Kaynak Dengeli Dağıtılmalı
Kent Rantını Aktaran Belediye
AKP’li Firmalar Kayırılıyor
Kentliyi Müşteri gibi Gördüler
Dünyanın son 30 yılına damgasını vuran küreselleşme, piyasalaşma, özelleşme, merkezden yerele doğru da kaydı ve belediyeciliğe de neoliberalizm damgasını vurdu. Seçmeni giderek bir tür “müşteri” olarak gören neoliberal belediyecilik, kenti, kentin arsasını da yerli ve yabancı sermayedarlara pazarlanır bir meta haline dönüştürdü. Bu anlamda yerel
Dünyanın son 30 yılına damgasını vuran küreselleşme, piyasalaşma, özelleşme, merkezden yerele doğru da kaydı ve belediyeciliğe de neoliberalizm damgasını vurdu. Seçmeni giderek bir tür “müşteri” olarak gören neoliberal belediyecilik, kenti, kentin arsasını da yerli ve yabancı sermayedarlara pazarlanır bir meta haline dönüştürdü. Bu anlamda yerel yönetimlere hükmetmek için yarış, kentler üstünden ve kentliler üstünden yeni yeni kazanç kapılarına ulaşmaya dönüştü. Bugün de Türkiye’de 30 yıldan bu yana kısa bir ara dışında hüküm süren neoliberal belediyeciliğin yeniden icrası için AKP iktidarı, merkezin bütün imkânlarını seferber etmiş bulunuyor. 29 Mart seçimleri öncesi sürdürülen politik mücadele, AKP eliyle icra edilen neoliberal belediyeciliğin kentlilerden neler götürdüğünün ve devamının neler götüreceğinin seçmene anlatılacağı ve neoliberal belediyeciliğe alternatifin ne olması gerektiğinin de ifade edildiği bir fırsat olmalıdır. 30 yıllık geçmiş Yerel yönetimlerin, daha dar anlamda belediyelerini tarihsel süreç içindeki iş-levi, kapitalizmin, sermaye birikim süreçlerinin, modellerinin, dolayısıyla kentlerin gelişimiyle yakından ilgilidir. Sanayi kapitalizminin başat olduğu dönemlerde kentli nüfusun ağırlığını oluşturan ücretlilerin yaşadığı kentlerde belediyeden beklenen, ağırlıkla ücretli sınıfın ve ailelerinin konut, ısınma, ulaşım, kreş, dinlenme vb. ihtiyaçlarının asgari maliyetlerle karşılanmasına yarayacak hizmetleri yerine getirmesi, böylece sanayiciye işgücünün maliyetini en aza indirecek dışsal ekonomiyi sağlamaktı. Artık değerin daha çok sanayiden sağlandığı bu sermaye birikimi süreci, merkez kapitalist ülkelerde 17-18’inci yüzyıllardan 20’nci yüzyıla, Türkiye gibi çevre-bağımlı ülkelerin birçok kentinde ise 19’ncu ve 20’nci yüzyıllarda geçerli oldu. Azami kârın, ağırlıkla sanayiden değil de başta finans olmak üzere sanayi dışı alanlardan elde edilmeye başlandığı, dolayısıyla, kentlerin sanayi ücretlileri yerine, daha çok hizmet sektörü çalışanlarının, mavi ve beyaz yakalıların ikamet ettiği mekânlar haline geldiği 1980 sonrası dönemde kentler, dolayısıyla belediyeciliğin işle-vi de değişti. ‘Her şey metalaşmalı’ Değişen şuydu: Uluslararası kapitalizm, 1980’lerden başlayarak, mal ve sermaye ihracını dünyanın tüm coğrafyalarına ihraç etmeye başladı. Adına küreselleşme denilen bu süreç, çok hızlı bir mal ve sermaye ihracı ile gerçekleşti. Bunun için de IMF-Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi başlıca kuruluşlar tüm dünyada, “piyasa”nın “devlet komuta”sının kesinlikle yerini alması gerektiğine hükmettiler. Piyasaya her şeyin terk edilmesini, piyasanın her şeye kadir olduğunu, bu yapılırsa verimliliğin en yüksek düzeye çıkacağını, kamu müdahalesinin ise kaynak israfına yol açtığını iddia ettiler; bunu bir amentü gibi tüm dünyaya kabul ettirdiler. İstenen, hemen her alanın piyasaya terk edilmesi, kamu kontrolünden çıkarılması, mal serbestisi için gümrüklerin indirilmesi, sermaye serbestisi için tüm kambiyo kontrollerinin kaldırılması, sermaye giriş-çıkışlarının serbest bırakılması, yabancı sermaye giriş-çıkışı önündeki tüm engellerin kaldırılmasıydı. Her şey metalaşmalı, fiyatlanmalı, her şey ticarileştirilmeliydi. Yerele de neoliberalizm Bu piyasalaşma, metalaşma, ticarileşme, özelleştirme furyası, kamuda merkezi yönetimi olduğu gibi yerel kamusal alanları da kapsamalıydı. Böylece, bu küreselleşme döneminde belediyeler de bu neoliberal furyanın etkisi altına alındı; Keynesçi dönemin belediyeciliğinin yerini, artık neoliberal belediyecilik almaya başladı.
|