p>1987’den itibaren Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nda üyelik ve başkanlık yapan, ama bu yaz 2 Numaralı Kurul’daki başkanlık görevinden istifa eden Prof. Mete Tapan, T24'ten Hazal Özvarış'ın sorularını yanıtladı. Emek Sineması'ndan İnci Pastanesi'ne, Haliç metro geçiş köprüsü projesinden siluet tartışmalarına kadar gündemdeki önemli başlıklara dair açıklamalarda bulunan Tapan, İstanbul'u bir yağ lekesine benzetiyor. Sorulması gereken esas sorunun “İstanbul’un nüfusunu nasıl azaltabilirim” olduğunu söyleyen Tapan, çözümün önce Türkiye’yi, sonra İstanbul planlanmaktan geçtiğini vurguluyor. Ancak 5-6 devlet biriminin plan yapma yetkisi olduğunu söyleyen Tapan, “Plana karşı saygısızlık olduğu ve devlet de buna aracı olduğu müddetçe İstanbul'u doğru planlamamız, benim de bunlara iyidir deme şansım yoktur” diyor. Tapan, İnci Pastanesi için “kent belleği” hatırlatması yapıyor ve kültürel varlıklar soyut olarak tescil edilmezse “Ne Vefa Bozacısı, ne Muhiddin Hacı Bekir, ne de Beyoğlu kalır” uyarısında bulunuyor.
Tapan'ın Özvarış'ın bazı sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
İlber Ortaylı, “1500 sene korunan İstanbul’un çok partili rejime geçince bozulduğunu” söyleyerek İstanbul’un kırılma noktasını 1950’lere koydu. Ortaylı’ya katılıyor musunuz?
1950'lerde göç başladı; göç de sanayileşme ile başladı. Bakın, kentleşme eşittir sanayileşmedir. Biz eğer planlı bir ekonomiye geçmiş olsaydık ve yapılan planlara, onları delmeden saygı gösterseydik doğru biçimde kentleşirdik. Ama planlamaya saygımız hiçbir zaman olmadı…
SHP’den REFAHYOL’a pek çok partinin belediye başkanlarına ve çalışmalarına tanıklık ettiniz. İktidarların İstanbul’a bakışları nasıl değişti, siz süreçte neler yaşadınız?
Çok şey yaşadım. Bakın, İstanbul, bir metropol. Metropol ne demektir? Yalnızca kendi il sınırları içinde hizmet yapan değil, aynı zamanda çevresindeki kentleri de hizmet açısından besleyen kent demektir. İstanbul, Türkiye’nin en fazla göç alan kenti, nüfus açısından korkunç bir kent. 1990’larda İstanbul’un nüfusu yaklaşık 400 bin artıyordu. Bu nüfusun büyük bir bölümü göçle, geri kalanı da doğumla oluşuyordu. Buna bir konferansta değinirken ”Peki nasıl planlıyorsunuz” diye sormuşlardı. O zamanlar nazım plan yapma hakkı büyük şehirlere verilmişti ve nazım plan bürosu da kapatılmıştı. Bedrettin Dalan, planlamayla ilgili ona sorulunca, “Plan benim kafamda” demişti. Sözen zamanında “Nazım plansız bu iş olmaz” denilerek büro kuruldu ve birçok bilim adamının da dâhil olduğu bir planlama çalışmasının içine girildi. Ve sahiden 1/50.000 ölçekli planları Meclis’ten geçirdik, fakat ondan sonrasına ömrümüz vefa etmedi, yeni yönetim geldi. Onlar da bunu biraz durdurdular, ufak bir değişiklikle bir sene sonra nazım imar planını Meclis’ten geçirdiler, ama 1/50.000 plan hemen devreye giremedi çünkü odalar itiraz ettiler.
Odalar neden itiraz etti?
Çünkü bazı hatalar ve itirazlar oldu planda. 1/50.000’lik planı bakanlık mı yapar, yoksa belediye mi yapar gibi belirsizlikler vardı. Birtakım hukuksal süreçler devam ederken, yönetim 1/100.000’lik bir plan çalışmasına başladı, “İstanbul Metropol Planlama” diye bir büro kuruldu ve sahiden çok güzel bir çalışma yapıldı. Ona da mahkeme itiraz etti, ama 2 sene sonra plan kabul edildi. Yani şu anda İstanbul’un 1/100.000 çevre düzeni planı var. Ve ona bağlı olarak da ufak ölçekte planlar yapıldı; 1/5.000, 1/1000’ler revize edildi, eksik olanları da yapıldı…
İstanbul için yapılan planlama, akademisyen olarak içinize sindi mi?
İstanbul kendi başına bir vaka ve bir kentin planlanması çok kompleks bir olay. Onun başında profesör bir şehirci veyahut bir bilim adamı olabilir, ama bu kişi tek başına plan kararları için yeterli olmaz. Yanında kent ekonomisti, sosyologları ve kültür adamları olmak zorundadır. İçime sinip sinmemesinin ötesinde bugün planlamada en önemli sakınca nedir biliyor musunuz? 5-6 devlet birimine plan yapma yetkisi verilmesidir; toplu konut idaresi, özelleştirme idaresi, büyükşehir belediyesi... Bunlar istedikleri mevzi imar planını yapabiliyorlar, var olan planları değiştirebiliyorlar. Bizde plana karşı saygısızlık olduğu ve devletin de buna aracı olduğu müddetçe İstanbul'u doğru planlamamız, benim de bu planlara "iyidir" deme şansım yok. Başbakan “kanal” dedi ve insanlar “Ya böyle şey olur mu?” diyerek eleştirdi. Hâlbuki bu çözüm yönünde bir çabaydı. Çözüm üstüne düşünmeye başlamazsak bu nüfus artışı ve yapılaşma hızıyla bir müddet sonra, çok değerli hocamız Doğan Kuban’ın “collapse” kuramından yola çıkarak diyebiliriz ki, İstanbul çöker.
|