Deutsche Welle Türkçe'nin haberine göre, başarının temelinde ekonomi sistemi yatıyor. Bütün ekonomik faaliyetlerin çerçevesini çizen sistem Almanya'da ‘sosyal piyasa ekonomisi' adını taşıyor. Kapitalist rekabete dayalı bu sistem, devletin de düzenleyici müdahalelerde bulunmasını sağlıyor. Alman sosyal piyasa ekonomisinin temelleri 19. yüzyılda atılmıştı.
“Demir Şansölye adını alan Bismarck sosyal güvenlik yasasını hazırlayıp Almanları emeklilik ve sağlık sigortalarına kavuşturmuştu” açıklamasını yapan eski Saksonya-Anhalt Sosyal Güvenlik Bakanı Werner Schreiber, sosyal sigortaların ortaklık prensibine göre hazırlandığını, yani işçi ile işverenin sigortaya yatırılan primi paylaştığını anlatıyor. Bu prensip günümüze kadar devam etti ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kapsamı genişletildi. Werner Schreiber, toplu sözleşme özerkliğinin de sosyal piyasa ekonomisinin ayrılmaz bir parçası olduğunu söylüyor. Schreiber, “Bizde ücretler sendika ile işveren arasında kararlaştırılır. Devlet karışmaz” diyor.
Sendikalarla işverenlerin birbirini partner olarak görmesi sayesinde Almanya'daki grevler sınırlı kaldı ve bu özellik ülkenin ekonomik faaliyet yeri olarak benimsenmesine yaradı.
İstihdam mucizesinin sırrı
Çevresindeki ülkelerde işsizlik rekorları kırılırken, Almanya istihdam mucizesi yaşadı. Almanya'nın ekonomik bakımdan faal nüfusu 42 milyonla rekor düzeye çıktı.
Stanford Üniversitesi öğretim üyelerinden Uli Brückner bunda on yıl önce 2010 Ajandası adı altında yapılan istihdam piyasası reformunun önemli payının bulunduğunu söylüyor. Brückner, “En önemli yenilik, düşük ücretle çalıştırmanın mümkün kılınması, bürokratik düzenlemelerin azaltılması ve istihdam piyasasının esnekleştirilmesi olmuştur. Bu reform istihdamı artırdı ve düşük ücretli işlerde çalıştırmayı kolaylaştırdı” açıklamasını yapıyor.
Almanya'nın yeni hükümeti bu alanda büyük reformlar yapmayacak; ama 2010 Ajandası'nın yol açtığı olumsuzlukları da azaltmaya çalışacak. Eski Saksonya-Anhalt Sosyal Güvenlik Bakanı Werner Schreiber, “Almanya'da her şeyi mühendislik hesabı gibi görme alışkanlığı var. Siyasi sistemimiz, çeşitli kurumların belli bir hukuk düzeni çerçevesinde dişliler gibi birbirini kavraması sayesinde işliyor” şeklinde konuşuyor.
Teori ve pratik bir arada
Almanya'da her yıl 100 bin dolayında mükemmel eğitim almış mühendis ve fen bilimci mezun oluyor. Verimlilik artışına akademisyen olmayan, ama mesleğinde uzmanlaşmış işgücü de önemli katkıda bulunuyor. Almanya bu özelliğini ise, Ortaçağ'daki zanaatkârlık öğrenme usullerinden günümüze kadar gelen ikili eğitim sistemine borçlu. Bu sistemin temelinde, meslek okulundaki teorik derslere paralel olarak pratik eğitimin de verilmesi yatıyor.
Böylece özel sektörün vasıflı eleman ihtiyacı karşılanıyor ve bu sistem öncelikle Alman ekonomisinin omurgası sayılan orta ölçekli işletmelere yarıyor. Almanya'daki yaklaşık üç milyon özel işletmenin yüzde 99'unda 500 ya da daha az eleman çalışıyor. Alman Özel Sektör Araştırma Enstitüsü uzmanlarından Klaus-Heiner Röhl, diğer ülkelerde sanayi küçülürken Almanya'da bu sanayi sektörünün milli gelir içindeki payının hâlâ yüzde 26 olmasını orta ölçekli işletmelerin yaratıcılık ve pazarlama becerisine bağlıyor:
“Bu şirketten başka gelir kaynağı olmayan aile işini idame ettirmeye çalışırken örneğin İngiltere'de sermaye piyasasına çıkan şirketin hisseleri satılmış ya da üretim tesisleri düşük maliyetli ülkelere taşınmış olabiliyor. Almanya'da işletmesini varlık nedeni olarak gören aile tabii ki üretimi de ülkesinde yapıyor.”
Almanya'nın ekonomik başarısında, ileri teknoloji geliştirebilmesi de önemli rol oynuyor. Yer altı zenginliği olmayan Almanya, beyin gücüyle başarılı olmaya adeta mahkûm. Faal nüfusun yüzde 11'i ileri teknoloji branşlarında çalışıyor. Bu oran Avrupa ortalamasının çok üzerinde. Almanya'da araştırma ve geliştirmeye her yıl 70 milyar euro harcanıyor.
Ekonomik başarının anahtarı
Stanford Üniversitesi öğretim üyesi Brückner, buluş ve patent sayısının ekonomik başarının anahtarı olduğunu hatırlatıyor:
“Max-Planck ve Fraunhofer gibi kamu tarafından finanse edilen birçok temel araştırma enstitümüz var. Bütün ülke sathına yayılmış olan bu enstitüler sanayi şirketleri ile işbirliği halinde, henüz piyasa olgunluğuna erişmemiş ürün, metot ve teknolojiler geliştiriyor.”
Enerji, telekomünikasyon ve ulaşım altyapısı açısından da Almanya rakip tanımıyor. Berlin'den 24 saat içinde bütün Avrupa ülkelerine ulaşmak mümkün. Bu biraz da Almanya'nın coğrafi konumuyla ilgili. Brückner Avrupa'nın tam ortasında yer alan Almanya'nın iklim açısından da avantajlı olduğunu belirtiyor:
“Aşırı sıcak dalgalarına ve olumsuz şok etkisi yaratan kasırgalara nispeten az maruz kalıyoruz. Ilımlı ve serin havası sayesinde Almanya güneydeki ülkelere kıyasla çok daha elverişli büyüme ve üretim imkânlarına sahip. Bu faktörü küçümsememek lâzım.”
|