• Normal yağmurda bile suyu taşımayan kanallar, taşan dereler, saatlerce kilitlenen trafik nedeniyle yağmur veya kar suçlu ilan ediliyor. Kentsel dönüşüm adı altında yeşil alanlar, orman alanları, su havzaları yapılaşmaya açılıyor, kentin hayat damarları yok ediliyor.
• Rant eksenli bir yapı, kentsel dönüşüm kavramı ile eşdeğer bir hale gelmiştir. Yargı yolu açık yürütme durdurulamıyor, bina boşaltılamıyorsa, su, elektrik, doğal gaz kesiliyor. Tapusu olmayana enkaz bedeli ödenerek, git deniyor. Acele kamulaştırma yapılıyor. Afet ve deprem meşruiyeti açısından her şeyden vazgeçiliyor. Özünde planlama lağvediliyor, merkezileşme ön plana geçiyor, bina ölçeğinden hareket ediliyor. Gayrimenkul sektörü menkulleşiyor. Sadece sosyal değil fiziksel eşikler de aşılıyor.
• Mülkiyet haklarının ihlali konusunda birinciliğe adayız. İstanbul da yeni konut alanları yaratılarak yeni nüfusa çağrı yapılıyor. Rant uğruna 25 milyonluk bir kent yaratılmaya çalışılıyor. Konutun bir kullanım aracı olduğunu değil, bir ticari araç olarak kullanılmasını perçinliyor, konutların yıkılıp yapılmasına garanti vermiyor. Yasama ve yargı devre dışı bırakılarak yürütme mutlaklaştırılıyor, az itirazlı bir alan yaratılıyor.
• 1/100.000 lik İl Çevre Düzeni Planında olmayan 3. köprü, 3. hava alanı, iki yakaya iki kent, kanal projesi İstanbul`u yeni bir afetle, hatta bir çok afetle karşı karşıya bırakacaktır.
• Ülkemiz, özellikle İstanbul; bir afetten beş afet yaratmanın başarısını aynı zamanda dünya literatürüne de geçirmiş olacaktır. İstanbul`u depreme hazırlarken, yani ‘deprem odaklı kentsel dönüşüm` derken; yeni deprem riski taşıyan binalar, yeni sel ve su taşkınları, yeni ısı adaları, yeni hava kirliliği ve yeni bir toplumsal huzursuzluk yaratmanın başarısıyla dünya literatüründeki yerini alacaktır.
• 2007 Deprem Yönetmeliğinin 7. bölümü güçlendirme konusuna ayrılmışken, güçlendirme konusu güvenli bir yapı oluşturmanın önemli ve vazgeçilmez yollarından biri iken; 6306 Sayılı Kentsel Dönüşüm Yasasının güçlendirme konusunu dışlaması, kaynaklarımızın rasyonel kullanılmasının önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Yapıların deprem yönetmeliği kapsamında güçlendirileceği ilkesi görmezlikten gelinerek ‘YIK - YAP anlayışından hareket edilmektedir.
• Ülkemizde bulunan önemli sayıdaki kamu binalarının; yurtların, okulların, kreşlerin, hastanelerin büyük bir kısmının deprem güvenliklerinin bugün bile olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
• Eskiden planlamaya ve planlara önem verilirdi. Yapılaşmanın bir takım ilkeleri vardı. 20 yıl sonra, 30 yıl sonra nelerin olacağı düşünülürdü, planlamaya ve insana dair bir takım ilkeler dikkate alınırdı. Şimdi sadece kişi ve grup çıkarını, özel girişimi destekleyen bir anlayış var. Devletin kendisi yatırımcı hale geldi, devlet tüm hazine arazilerini sermayesi olarak kullanıyor. Bize ait, kentimize ait, deprem olduğunda toplanacağımız ve çadır kuracağımız, çocuklarımızın nefes alacağı ve oynayacağı boş alan kalmadı.
• 17 Ağustos 1999 depreminden sonra, 2002 yılının sonuna kadar İstanbul İl Afet Merkez Kurulu tarafından belirlenen yaklaşık 470 çadır kurulacaktı ve toplanılacak boş alanın büyük bir kısmının yerinde bugün AVM, gökdelen ve lüks konutlar var.
• Odamız tarafından yapılan yapı ruhsatı incelemelerinde kaygı verici sonuçlara ulaşılmıştır. 352 yapı ruhsatı incelenmiş ve bunlardan 265`inin sorunlu olduğu tespit edilmiştir.
|