyette olduğu ve projeyi sürüncemede bırakma ihtimali de dikkate alındığında henüz açıkça hukuka aykırılığı ortaya konulmayan işlemin yürütmesinin durdurulmasının kaldırılması gerekmektedir.” Tam anlamıyla piyasa merkezli, ekolojik bütünlük ve çevresel riskler yerine önceliği projenin devamlılığına veren bir Bölge İdare Mahkemesi kararı ile karşı karşıyayız.
“Projenin ve ÇED raporunun hukuka uygun olup olmadığının bilimsel verilere göre incelenmesi aşamasındayız”
Bunun karşısında İstanbul 4. İdare Mahkemesi kararında ise; projenin bilimsellikten uzak, gelişi güzel, yeterli teknik veri içermediğine ilişkin iddiaların ciddi bulunması, jeolojiik, jeoteknik ve meteorolojik tekniklerin güvenilmez ve hatalı olduğu, pistin iniş yönüne göre etkileyen rüzgarların hesaba katılmadığı, başta orman alanları olmak üzere doğal alanların yok olması, ısı artırıcı etkinin meydana gelmesi, deniz dolgu yapımının önünün açılması, projenin içme suyu havzalarına geri dönülmez zararlar verdiği, sulak alanların yok edildiği, gürültülü ve elektromanyatik kirliliğe yol açıldığı, akustik raporların usulüne göre hazırlanmadığı ve sorunlar için gerekli çözümlerin yapılmadığı iddialarını ciddi bularak yürütmeyi durdurmuştur. Şu anda bilirkişi heyetinin oluşturulması ve işin esasına geçilmesi, projenin ve ÇED raporunun hukuka uygun olup olmadığının bilimsel verilere göre incelenmesi aşamasındayız. Rapor alındıktan sonra 4. İdare Mahkemesi dosyanın esasına ilişkin yeniden bir karar verecektir.
3. Havalimanı gibi projelere genellikle meslek odaları dava açıyor ya da kamuoyuna bu şekilde yansıyor. Siz bir yurttaş davası açtınız; kamuoyu nezdinde ve dava sürecinde bunun anlamı nedir?
Aslında bu konu, ekolojik kriz ve onun derinleşmesiyle ilgili. Bu tarz faaliyetler, özellikle kamusal mekanlara ve doğal kaynaklara yapılan müdahalelerin boyutu arttıkça mağduriyetin düzeyi de artıyor. Yerel topluluklar daha fazla mağdur olmaya başladıkça projelerin karşısında daha fazla duruyorlar. Hem fiili anlamda duruyorlar, hem hukuken mahkemelere, kamu kurumlarına, savcılara başvurarak idarenin aldığı kararların denetlenmesi amacıyla sürece müdahil oluyorlar. Meslek odaları ve kamu kurumları zaten kendi kanunlarından kaynaklanan yükümlülüklerini, görevlerini yerine getiriyorlar. Özellikle böyle projelerde sonuca etkili çözüm olması itibariyle yurttaşların taraf olması gerekiyor. Bu taraf olma, aynı zamanda insanların çevresiyle, doğayla başbaşa, karşılıklı uyum içinde var olabileceğine dair ekolojik farkındalığını artırıyor. Bütün bu etkileşim, aynı zamanda dünyanın toplumun değişmesi adına da önemli bir şey. 3. Havalimanı’na karşı dava açan kimse elektriğini kullanırken de, çöplerini atarken de daha dikkatli oluyor. Bu önemli bir farkındalık. Bu farkındalığa sahip olmamız lazım.
“Yurttaşların idari işlemlere karşı hukukilik denetimini kendilerinde hak olarak görmeleri, mahkemenin de bunu kabul etmesi önemli”
Burada menfaat konusu biraz tartışmalı. Bizim idari hukukumuz Fransız Danıştay’ın içtihatları çerçevesinde şekillendi. Actio popularis yani yurttaş davasının önünün açılması, yurttaşların idari işlemlere karşı hukukilik denetimini kendilerinde hak olarak görmeleri, mahkemenin de bunu kabul etmesi önemli. Bundan on yıl önce havalimanının ÇED raporunu dava etmek belki kimsenin aklına gelmezdi. Ancak İstanbul’da yaşayan 4 tane yurttaş bunu akıl edebiliyor. Oradaki orman alanlarını ve su kaynaklarını olmazsa olmazı görüyor, ne yapabilirim diye düşünüyor. Bu kaygıya sahip insanlar her geçen gün artıyor. Belki Gezi süreciyle de bunu görebiliriz. Çeşitli toplumsal taraflar, ekoloji ve kamusal alanlara müdahaleden kaynaklı bir durumda hep beraber bir taraf oldular. Bu, insan olmak ve varoluşla ilgili bir problem. Bu yüzden artık yurttaşlar dava açıyor ve mahkemeler de bunu kabul ediyor.
İstanbul özelinde büyük ölçekli projeler söz konusu olduğunda 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni İmar Planı (ÇDP) aklımıza geliyor. Bu planın kendisi de yürürlüğe girdiği 2009 yılından itibaren oldukça fazla tartışılmıştı. İstanbul ÇDP ve yapılan mega projeler üzerinden konuşursak, bu ölçekteki planların anlamı ve meşruluğu ne durumda?
2009 tarihli, 1/100.000 ölçekli ÇDP aslında çok tartışıldı. Plan çıktığında, akademik çevrelerden ve meslek odalarından belli noktalarda itirazlar oldu. Odalar planın belli hükümlerini dava etmişlerdi. Kısmi iptaller oldu. Ama sonuçta 2009 tarihli İstanbul ÇDP Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmış, ciddi bir maliyet ve çok kıymetli bilim insanları tarafından yürütülen araştırmalar sonucunda ortaya konmuştur ve yürürlüktedir.
Plan bir çeşit gelecek projeksiyonu, mutlak bir şey değil, yaşayan bir şey aslında. Öncelikle bunu kabul etmek lazım. İmar planları her ölçekte yapılabilir ve değiştirilebilir. İstanbul master planı açısından konuşursak, 3. Köprü’nün “tadilat” şeklinde plana işlenmesi, devamındaki bağlantı yolları ve Kanal İstanbul gibi mega projeler çok temel olarak plana, planın ruhuna aykırılık teşkil ediyorlar. Bu projeler hiçbir şekilde planla uyuşturulamaz. Dediğim gibi, İstanbul ÇDP mutlak bir şey değil, kuşkusuz değiştirilebilir ancak planda yer alan çok kritik, temel bir mantık var: Kuzeyde yer alan doğal varlıklar bir eşik ve bu eşiklerin aşılmaması gerekiyor, aşılıyor. Plan şehrin desantralizasyonunun doğu-batı aksında olması gerektiğini söylüyor, gelişme hem planda öngörülen biçimde lineer hem de korunması gereken kuzey yönünde ilerliyor. Kentin her yöne gelişme eğilimi, bir başka deyişle desantralizasyonun başka bir riski de Trakya. Trakya'daki tarım alanları. Sanayiyi desantralize ettik. Bu aynı zamanda Trakya’nın verimli tarım arazilerinin yok edilmesi anlamına gelecektir. Bu kadar büyük bir şehre ihtiyacımız var mı? Öncelikli olarak bunları sorgulamamız gerekir. 15 milyonluk şehir olur mu olmaz mı? Bunların hepsi tartışma konusu. Davalar bu tartışmalara da olanak veriyor. Ancak sonuçta bir plan var, planın koruma-kullanma dengesinde korumaya dair çok ciddi hükümleri var. Kuzeyde yer alan doğal varlıkları aşılmaması gerereken ekolojik bir hat olarak görüyor. Biz de bu hükümleri kullanıyoruz. Bizce 3. Havalimanı’nın yapımı bu plana aykırı, dolayısıyla ciddi bir hukuksuzluk var ortada. Mahkeme de bu iddiaları inceleyecek.
|