Tophane'de galeri açılışıyla ilgili olarak sanatçıları haşat
eden mahalleli tepkisi anında "içkiye tepki" biçiminde haber oldu. Ama sonra
habercilerimiz mahallelinin yakın zamandaki diğer sabıkalarına bakmayı akıl
edince kafamız karıştı: Televizyonda oldukça ilginç sahneler izledik!
Polisten kaçan 1 Mayıs göstericilerini kıyasıya döven mahallelileri gördük
ekranlarda. Sonra daha önce de sanat galerileri ve sanatçıların kendi
mahallelerindeki hoyratlıkları ile ilgili bilgileri, demeçleri dinledik. En çok
da esnaftan. Bu kısım önemli çünkü bu ülkenin esnaf teyakkuzunun nelere yol
açabileceğini çok kişi bilir ama en çok da polisten kaçan eylemciler bilir
galiba.
Polise eşlik ederek eylemci avına çıkmada çakı gibi davranan aslan esnaf her
zaman "mahalleli tepki gösterdi" habercilik repliğinin gerçek öznesidir. Yine de
Tophane'deki sanatçı dayağının "içkiye tepki, kendini beğenmişliğe tepki" gibi
cümlelerle açıklanan gerekçeleri kafa karışıklığımızı gidermedi.
Bohemlik adres karıştırdı!
Sanatçının yaşam mekanlarına dair algısı elbette gündelik yaşam dünyasından
farklı bir ritimde işleyebilir. Hatta bunu Fukocu (Foucault) bir yerden birileri
"iktidara reddiye" olarak da yorumlar.
Kent merkezinin dinamik mekanlarında yaşam sürmek istemesine, sanatını icra
etmesine halkımız da alışıktır ama sadece büyük kentlerde ve de o büyük kentin
sadece göbeğinde. Ama buralarda da kimi zamanlar işler karışabiliyor,
Tophane'deki sanatçı dövme olayındaki gibi.
Yani sanatçının marjinalliğine alışık olan halkım aynı zamanda sanatçı
dövmeye de alışık, bir kere daha hatırlıyoruz. Evet Tophane'de "araba devrildi".
Çünkü bohemlik adres karıştırdı. Daha kıvam bulmamış bir yerde, Tophane'de
Galeri açmanın maliyetleri bu kadar ağır olunca gözümüz korkuyor.
Yukarıda Galata'da bohemliğin tadıyla başlamış soylulaştırma iklimindeki
sanatseverlik burada yani azıcık aşağısında levye ile sanatçı dövme cüretini
gösteren saldırganların tutumu ile ters yüz oluyor. Kararlı ve önceden
planlanmış bu saldırı, son ayların halkın yerellerdeki çatışmalarını
hatırlatıyor ve bir kere daha ürküyoruz.
Soylulaştırmanın ince ayarsızlığı
Peki, mahalleye Kültür Bakanını getirten bu olayı nasıl bağlayacağız?
Galeri sahiplerinin öngördüğü "mahalleli ile bütünleşme projeciliği" mi
yoksa farklılıkları cepte tutan ertelemeci formül mü? Bütün bunların uygulandığı
yerler oldu ama ne yazık ki işe yaramadı, biline.
Böyle ana okul düzeyindeki "hadi kaynaşalım" iyimserliği ile çözümlerin
kalıcılaşmadığı bilinmekte. O zaman kent merkezlerindeki bu gerilimleri kentsel
mekanın yeniden paylaşımı eşiğine getiren neoliberal kent politikalarının
sınıfsal ilişkileri ne düzeyde çatışmalı hale getirdiğini saptamak
gerekiyor.
Mahalleli galerinin bu gelişinin kendi varlıkları açısından hayra alamet
olmadığını bilmektedir. Galerilerin, tasarım atölyelerinin gelişi onlar
açısından bir kültür sanat meselesi değildir. Mahalledeki bu kültür-sanat
hareketlenmeleri, soylulaştırma ve kentsel dönüşümden ayrı düşmeyen gelişmeler
olarak, mahalledeki mekanların rantını arttıran ama bu artışın mahallelinin
elinde daha fazla kalamayacağı ve kendilerine yakın zamanda yol görüneceğinin
sinyalleridir.
Ayrıca Beyoğlu ve çevre semtlerindeki kentsel dönüşüm ve soylulaştırma
"Avrupa Kültür Başkenti" gibi mahallelere ince ayar çeken politikaların,
elindeki levyeyi kamera karşısında dahi indirmeyen saldırgan genç için bir şey
ifade etmediği de kesin.
Meseleyi sınıfsal bir gerilim olarak görmeyi ihmal ettikçe konunun
hafızamızda "levyeli yobazlar" ile "liberal-özgürlükçü bir yaşam tarzı"nın
gerilimi olarak kalması mümkün.
Hatta bu kavramları iktidar düzeyindeki temsillerine de indirgemek mümkün:
Türk- İslam sentezinin merkezindeki Adalet ve Kalkınma Partsi (AKP) ile çok
yakın zamanda liberalizme de talip olmuş bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
elitizminin tabanı mı aynı çatıyı paylaşamamaktadır?
Hani neyse ki ortada Kürtler yoktur! Bir de onu da kareye koyarak düşünmeye
çalışacaktık ki, o zaman kim yan yana, kim karşı tarafa düşerdi bir düşünün.
Bu saldırı sonrası galeri sahipleri bir özeleştiri yaptılar: mahalleli ile
yeterli diyalog kurmadıklarını söylediler. Mahalle gerilimleri ile
çatışmalarının her durumda verdiği kırmızı alarmı bir "diyalog eksikliği" ile
gidermenin çok kalıcı olamayacağı ortadır.
Bu sorunların arka planına bakmak, toplumu bir arada tutan bir siyasetin
gerekliliğini görmek gerekiyor. Yani mutena bir mahalle anlatısı ile "mahalle
baskısı" arasındaki çizgiyi, günümüzde orta sınıfın kent tahayyülü
belirlemektedir.
Orta sınıf liberalizmi ile yoksulların içine hapsolduğu muhafazakarlığın
başka mahallelerde rahatlıkla yan yana düşebileceğini unutmazsak, bir arada
yaşamayı olanaklı kılan bir toplumsal zemini de doğru tarif etmiş oluruz.
Geleceklerini artık yaşadıkları yerlerde görmemeye başlamış olan kesimleri ve
tabi bu tür çatışmalardan kaygı duyan bizleri ikna etmek için Bakan'ın
Ankara'dan gelmesine gerek kalmadan daha başka çözümler bulmak gerekiyor.
Kentin ekonomisi diye bütünüyle kentsel rantların artışına odaklanmak ve bu
artışları sınıfların mevcut avantajlı konumlarına terk etmek sadece bir bölüşüm
politikası değil, bunun arkasındaki sınıfsal statükoların hassas dengesinin
mahallerdeki yeniden inşasıdır. Ayrıca soylulaştırma denilen menem şey öyle
sanatçı veya üst sınıftan insanların niyetleri ile olan bir şey değildir.
Galeri sahiplerinin Tophane'yi uygun bir yer olarak görmelerinin kendisidir
soylulaştırma. Orası bir işçi semti ile küçük üretimlerin yapıldığı atölyeler ve
ticarethanelerden oluşan bir yer iken üst politik kararlarla Tophane'nin başka
tür bir yer olma kararı alınmıştır.
Galata Port projesi, Avrupa Kültür Başkenti, İstanbul Modern ve diğer özel
müzeler yan yana geldiğinde oraya talip olanlar değişir! Soylulaştırma için bu
kadarı yeterdir. Sanatçının iyi/kötü niyetine gelmeden olay bitmiştir.
Bitmesini istemeyen galericilere elbette haddimizi aşarak bazı tavsiyelerde
bulunmak isteriz:
Eğer gerçekten soylulaştırmayı istemiyorlarsa bu saydığımız projelere karşı
çıkmalarını, kentin üst kararlarla, neoliberal politikalarla değil; yaşayanların
sorunlarını ve ihtiyaçlarını çözmek üzere hareket eden demokratik bir kent
yönetiminden bahsedebilirler.
İçeriği asla toplumsal olarak doldurulamayacak amorf bir "diyalog" kavramının
yerine başka ne konulabilir diye düşünebilirler! Ya da bütün bunları dert
edenleri bir kere olsun dinleyebilirler.
Tarlabaşı'nı geçmeden
Peki ipler neden Tarlabaşı'nda kopmuyor? Çünkü oradaki dönüşümün yönetilmesi
hem merkezi düzeyde hem de yerel düzeyde oldukça iddialı biçimde
ayarlanmaktadır. Bunun için her türlü siyasal ve ideolojik araç ve söylem
kullanılmıştır. "Hassas mahalleli" olma aşaması dahi yaşanamadan insanların
evleri yıkılmaya başlamıştır.
Orda zaten incinecek gelenek-görenek, pek muhafaza aile yaşamı da yok, proje
sahiplerine ve yönetime göre; ve tabii onlara destek veren liberal kent
savunucularına göre de.
Ayrıca burası bir de "suç yuvası"! Yani buradakiler zorlasak bir tür "dibine
kadar bohem" de sayılabilirler. Sokaklara taşan içki bardaklı sanatçı kesimin
olamayacağı kadar marjinaller yani, birilerinin gözünde. Hatta bu çizdiğimiz
senaryodan bir "sosyal dayanışma" bile çıkar diye düşünesi geliyor insanın.
Yani burada saldırıya uğramış sanatçı ve sanat çevresi belki de güvenlik
güçlerince evlerinden çıkarılmaya başlamış olan Tarlabaşılı mahalleliler ile
dayanışmaya gider. Tıpkı Emek sineması yıkımına dur diyen yürekli sanatçılar
gibi bir sanat dünyası duyarlılığı yükselir, kim bilir!
Başlığa geri dönelim: Tophane'de kimseyi dövmeyelim...
Yrd. Doç. Dr. Besime Şen / Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık
Fakültesi
|