“Burası kent mobilyaları bakımından da yoksul bir şehir”
Bir projenin önerilmesi onu gerçekten yapılabilir kılıyor mu? Ya da birkaç düzenleme yapılması, onu gerçek bir proje haline getiriyor mu? Örneğin İstiklal Caddesi’nde yürürken bisiklet park yerlerini görüyorum; fakat bana hiç de gerçekçi gelmiyor. Çoğu zaman o alanları insanlar oturmak için kullanıyor. Bu anlamda yerel yönetimlerin ulaşım politikaları ne kadar gerçekçi?
Burası bir semboller toplumu zaten... Bir taraftan söylediğin hoş da bir şey; oralara bisiklet konmuyorsa ama birileri buralarda soluklanıyorsa bu da iyi bir şey. Çünkü burası kent mobilyaları bakımından da yoksul bir şehir, en azından söz konusu bisiklet park yerlerinin kent mobilyaları olarak işlev gördüğü anlamına gelir (gülüyor)
Kent heykelleri açısından sıkıntılı bir ülkede yaşıyoruz. Kent heykellerinin bir ‘anıt’ gibi dokunulmaz olması değil; çocukların tırmanması, kuşların pislemesi, o pisliklerin bir süre kalması, etrafında birazcık çer çöpün birikmesi bile ifrada kaçmadığı sürece bana birer olumluluk gibi görünür, yaşayan bir şey gibi görünür. Bu anlamda bisiklet parkları ona hizmet edebilir, estetik de yapılabilir. Bunların çok güzel örnekleri var.
Planlama deneyimleri farklılık gösteriyor, evet; fakat bir taraftan da kentlilerin bir takım şeyleri talep etmesi gerekiyor galiba. Yani sen bisiklet yolu talep etmezsen, hiç kimse senin için bisiklet yolu inşa etmiyor. Bu, kentlileşmemiz ve bazı talepleri oluşturmamızla da bağlantılı olabilir mi acaba?
Nilüfer Göle’nin Mühendisler ve İdeoloji kitabının alt başlığı, “öncü devrimcilerden yenilikçi seçkinlere” adını taşır. Bu yenilikçi şeçkinlerin ortak mottosu şu: “Boş ver kendi iç sesini, hayal gücünü filan. Onlar fantezi. Bak; senin şu kadar elektriğe, şu kadar yola ihtiyacın var, kalanı teferruattır” gibi... Bütünüyle o mühendis algısı içinde konuşan ve demokrasiyi öteleyen bir güç dili.
Ama bir taraftan da şu var; bunun için afaki konuşmaya bile gerek yok, örnek var çünkü elimizde... Bağdat Caddesi’ne yapılan bisiklet yolu; yolun sol tarafında bir şeridin bariyerlerle ayrılmasıyla oluşturulacaktı. Başlandı, bir süre devam etti, sonra bariyer ve levhalar sökülmeye başlandı. Herkes; “Ne oluyor?” dedi ve bakıldı ki bisiklet yolundan vazgeçilmiş. Yani birileri karar veriyor ve sonra bakılıyor ki aynı birileri vazgeçiyor. Galiba birçok mevzuda temel sorun da bu; birisi veriyor verdiği gibi de alıyor tekrar, verince verme hakkını bulduğu gibi alma hakkını da buluyor. Bisiklet yolu da bu... Ama buna içinde yaşadığımız zaman dilimi çerçevesinde giysi giydirmesi gerekiyor, belediyeye sorulduğunda “Çok şikayet geldi vatandaştan” cevabı alınıyor. Ama şunu da öğrendik sonradan, “Bu yolu neden kaldırdınız?” diye daha çok şikayet gelmiş.
Şunu da unutmamak gerek; kimse alanından vazgeçmeyi göze almıyor. Hani demokrasi bir mutabakat, uzlaşma gibi bir şey ise öyle bir birikimi yok Türkiye’nin. O yolun kenarındaki bir metrelik alan sanki Bağdat Caddesi’nde trafik tıkanıklığına yol açıyor. Ben 15 sene önce Bağdat Caddesi’nde oturuyordum, trafik hep tıkanırdı orada halen de tıkanır. O bisiklet yolu neyi ne kadar tıkayacak? Bir de şu argüman var; yeterince bisiklete binen yok ya, orası dolu olsa diyecek ki “efektif”. O da doğru ama yani toplumlar da biraz sabretsinler canım.
Bisiklet kültürü ile bisiklet sporu bu anlamda nasıl bir ilişkiye sahip? Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu gibi etkinlikler bisiklet kullanımının benimsenmesine bir katkı sağlıyor mu?
Bisiklet kültürünün gelişmesinde, bisiklet sporunun büyük katkısı var. Bu iki alan birbirini besliyor. Doping meseleleri gibi kirli detayları dışarı çıkarırsak, bisiklet sporu çok güzeldir. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu seneye 50 yaşına basacak. 5-6 yıldır bir canlanma söz konusu; Eurosport’ta ve TRT’de canlı yayınlanıyor, izlenirliği de çok arttı. Türkiye’de bir çok insanın bisiklete başlamasına vesile oldu.
Bir de madem kentleri konuşuyoruz tam da yeri geldi; gözlemimi paylaşayım sizinle... Eurosport’ta ben de naçizane konuk yorumcu olarak katılıyorum epeyce bir zamandır, epeyce bir yıldır da izlerim bu yarışları... En ünlüsü Fransa Turu, ki son gün Paris’te yapılır. Paris’ten helikopter tepeden çekim yapar; nefis bir kent dokusu falan, çatılarda tek bir kırık kiremit yok... Tabiat eliyle yapılmış çok bir şey yok, düz şehirler bunlar ama müthiş bir mimari var köylerden şehirlere kadar. Biz de ise inanılmaz bir peyzaj var; mesela Antalya hattında helikopter yandan bir görüntü çekiyor denizin üzerinden, öyle bir görüntü yoktur. Ormanın içinde bisikletçiler rengarenk gidiyor ama şehirlere bir giriyoruz tam bir felaket! Çok çirkin... Yani sevimli bir çarpıklık çurpukluk da değil. Ben mesela Ankara’daki Altındağ gecekondu dokusunu çok severim; öyle sevimli bir çarpıklık da değil. Çok çirkin şehirlerimiz, ama halen muazzam bir peyzajımız var.
“Futbol borsada değil arsada güzeldir”
Dile nasıl bir müdahale getiriyor bu durum? Tenis turnuvasından tutun da, Redbull’un ekstrem sporlarına kadar birçok spor turnuvası düzenleniyor. Öte yandan İstanbul’un olimpiyat adaylığını tartışıyoruz. Fakat sporun sadece ticari bir aktivitenin ayaklarından birisi olarak vitrine çıkması; zaten bununla sağlıklı bir ilişi kuramamış, bunu sağlıklı bir şekilde içselleştirememiş bir kitlede nasıl bir etki yaratıyor?
Şubat ayında ‘Katar Bisiklet Turu’ koşuldu. Nasıl bir şey Katar Bisiklet Turu? O olgunun, o kültürün olmadığı bir yerde nasıl bir anlam taşır? İşte parası var birilerinin; getiriyorlar, Venus Williams Boğaz Köprüsü’nde tenis oynuyor. Yahu, memlekette kaç kişi raket sallıyor? Kurmak, oluşturmak istediğiniz imajın tam tersi... Türkiye ekonomisine dair böyle bir şey var, 'paraları var şimdi' diye düşünülüyor... Böyle copy-paste, üstüne sıvanmış bir şey. Katar Bisiklet Turu kimin umurunda? Ama İspanya’nın bilmem neresindeki bisiklet turu 70 ya da 80 yaşına basmış; o mahallenin çocukları falan çıkıyorlar, deyim yerindeyse folklorik bir şey haline gelmiş... Spor kültürünün derinliği üzerinden bakacak olursak o mu daha değerli, yoksa onun yüz katı para harcanan yüz katı ödül verilen Olimpiyat Oyunları'nda altın madalya almak mı?
Çok kullandığım bir benzetme; Lance Armstrong’un ‘doping hikayesi’nin çıktığı gün Metin Kurt toprağa verildi. Hürriyet Gazetesi de bizlerden doping konusuyla ilgili yorumlar aldı. Bir takım laflar ettik falan; ama en altta Metin Kurt’un haberi ve bir lafı vardı: Futbol borsada değil, arsada güzeldir... O laf, hakikaten bisiklet için de geçerli.
|