Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) tarafından düzenlenen
'4. Küresel Isınma Kurultayı' sonuç bildirgesinde, özel
sektörün iklim değişikliği ile mücadele stratejisinin sadece ağaç dikmek
olmaması gerektiği, tüm ülke ağaçlandırılsa dahi şu andaki sera gazı
salımlarının ancak yarısının karşılanabileceği belirtildi.
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi, EGD Küresel Isınma
Kurultayı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay
tarafından kaleme alınan bildirgede, küresel ısınma ve iklim değişikliği
konusundaki duruşunun gelişmekte olan ülkelerinkine yakın olan Türkiye'nin,
Kyoto Protokolünü ancak sera gazı salımlarını azaltma yükümlülüğünü ortadan
kaldıran Ek 1 ülkelerinden farklı bir konumda olduğunun kabulü ile isminin Ek
2'den çıkartılması ve Ek 1'de kalması kararının alınmasından sonra imzaladığı
hatırlatıldı. Bu nedenle Türkiye'nin sera gazı indirimi gibi bir yükümlüğü ve
taahhüdü bulunmadığına değinilen bildirgede, Türkiye'nin 1990 yılından 2009
yılına kadarki sera gazı salımları dikkate alındığında, artış açısından açık ara
dünya birincisi olduğunun görüldüğüne dikkat çekildi.
Türkiye'nin 1990 yılında toplam 170,1 milyon
ton olan sera gazı salımının 2007 yılında 372,6 milyon tona çıktığı, 2008 ve
2009 yıllarında ise küresel ekonomik kriz nedeniyle sera salımlarının azaldığı
ve 370 milyon tona gerilediği belirtilen bildirgede, toplam sera gazı salımının
278 milyon tonunun enerji sektöründen kaynaklandığı, bunun da resmi rakamlara
göre ancak yüzde 15'inin ormanlar tarafından bağlanabildiği kaydedildi. Bazı
bilimsel araştırmalara göre bu değerin çok daha az olduğu ifade edilen
bildirgede, küresel ısınmaya katkı sağlayan bir ülke konumunda bulunan
Türkiye'de iklim değişikliği ile mücadele kapsamında 2011 yılında 2011-2023
yıllarını kapsayan bir İklim Değişikliği Ulusal Eylem Belgesinin hazırlandığı,
enerji, binalar, sanayi, ulaştırma, atıklar, tarım ve ormancılık alanlarında
yapılacakları içeren bu eylem planının iyi bir adım olduğu vurgulandı.
''Mücadelede samimiyetin sorgulanmasına
neden oluyor'' Eylem planında toplam
sera gazı salımlarının azaltılması için ise bir hedef bulunmadığına işaret
edilen bildirgede, sera gazı salımlarının fazla olmasına neden olan, kalkınmış
ülkelerin vazgeçtiği çimento, demir çelik gibi endüstrilerden kaynaklanan
salımların sınırlandırılmasının da hedefler arasında bulunmadığı belirtildi.
Kentleşme kapsamında tarım ve mera alanlarının yapılaşmaya açılması, Ergene
Ovasının İstanbul'un arka bahçesi haline getirilmesi, korunan alanlarda tesis
yapımına izin verilmesi, 2B arazilerinin satışının gündeme gelmesi ve bu durumun
orman alanlarında yeni işgallere yol açma ihtimali, kara yollarına yapılan
yatırımlar, 3. Köprü ve Kanal İstanbul gibi projeler, orman alanlarında giderek
artan sayıda verilen izin irtifak hakları, HES inşaatlarındaki doğayı tahrip
eden uygulamalar, doğa üzerinde büyük tahribatlara yol açabilecek bazı büyük
projelerin ÇED kapsamı dışında bırakılması gibi çeşitli uygulamaların iklim
değişikliği ile mücadelede samimiyetin sorgulanmasına neden olduğuna dikkat
çekilen bildirgede, ''Görünen o ki çoğu ülke iklim değişikliği ile mücadele
edermiş gibi görünerek yine bildiğini okuyor'' yorumu yapıldı.
Türkiye'de iklim değişikliği ile mücadelede en büyük görevin devlet ve
hükümete düştüğü vurgulanan bildirgede, bu durumun ülkede devletin halen büyük
yatırımcı olmasından, hükümetin de ülke politikalarındaki öncelikleri
belirlemesi ve karar verici olmasından kaynaklandığı, ayrıca yasa koyucu olan
TBMM'nin de çıkarılacak yasaların iklim değişikliğine etkileri boyutunu da
değerlendirmesi gerektiği, özellikle yeni anayasa hazırlık çalışmalarında tarım,
orman ve mera alanlarının daralmasına, korunan alanların tahribine yol
açabilecek hükümler olmamasına dikkat edilmesi gerektiği ifade edildi.
''Tarım, orman ve mera alanlarının
korunması gerekiyor'' Bildirgede,
şöyle denildi: ''Bir zorunluluğumuz olmamasına
rağmen, gönüllü olarak sera gazı salımlarında indirim hedefi konulması bir iyi
niyet göstergesi olacaktır. Nitekim henüz resmi olarak açıklanmasa da ülkemizin
Durban'daki Taraflar Konferansında 2020 yılında mevcut sera gazı salımlarından
yüzde 20 oranında bir azaltma hedefini ilan edeceği konuşuldu. Ancak resmi bir
açıklama gelmedi. Bu, iklim değişikliği ile mücadelede olumlu bir adım
olacaktır. Ancak sadece sera gazı salımlarını azaltmak yeterli değildir. Tarım,
orman ve mera alanlarının korunması da gerekiyor. Çünkü daha önce de açıklandığı
üzere atmosferdeki sera gazı artışlarının yaklaşık yüzde 31'i tarım, orman, mera
ve korunan alanların yapılaşma ile kaybedilmesinden kaynaklanıyor.
İklim değişikliğinin azaltılması ve uyum
kapsamında özel sektöre de büyük görev düşüyor. Özel sektörün iklim değişikliği
ile mücadele stratejisi, sadece ağaç dikmek olmamalı. Unutulmamalıdır ki tüm
ülkemizi ağaçlandırsak dahi, şu andaki sera gazı salımlarımızın ancak yarısını
karşılayabiliriz. Özel sektör, düşük karbon yoğunluklu üretimi hedef almalı ve
yeni teknoloji geliştirilmesine kaynak ayırmalı. Bu konuda özel sektörün konuya
ilgi göstermesi için yeni teşvik, sübvansiyon ve vergilendirme sistemleri
geliştirilmelidir. Ayrıca özel sektörün çevre koruma çalışmalarını gerçek
anlamda ciddiye alarak atık su arıtma tesisleri, baca gazı filtreleri, katı atık
yönetimi sistemini kurmaları sağlanmalıdır.''
Bildirgede, iklim değişikliğiyle mücadelenin diğer bir ayağının da
belediyeler olduğuna işaret edilerek, belediyelerin atıklardan oluşan sera
gazlarını azaltma, atıkların kaynağında ayrıştırılmasını sağlayarak ekonomiye
kazandırma, halkı iklim değişikliği, yenilenebilir enerji ve çevre konularında
bilinçlendirme, imar ile ilgili karar verme sürecinde iklim değişikliğini
artıracak uygulamalardan kaçınmada sorumlulukları bulunduğu vurgulandı.
|