Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Köprü ve Köprüler / Çelik Gülersoy - 1978




Kolay değil insanın yaşadığı çağda çoğunluğun beğendiği bir şeyin karşıtını söylemesi. Günümüzde de İstanbul halkının herhalde büyük bir bölümü Boğaziçi’nin orta yerine yakın bir noktasına gerilen çelik köprüye hayrandır. Basın da bu doğrultuda çünkü.

Uzaktan köprünün dizaynına, hafif çizgisine diyecek yok. Ama bir şartla: Bu bağlantı, başka herhangi bir yerde olsaydı. İzmit Körfezi, Çanakkale Boğazı gibi, sadece doğa parçası olarak kalan yerlerde böyle bir uygarlık çizgisi, üstelik çok güzel de giderdi. Ama İstanbul Boğazı denince, orada azıcık durmak gerekiyor. Boğaziçi özel bir payzaj demektir ve bu resme her şeyin, apartmanın, yolun, köprünün uyması gerekir.

Ulusal ekonomi, kaynakların nereye kullanılacağı gibi mali sorunlar ve ekonomik politika bahisleri bir yana, Boğaz geçişlerinin nasıl olması gerektiğini, burada sırf estetik açıdan ele alıyoruz. Boğaz dağlarını birbirine, gürül gürül tepeden aşan demir-çelik bir konstrüksiyonla bağlamak, ulaşım çözümlerinin en kötüsüdür. Çünkü bu, yüzyıllarda zor birikebilmiş, biçimlenebilmiş olan bir resmin üstüne boydan boya bir fırça çekmeye benzer. Ve çünkü böylesine heybetli bir geçidin masif ayakları altında kalan bambaşka ölçülerle yapılmış tüm eski dokuyu ezer.

Nitekim birinci köprünün kunt ayaklarının altında bir tarafta bir dantel gibi cami, öbür yakada da pasta kalıbı gibi bir saray; bütün eski perspektiflerini yitirdiler ve birer kibrit kutusu gibi kaldılar. Yapıldıkları zaman hiç böyle bir yeni arkadaşla statik hesaplarında düşünülmemiş olduğu için köprü trafiğinin titreşimlerinin uzun vadede bu eski yapılara olumsuz ve ağır etki yapmayacağını da kimse taahhüt edemiyor.

Bu düşüncelerimi köprünün İngiliz mimarı Mr. Brown’a söylediğim zaman, beni biraz hayretle dinlemişti. Ama bu İngiliz centilmenin ve onun Avrupalı meslektaşlarının kendi ülkelerindeki uygulamaların Boğaz Köprüsü parelelinde olmadığını iyi bilirim. San Fransisco köprüsü, bu bizimkine benzer. Fakat aynı şeyi Roma, Vatikan, Venedik, Amsterdam gibi Avrupa kültürünün kalbinin attığı tarih kentleri için yapmak orada kimsenin aklına gelmez.

Birer tablo gibi korunan, tek tek yapılarından ötede tüm olarak meydanları, sokakları, ağacı ile, sıra sıra evleri ile bütün halinde sicile geçirilip korunan bu ünlü kentler şöyle dursun, Almanya ile Luxemburg bir sözleşme imzaladılar. Aralarından geçen Ren nehrini olduğu gibi koruma altına aldılar. Yamaçları, ağaçları, hatta patika yolları bile değiştirilmeden korunuyor.

Boğaziçi’nin, ne kadar güzel olsa da benzeri de pek çok, sıradan bir ırmak olan Ren nehri kadar önemi ve değeri yok mu?

Var, ama önce onun sahibi olan ulusun tarihini, kültürünü baş tacı etmesi, güzellik duygusunu, tabiat aşkını yitirmemesi ve bunları para ile değiştirmemesi gerek.

Boğaz’daki bu birinci köprüyü bir ikincisi, üçüncüsü izlerse ne olacak? Dağların birbirine demir ve betonla bağlandığını, yamaçların çimento torbaları ile dolduğu bir su yolu kalacak elde. Ona da ‘Boğaziçi’ denemez artık. Bu, bu ‘ad’a bile ihanet olur.

O halde ne yapmalı, ne yapmalı?

Günün birinde bir politik iktidar çıkar da Boğaz’ı korumaya ve elde kalanı kurtarmaya içtenlikle karar verirse ve bunun için:

- Boğaz’a yerleşmeye niyetli on binlerin oylarından vazgeçmeyi göze alabilirse,
- Boğaziçi’nde kendine göre yatırım yapmış ya da başka türlü hesaplarla dağları kapatmış kapital çevrelerinin etkilerine kulaklarını kapatabilirse,
- Kendi ocak – bucak teşkilatının baskılarına paydos çekebilirse,

(yani Osmanlı deyimiyle ‘meğer derya tutuşa’) her biri hala imkan içinde olan ve bir ‘Devlet’ için atla deve olmayan bir dizi işe el atabilir ve bir sıra ile çözüm yoluna konulabilir. Olur mu olmaz mı bilmem. Yüzde 99 olacağa da benzemiyor. Ama benim görevim yazmak ve söylemek.

Bu satırların yazıldığı 1978 yılından sonra ülke 1980 yılı 12 Eylül’ü ile yeni ve özel bir döneme girdi. Yukarıdaki olumsuz şartların bir çoğu ortadan kalktığına göre başarı şansı artmıştır. Nitekim ekonomik durgunluğun da el vermesiyle inşaat salgını ya da ‘inşaat krizi’ 1981’de yavaşlamış bulunuyor. Darısı öbür koşulların başına.

Boğaziçi / Sorunlar ve Çözümler (İstanbul Kitaplığı Ltd. Yayını 1982)


http://www.yapi.com.tr/haberler/kopru-ve-kopruler-celik-gulersoy---1978_96052.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!