Türkiye ekonomisinin göz alıcı bir başarı öyküsü yaratmakta olduğu izlenimi son günlerde yara alıyor. 2008 krizi sonrası özellikle dünyanın en yüksek büyüme hızı kaydeden gelişmekte olan ekonomilerinden olan Türkiye ekonomisinin bu performansı, henüz iki ay önce 21 yıl aradan sonra ilk kez aldığı Moody’s’in kararı ile ikinci bir uluslararası kredi derecelendirme kuruluşunun 'yatırım yapılabilir' kredi notuyla da takdir edilmişti.
Mayısın ikinci yarısından itibaren ise bu olumlu hava birden tersine döndü. Dünya piyasalarının deyim yerindeyse 'Big Brother'ı ABD Merkez Bankası FED’in 2008 krizi sonrası başlattığı aylık 85 milyar doları bulan tahvil alım programını kademe kademe azaltacağını açıklaması, bu düşük faizli parayı çeken ülkeler olan gelişmekte olan piyasalarda çalkantı yarattı. Gelişmekte olan ülke piyasalarından sermaye çıkışları yükselirken, Endonezya örneğinde olduğu gibi merkez bankaları çıkan parayı yeniden çekmek için faiz silahını çekti.
Türk varlıkları ve TL de aşağı yönlü ciddi baskı altına girdi. Gezi Parkı olaylarıyla başlayan protestolar ve 'faiz lobisi' olarak adlandırılan bir grubun varlığına sıklıkla yapılan resmi atıflar, tedirginlikleri tırmandırdı.
Mayıs başından bu yana dolar karşısında yüzde 9’a varan değer kaybının da etkisiyle yabancı yatırımcıların portföy değeri 30 milyar dolar civarında azaldı, piyasadan 3 milyar doların üzerinde çıkış yaşandı. Hisse senedi piyasasında ise 1 milyar 200 milyon doların üzerinde çıkış gerçekleşti. Dolar/TL kurundaki yükselişi frenlemek isteyen Merkez Bankası ise son bir ayda döviz satım ihaleleriyle 6 milyar 250 milyon dolar döviz sattı. Son hamle ise 5 Nisan’da Borsa İstanbul’un açılışını yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın temenni ettiği ve gerçekleşen tarihin en düşük gösterge faiz seviyeleri, iki katına yükseldi.
Bugün gelinen noktada ise yaklaşan dönemi 'geçici piyasa dalgalanmalarının' yanı sıra 'Lale Devri’nin sonu' olarak nitelendirenler de bulunuyor.
Sorunlar geçici mi?
Deutsche Welle Türkçe'de Kıvanç Özvardar imzasıyla yayımlanan habere göre bu endişelerin kaynağı ise, ucuz ve bol para devrinin sonuna gelinmesiyle, bu parayla fonlama imkanı bulan Türkiye ekonomisindeki kırılganlıklar. Her ay yaklaşık 5 milyar dolarlık cari açığın finansmanını sağlayan bu kaynak, ekonominin 'yumuşak karnı'.
Uluslararası Para Fonu (IMF) de 9 Temmuz’da açıkladığı Dünya Ekonomik Görünümü güncellemesine göre küresel büyüme, Mayıs ayındaki mali dalgalanmalardan etkilenecek. IMF raporunda, gelişen ekonomilerin zayıf büyüme ve sermaye akımlarındaki risklerle 'bütçelerinde tahmin edilenden daha az kaçış yeri' olacağı ifadesiyle bu kırılganlıklara dikkat çekiyor.
Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) de 18 Haziran tarihli raporunda bu kırılganlıkları şöyle tanımlıyor: “Cari açık dışında zayıf finansman kalitesi kırılganlıkları artırıyor. 2013’te Türkiye’nin cari açığının GYSİH’sinin yüzde 6.6’sı olacağı varsayımı altında, Türkiye’nin dış finansman ihtiyacının yaklaşık 220 milyar dolar olacağını öngörüyor; bu da GSYH’nin yüzde 24’ü demek”.
IFF, endişelere dikkat çeken tek kurum değil. 2012’nin kasım ayında Türkiye’nin kredi notunu 'yatırım yapılabilir' seviyesine yükselten ilk kredi derecelendirme kuruluşu Fitch de Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmelerin potansiyel riskleri sıralayan bir rapor yayınladı.
Endişelerin yoğunlaşmasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında ise ekonomi yetkililerinin katılımıyla düzenlenen Ekonomik Değerlenme Toplantısı sonrasında yayınlanan bildiride, 'Türkiye’de yatırımları olan tüm yatırımcılara her türlü desteğin verildiğini ve bundan sonra da verilmeye devam edeceği' vurgulandı. TL’deki değer kaybını döviz satışıyla durduramayacağı algısı belirginleşen Merkez Bankası ise para politikasında değişikliğe gideceği ve faiz artıracağı mesajını verdi.
Yapısal reformlar gerekli
Merkez Bankası’nın önlemlerinin kısa vadede yeterli olacağını belirten JP Morgan Başekonomisti Yarkın Cebeci ise ihtiyatlı iyimserlerden: “Çok da enseyi karartmamak gerek. Bundan sonraki tepkiler daha yumuşak olur. Kısa vadede faizler yükselmeli, uzun vadede ise maliye politikası gevşememeli, yapısal reformlar yapılmalı.”
ING Bank Başekonomisti Sengül Dağdeviren ise Türkiye’nin cari açığının finansmanı konusunda sorun yaşamayacağını düşünüyor. Dağdeviren, “Mevcut kaynakların yerine yenisi gelebilir ya da büyüme ivmesi düşebilir. Dünya global bir krize girmediği ve içeride çok ciddi bir çalkantı yaşanmadığı sürece, dengelenmenin görüleceğini düşünüyorum” sözleriyle iyimser bir duruş sergiliyor.
Peki yapısal sorunların kaynağı nedir? Yaşar Üniversitesi Dekanı ve Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Erinç Yeldan, “2002-2012 arasında yıllık büyüme oranları ortalamasının eğimi negatif; yani büyüme sonrası büyüme patikasının ardında, ucuz dövizin sunduğu aritmetik işlemlere dayalı olarak dolar bazında hızlı bir büyüme yanılsaması yaratıldı” diyor. Yeldan’a göre, kronikleşmiş cari açık sorununun diğer önemli nedenleri de düşük sanayileşme ve dış borçlanmadaki artış.
|