Kaynak Dengeli Dağıtılmalı
AKP’li Firmalar Kayırılıyor
Kentliyi Müşteri gibi Gördüler
Kent Rantını Aktaran Belediye
Küreselleşme rüzgârı, sosyal devlet nosyonunu fırlatıp attığından bu yana, bölgelerarası denge, bölge planlaması kavramı da buharlaştı. Küreselleşmenin ezberlettiği cümlelerden “mekân”a ait olanı şöyle buyuruyordu: Ulusal, bütüncül plan terk edilmeli, kentler arası rekabet teşvik edilmeli, hatta büyük metropoller, dünya kentleri liginde
İstanbul’un coğrafyasını, arsa rantını daha çok paraya tahvil etmeyi asli iş edinen AKP’li neoliberal belediyeler, dünyanın en adaletsiz metropollerinden biri olan İstanbul’da gelirin-servetin hâkimi bir azınlığın gücüne güç katmaya hizmet ediyor. Artan arsa rantlarının kazandırdıkları vergilendirilmediği için hem İstanbul içi hem de ülke içi gelir uçurumu biraz daha açılıyor. Buradan yaratılan yeni uçurumlar, kutuplaşmalar, İstanbul’daki yüksek gerilimi biraz daha arttırıyor. Küreselleşme rüzgârı, sosyal devlet nosyonunu fırlatıp attığından bu yana, bölgelerarası denge, bölge planlaması kavramı da buharlaştı. Küreselleşmenin ezberlettiği cümlelerden “mekân”a ait olanı şöyle buyuruyordu: Ulusal, bütüncül plan terk edilmeli, kentler arası rekabet teşvik edilmeli, hatta büyük metropoller, dünya kentleri liginde yarışmalı. Böyle olunca, bir “ülke vizyonu” geliştirip onun çerçevesinde bölge, kent vizyonlarını üretmek yerine, İstanbul vizyonu geliştirip, Anadolu’nun kaderini de o vizyonun kuyruğuna, belirleyiciliğine takmak yoluna gidildi. Her kente de kendi başının çaresine bakması, rekabet gücünü arttırması tavsiye edildi. Bu amaçla, belediyelere de kilit bir rol verildi. Kenti satmak, İstanbul özelinde İstanbul’u satmak... 1980 sonrası... 1980 öncesine kadar iç pazara dönük sanayinin kurulup geliştirildiği, sermaye birikiminin esas olarak bu sanayi üstünden sağlandığı İstanbul’un 1980’lerde, özellikle de “duvarın yıkıldığı 1990” sonrasında, sektörel öncelikleri, buna bağlı olarak da arazi kullanımı esasları yeniden tarif edildi. Sanayi, İstanbul’dan iyice desantralize edilecek, boşalan arsalara da büyük plazalar, villa siteleri, alışveriş merkezleri, eğlence merkezleri, turizm, kültür endüstrisi yatırımları yapılacaktı. Bu yatırımlar, daha çok küresel sermayeye hizmet verecek, küresel sermaye, Akdeniz, Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya’yı İstanbul’daki üslerinden kontrol edecekti. İstanbul ise bu küresel sermayeye gayrimenkulleri, üst düzey hizmet sunumları, turizm ve kültür endüstrisi ürünleri ile hizmet verecek, artık 1980 öncesi sanayiden sağlanan birikim, yeni dönemde hizmet üretiminden elde edilecekti. Bu, İstanbul’un taşı toprağının daha çok önem kazanmaya başlaması, kent arsasının rantının daha yükselmesi demekti. Bu durumdan, özellikle rantı yüksek kesimlerde geniş arsa stokları olanlar büyük avantaj yakalamışlardı. Hatta, 1980 öncesinin gecekondu sahipleri bile... Ama, 1980 öncesi gecekonduya, bir barınma, ücretliyi işyerine yakın tutan mesken gözüyle bakılırken, artık gecekondu, arsası için ele geçirilmesi gereken bir hedef olmaya başlayacak, İstanbul’un en güzel doğal alanları, Boğaziçi kıyıları, orman arazileri, su havzaları bir anda ele geçirilip üstüne yapılar dikilecek yerler haline gelecekti. İstanbul rantına hücum süreci daha 1980’lerin başında Turgut Özal’ın ANAP iktidarı ve Dalan başkanlığı döneminde başlatıldı. Önce, Boğaziçi öngörünüm bölgelerine, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararına rağmen villa siteleri yapılarak Boğaziçi hızla taşlaştırıldı... Taksim’de iki ucube Taksim’e Park Otel ve Gökkafes gibi iki ucube, o yıllarda dikildi ve hızla Merkezi İş Alanı (MİA) Beşiktaş’tan Levent’e, oradan Maslak’a uzandı, bu aks üstünde sağlı sollu gökdelenler yığıldı. Ofis-rezidans amaçlı bu yapıları, yine ormanlara ve su havzalarına yakın özel güvenlikli villa siteleri izledi. İstanbul’un coğrafyasını, arsa rantını daha çok paraya tahvil etmeyi asli iş edinen neoliberal belediyecilik, dünyanın en adaletsiz metropollerinden biri olan İstanbul’da gelirin-servetin hâkimi bir azınlığın gücüne güç katmaya hizmet etti, ediyor. İstanbul, Türkiye gelirinden yüzde 30’a yakın pay almakta, İstanbul’un nüfusunun yüzde 1’lik süper azınlığı ise, bu gelirin yüzde 30’una tek başına el koymaktadır. Yüzde 1’lik azınlığın İstanbul pastasından aldığı ile, İstanbul nüfusunun yüzde 76’sının aldığı pay aynıdır. Bu kadar gelir-servet eşitsizliğinin üstüne, artan arsa rantlarının kazandırdıkları vergilendirilmediği için hem İstanbul içi hem de ülke içi gelir uçurumu biraz daha açılmaktadır. Buradan yaratılacak yeni uçurumlar, kutuplaşmalar, İstanbul’daki yüksek gerilimi biraz daha arttıracaktır.
|