Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Mali Kaynak Yaratma Aracı Olarak Kent

Özellikle İstanbul gibi toprak rantının çok ciddi bir biçimde arttığı bir kent söz konusuysa, kentsel dönüşüm uygulamalarının hedeflediği alanlar bellidir. Kentin Beyoğlu, Karaköy gibi rant potansiyeli giderek yükselen bölgelerine yakın bir konumda bulunan Tophane’de yaşananları bu dönüşüm sürecinin bir durak noktası olarak değerlendirmek gerekir.

Radikal İki
Mali Kaynak Yaratma Aracı Olarak Kent

Tophane’de yaşananlar pek çok kişi tarafından farklı biçimlerde tartışılıyor. Kimileri bunun muhfazakarlıkla ilişkisini kuruyor, kimileri ise kentsel dönüşümün sonuçlarından ve bunun “uzlaşma” ile yapılması gerektiğinden söz ediyor. Bu açıklamaların hepsinde kısmen doğruluk payı olsa da bütünü kavramakta ciddi eksikleri olduğunu söylemek gerek. Bütün bu olan bitenleri anlayabilmek ve açıklayabilmek için yeni kent politikalarının ve bunun arkasında yatan ideolojinin deşifre edilmesi lazım. Özellikle İstanbul gibi toprak rantının çok ciddi bir biçimde arttığı bir kent söz konusuysa, kentsel dönüşüm uygulamalarının hedeflediği alanlar bellidir. Kentin Beyoğlu, Karaköy gibi rant potansiyeli giderek yükselen bölgelerine yakın bir konumda bulunan Tophane’de yaşananları bu dönüşüm sürecinin bir durak noktası olarak değerlendirmek gerekir. Beyoğlu Belediyesi’nin sayfasında “markalar” bölümüne bakıldığında bu dönüşümün doğrultusu ve niyeti zaten apaçık görülecektir.

Haklı endişe

Bütün bu gelişmeler olurken, Tophane’de yaşayanların en azından bir kısmının tepkileri hedefini şaşırmış durumda. Burada mahallelinin aslında en büyük korkusu, ortaya çıkan değişimler sonucunda artık burada barınamayacakları ve yaşam alanlarını kaybedecekleri konusunda duydukları endişeden kaynaklanıyor. Ne yazık ki bu endişe sonuna kadar da haklı. Ancak, yine ne yazık ki, bu konunun muhatabına, yani bu politikaları sonuna kadar destekleyen Beyoğlu Belediyesi’ne ve Büyükşehir Belediyesi’ne itirazlarını götürmek ve kendi çözümlerini oluşturmak yerine, tamamen serbest piyasanın işleyişine bırakılmış bir gelişimin doğal sonucuna, yani burada yer seçmeyi uygun bulmuş bir sanat galerisine saldırı gerçekleştiriliyor. Üstelik bu, muhafazakârlık adına ya da kaldırımların işgal edilmesi gerekçesiyle yapılıyor. Mahallede yaşayanların çoğunluğunun oy verdiği partinin kent politikalarını sorgulamadan... Bu politikaları sorgulamaz ve yapılan muhalefeti gerçek muhatabına yöneltemezsek yaşam alanlarımızı ne ölçüde ve ne süreyle koruyabiliriz ve iyileştirebiliriz?

Tamamen piyasa mekanizmalarına bırakılmış, ilkeleri konmamış bir kentsel dönüşüm sürecinde ve daha yüksek verenin talebine uygun olarak biçimlenen sosyo-mekânsal dönüşümde başka bir son yok: Daha yüksek veren kazanır. Bugün kısmi bir “uzlaşma” ile yanyana durmayı becerebilen kesimlerin, bir zaman sonra piyasanın “ayrıştırıcı” rüzgarında elenerek yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalması neredeyse kaçınılmaz görünüyor. Yani bugün bir “ara dönem” yaşıyoruz. Eğer piyasa mekanizmasını denetleyen ve kentte yaşayan farklı toplumsal kesimlerin yaşamsal taleplerine uygun dönüşümlere politik ve ideolojik olarak kulaklarınız tıkalıysa, zaman içinde mutlaka artan rantlar galebe çalacak ve yaşam alanınızı daha fazla verene terk edeceksiniz. Dünyada bunun aksini gösteren bir örneğe henüz rastlanmadı. Ancak merkezi ya da yerel yönetimler piyasa mekanizmasının işleyişine karşı koruyucu tedbirler alırsa ve kentin dönüşümünde toplumsal gerçekliğe ve taleplere uygun çözümler bulmaya niyetlilerse bunun tersine bir durum yaratılabiliyor. İşte bunun çareleri ve örnekleri var.

Kentler, rant değerine göre bölümlere ayrılmış fiziksel mekânlar değildir. Kentler toplumsal olarak kurulur ve biçimlenir. Yıllar içinde, insanların anlam dünyalarıyla bütünleşerek ve bir bellek yaratarak kurulan yaşam alanları, kolay oluşmaz. Bu sadece konut alanlarıyla da sınırlı değil, kentin tümüyle ilgili bir mesele. Kenti sadece en yüksek verene satılacak bir değişim nesnesi olarak düşünürseniz, kent, “yangında ilk elden çıkarılacak bir meta” ve bir mali kaynak yaratma aracı haline gelir. Kentler, ancak bütün toplumsal kesimlerin bir aradalığını destekleyen, barınma olanağı sunan ve karşılaşmaları artıran bir yapıda gelişirse yaşamsal bir zenginliğe kavuşur. Aksi takdirde, döneminin en fazla rant getiren işlevlerine doğru evrilir, homojenleşir ve belleğini kaybeder. Bu da uzun vadede aslında herkesin, bütün kentlilerin, kaybetmesine yol açan bir gelişme biçimidir. En çok kimin kaybedeceği de zaten başından bellidir.

Kent, sadece piyasa mekanizmalarıyla ve bunu destekleyen kamu otoritelerinin, politik ve ideolojik tercihleri doğrultusunda empoze ettiği plan ve proje kararlarıyla biçimlenmeye başladığında ve buna karşı çıkma mekanizmalarınız, değişen yasalarla ve TOKİ gibi bazı kurumların artırılan yetkileriyle elinizden alınıyorsa, artık “uzlaşma” aramak da anlamını yitirecektir. Artık “uzlaşma” dediğimiz süreç, tepeden verilmiş kararların belirlediği dar alanda yürütülmektedir. Yani kırk katır mı, kırk satır mı?

Kamu yararı

Bu işleyen sürece karşı durabilmek ve herkesin yararına çözümler üretebilmek için politik ve ideolojik düzlemde etik değerlere yaslanan ilkelerinizin olması gerekir ve bu ilkelerin en başında da, aslında hepimizin bildiği gibi “kamu yararı” var. Böyle bir ilkesel duruşunuz varsa, uygulamaları da bu doğrultuda yönlendirebilirsiniz. “Kamu yararı” kavramı bile, ne yazık ki değişen ideolojik söylemin içeriğine göre anlam değiştirdi. Artık bu kavram, farklı otoritelerin söylemlerinde ve çeşitli bilirkişi raporlarında yapılmak istenen dönüşümler için bir kılıf olarak kullanılabiliyor. Oysa, “kamu yararı” kavramının içeriği, ancak toplumsal olarak oluştuğunda bir anlam ifade eder. Hem evrensel hem de yerel değerlerin bir bileşkesi olarak ve toplumsal gerçeklikle yüzleşerek zaman içinde kurulabilir, hakim söylemin direktifleriyle değil...

Biz bunları tartışaduralım, son Anayasa değişikliği ile “kamu yararı”na dayanarak bazı uygulamalara karşı çıkma olanağımız bile elimizden alındı. Ağustos 2010’da ise Belediye Yasası’nın 73. Maddesi’nde yapılan bir değişiklikle artık kentsel dönüşüme ilişkin kararların verilme ve uygulanma yetkisi ilçe belediyelerinden alınarak Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi. Artık muhatabımız daha uzak, boynumuz kıldan ince... “Yerelleşme”, “katılım”, “bir arada yaşama” gibi kavramları parlatarak kullanan otoriteler, gücü merkezileştirerek, ulaşılmaz kılarak ve yasaları topyekun değiştirip uygulamaların meşruiyetini bu yasalar üzerinden kurarak yollarına devam ediyorlar. Artık yasal olanla toplumsal vicdanımızda meşru olan arasındaki makas iyice açıldı. Yaşam alanlarımız yok oluyor, hepimizin kullandığı kentsel mekânlar, konut alanları, belleğimiz hiçleştiriliyor, bizim isteğimiz dışında ve biçimde dönüştürülüyor... Bundan sonra “biz bunları bilmiyorduk; bize söylenmedi; sonradan duyduk” deme şansımız yok. Ne yazık ki ne ekersek onu biçiyoruz.

Asuman Türkün / Doç. Dr., Yıldız Teknik Üni.

http://www.yapi.com.tr/haberler/mali-kaynak-yaratma-araci-olarak-kent_82858.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!