TBMM tatile girmeden önce birçok yasa
apar topar çıkarıldı, öyle ki bazıları için sabahlandı. Ancak bir kanun tasarısı
vardı ki, hemen hemen tüm siyasi partiler komisyonda üzerinde uzlaşmış olmasına
rağmen Meclis’ten geçemedi. Bu kanun “yenilenebilir enerji teşvik
kanunu”ydu ve güneş, rüzgâr, jeotermal, biyo-atıklar gibi yenilenebilir
enerji kaynaklarının, elektrik üretiminde kullanılması için teşvik edilmesine
dair hükümleri içeriyordu.
Dünyanın yenilenebilir enerjinin peşinden koştuğu; uluslarası emperyalist
sermaye gruplarının yeni enerji kaynakları için birbiri ile kıyasıya mücadele
ettiği bugünlerde, ülkemiz yenilenebilir enerji üretiminin ve kullanımının
önemini tam olarak kavrayamamış olduğunu bir kez daha gösterdi. Oysaki daha
geçen günlerde BBC’nin yayımladığı bir habere göre Avrupa ülkeleri ve uluslarası
enerji şirketleri Almanya’da bir araya geldiler, Sahra Çölü’nde güneş enerjisi
üreterek Avrupa’nın elektriğini sağlamak üzere fizibilite çalışmalarına
başladılar.
Bu konuda Uluslarası Enerji Ajansı’nın öngörüsü 2100 yılında
toplam enerjinin yenilenebilir kaynaklardan üretileceği ve bunun da yüzde
70’inin güneş enerjisinden karşılanacağı yönünde.
Öncelikle yenilenebilir enerji nedir, ona bir bakalım:
Yenilenebilir enerji, sürekli devam eden doğal süreçlerdeki enerji akışından
elde edilen enerjidir. Su gücü, rüzgâr gücü, güneş enerjisi, biyoyakıtlar bu tür
enerjiye örnektir. Ülkemiz bulunduğu coğrafi konum itibarı ile gerek su, gerek
rüzgâr, gerek güneş, gerekse biyoyakıttan enerji üretebilmek için dünyanın
birçok ülkesine göre avantaja sahiptir. Örneğin, ülkemiz Avrupa’nın en güçlü
rüzgâr potansiyeline sahiptir, bunun yanı sıra jeotermal kaynak zenginliği
açısından dünya sıralamasında 5. sıradadır. Oysaki ülkemizde hidroelektrik
potansiyelinin yüzde 57’si, rüzgâr enerjisi potansiyelinin yüzde 85’i, jeotermal
kaynak potansiyelinin yüzde 95’i kullanılamamaktadır. Ne acıdır ki, ülkemiz şu
anda kullandığı enerjinin yüzde 70’ini dış kaynaklardan almaktadır ve kullandığı
elektriğin de yüzde 50’sini doğalgazdan üretmektedir. Bu oranların bizi ne
derecede dışa bağımlı kıldığı ortadadır.
Yenilenebilir enerji, diğer enerji türlerine göre çevreye zarar vermediği
için de, büyük avantaj sağlıyor. Birçoklarının savunduğu ve hatta küresel
ısınmanın önüne geçmekte çare olarak gösterdiği nükleer enerji bile ortaya çıkan
radyoaktif atıklar nedeni ile çevreye zarar vermekte. Ülkemizde, her yıl
kanserden yüzlerce yurttaşımızın hayatını yitirmesine ya da sakat doğmasına
neden olan Çernobil nükleer faciası hâlâ aklımızda; yenilenebilir enerji varken,
bu riski almaya değer mi? Yenilenebilir enerji, karbon gazı salınımına yol
açmadığı için en çevre dostu enerji türüdür. Türkiye’nin Kyoto nedeni ile karbon
salınım oranlarını azaltması gerektiği bugünlerde, yenilenebilir enerjiler bu
açıdan da teşvik edilmelidir. Ne yazık ki ülkemizde hâlâ, bunların yerine en
büyük sera gazı kaynaklarından biri olan kömürlü termik santral yatırımları
konuşulmaktadır, işletilmeye devam edilmektedir.
İyice incelendiğinde yenilenebilir enerji kaynaklarının diğer enerji
kaynaklarına göre çok büyük avantajları olduğu rahatlıkla görülebilir. Ülkemiz
açısından belki de en büyük avantajı, kendi olanak ve potansiyelimizle bu
enerjiyi üretebilmemiz olacaktır. Türkiye’nin hatta dünyanın ihtiyaç duyduğu
enerji bizim coğrafyamızda mevcuttur.
Barış döneminde sorun olmayan enerji hatları, savaş, kriz durumunda sorunun
ta kendisi olmaya adaydır, aynen Boğazlar meselesi gibi. Bu açıdan da
yenilenebilir enerji yatırımları kesinlikle ihmal edilmemeli, ertelenmemelidir.
Güneş, hidroelektrik/su enerjisi ve rüzgâr enerjisi kullanımı için treni
kaçırmadan, bu kaynaklarımızı uluslararası emperyalist güçlere kaptırmadan
harekete geçmeliyiz. Hiç değilse bu kaynaklarımızı asgari değerlendirsek de “su
akar, Türk bakar” özdeyişine bir de “güneş yakar, rüzgâr eser” i eklemeden,
ezberi bozsak…
|