Size göre bu yasa nasıl olmalıydı?
Bana göre, ilk olarak afetin kapsamı çok genişlemeliydi. Yani afet yalnızca deprem olarak tanımlanmamalıydı. Eğer afet yasası çıkarılıyorsa, küresel ısınmayı da ele alacak biçimde yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği üzerinden başlayarak olaya girmek gerekirdi. Şimdi yeni yapılacak binalar da tanımsız bu anlamda. Önceliklerini iyi belirlemiş bir yasa olması gerekirdi.
Derbent ve Küçük Armutlu mahallelerinde örnekle yasanın riskli alan tanımını ve riskli alan kararlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Örneğin, Derbent ve Küçük Armutlu Mahalleleri’nde açıklanan kararların gerekçelerini bilmiyoruz. Bilmemek de sürecin ne kadar sıkıntılı olduğunu anlamak için yeterli. Bir riskli alan kararı nasıl alınıyor, kamuoyu bunu bilmiyor. Eğer bu işi hakkıyla yapıyorlarsa görüp bilmemiz ve bunun iyi yapıldığını anlamamız lazım. Ama şuanda hiçbir şey bilmediğimiz için sorunlar ve soru işaretleri var olmaya devam ediyor. Yine Derbent ve Armutlu örneğinden gidelim; çok iyi yapı stokuna sahip yerler olmayabilirler ama İstanbul’da bir şeylere başlayacaksak da başlangıç noktası Sarıyer değil. Derbent’te dönüşüm süreci yasadan önce başlamış bir süreçtir. Bir inşaat firmasının Büyükşehir’e itelediği bir durum var ortada. Her yerde böyle mi olacak, şuan bunu bilmiyoruz. Eğer her yerde inşaat firmalarının ittirmesiyle bu kararlar verilecekse çok vahim bir duruma gidiyoruz demektir.
Derbent’teki süreci uzun yıllardan beri çalışıyorsunuz? Riskli alan kararına gelene kadar neler oldu aktarabilir misiniz?
Derbent’te insanların oturduğu alan, 1980’lerde bir şekilde bir oto sanayi kooperatifine veriliyor. Oto sanayi kooperatifi de burada bir oto sanayi kurmak için alıyor bu alanı aslına bakarsanız, adından da anlaşılacağı gibi. Fakat zamanla bu başka şeylere dönüyor. Mesa Konutları yapılıyor ve Mesa Konutları yapılırken mahalleli bu işe çok tepki koyuyor. En sonunda bir anlaşma yapılıyor ve oto sanayi kooperatifi “Biz kendimiz için yalnızca bu konutları yaptık. Bundan sonrası sizindir, başka bir talepte bulunmayacağız” diyor. Fakat bu sözlü bir anlaşma olarak kalıyor. İstanbul’da rant bu kadar çok konuşulurken o alanın bu şekilde kalması çok mümkün olmuyor. 2000’lerde durum yeniden hareketlenmeye başlıyor. Bu defa oto sanayi kooperatifi bir inşaat firmasıyla anlaşıyor ve belediyeyle birlikte bir proje geliştiriliyor. O proje çerçevesinde, yerleşme alanının 3’te 1’ine yapılacak bloklar içerisine bütün mahalle nüfusunu sığdırabileceklerini söylüyorlar. Her şeyden önce böyle bir öneriyle mahalleliyi sıkıştırmış oluyorsunuz. Diğer alanlara ise başka inşaatlar yapılacak ve satılacak gibi gözüküyor. Mahallenin esnafı bu planın içerisinde yok. Etraflarında duvarlarla çevrili lüks siteler olacak muhtemelen. Dolayısıyla burası, lüks konutların içerisinde kalan bir yoksul mahallesi pozisyonuna gelecek. İnsanlar birbiriyle birebir ilişki kurmasalar bile birbirlerine görünür olacaklarından kutuplaşma ve gerilimi artıracak. Mevcutta orada 80 kadar esnaf var, 80 esnafın işini kaybetmesi yaklaşık 300 kişinin işini kaybetmesi anlamına geliyor. Bu da mahalle için önemli bir rakam. Nihayetinde sıkıntılı bir proje önerildi. Yerinde dönüşüm önerildi, evet ama bu orada yaşayan insanların sosyo-ekonomik koşullarıyla ilişkili bir plan değil. Böyle yoksul mahallelere yapacağınız müdahaleler aslında orada onların kurdukları ekonomik ve sosyal ilişkilere bir şekilde müdahale anlamına geliyor. O ekonomik ve sosyal ilişkilere müdahale ettiğiniz zaman yerine bir şey koymanız gerekiyor. Yerine bir şey koymadığınız zaman ise insanlar darmaduman oluyorlar. Zoraki bir modernleşmeyi iteliyorsunuz onlara. Bu arada da modern olmayan, bugün ki liberal ekonominin değerli saydığı şeyler içerisine girmeyen ekonomik faaliyetleri yok ediyorsunuz. Bunları yok ettiğinizde bu insanlar çok güçsüz kalıyorlar. Başka bir yönü de, böyle alanlara girdiğinizde insanların arasına husumetler sokmuş da oluyorsunuz. Bunları Fikirtepe’de yaşadık örneğin.
Yerel yönetim ve merkezi yönetim ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siyasi pozisyon almalar elbette olacak. Sarıyer, Maltepe ve Kartal kentsel dönüşüme tepki oylarını da alarak iktidara gelmiş yerler. Sarıyer’de ise özel bir durum var. Şükrü Genç bir gecekondu mahallesinde doğmuş büyümüş bir insan. Dolayısıyla gecekondularla organik bir ilişkisi de var. Siyasi dili kurarken daha dikkatli olması, dönüşümle mesafesini koruması çok beklenir. Ama ben bir bilim insanı olarak şunu söylemeliyim, kentsel iyileştirme yer yer gerekli olan bir müdahale biçimidir. Bu müdahale biçimi için imar kanununa bağlı olduğu sürece bir yasa çıkartılması da anlaşılır bir durum. Fakat yaşayanlar için etkisi bağlamında güzel ışıklar veren bir durum değil bu. Kentte yaşayanları içerisine alan bir yaklaşıma karşılık gelmiyor. Açıkçası ben Sarıyer Belediyesi’nden daha aktif bir pozisyon beklerdim. Zamanında Sarıyer Belediyesi’yle toplantılar yapıldı. O toplantılarda şöyle kararlar alınmıştı, Mahalle Dernekleri Platformu vardır, onlarla her hafta toplantı yapacaktı başkan yardımcısı. Platformun talepleri kendisine iletilecekti ve iletilen taleplerin takibi yapılacaktı. Halkla organik bir ilişki biçimi kurulacaktı. Katılımcılık bütçesine katılabilir bir durumdu. Mahalleler kendi mahallelerine ne yapılacağına karar verebilirlerdi. Bu mahalle derneklerini çok güçlü bir hale getirirdi. Sarıyer Belediyesi de Türkiye’de örneği olmayan yönetim süreci ortaya koymuş olurdu ve süreç çok barışık ilerlerdi. Sarıyer Belediyesi’nin bu anlamda belli girişimleri vardır ama yine de sosyal demokrat belediyecilik için ellerindeki çok iyi bir fırsat vardı ve bu fırsatı iyi kullanamadıklarını düşünüyorum ben.
|