Endüstri fonksiyonlarının Haliç’ten dışlanmasını getiren kırılma nedir?
Bu yapılar, 20. yüzyıla kadar varlıklarını ve işlevlerini bir şekilde sürdürüyorlar; fakat 1950’lerden sonra bir takım işlev kayıpları gündeme geliyor. Kontrolsüz sanayileşme, aşırı kirlenmeyi de beraberinde getiriyor. 1980’lerde Bedrettin Dalan’ın belediye başkanlığı döneminde bir hareketlilik oluyor ve Haliç’in iki kıyısında da ciddi yıkımlar başlıyor. Bu yıkımlarda en kritik konu, hiçbir envanter çalışması yapılmadan gelişigüzel yapılmış olmaları. Sanayinin kontrolsüz bir şekilde inşaa edilmesi de savunulacak bir şey değil; ama onların ortadan kaldırılması adına iki kıyıda da bir temizliğe girişilmesi de doğru değil. Zira o süreçte önemli tesisler de yıkılıyor. Ancak, Haliç’in güney kısmından başlarsak Cibali Tütün Fabrikası, Feshane-i Amire, Haliç’in kuzey-güney birleşiminde konumlanan Silahtarağa Elektrik Santrali, devamında ise tuğla fabrikası, mezbaha gibi bir takım kalıntılar, yıkımdan bugüne ulaşmayı başarıyorlar. Sonra Sütlüce Mezbahası geliyor. Ve ondan sonra da eskiden Şirket-i Hayriye olarak bilinen Hasköy Tersanesi var ve hemen peşinden de Atatürk köprüsüne kadar Haliç Tersaneleri geliyor.
Bunlar, kıyı şeridindeki yapılar; öyle değil mi?
Evet, biz sanayi bölgesi olarak sadece Haliç’in kıyı şeridinden sözediyoruz; ama bir de geri görünüm bölgesi var. Bu da çok önemli tarih açısından; çünkü bu tesislerde çalışan işçilerin konaklama birimlerinin, yaşam alanlarının olduğu bölge burası. O dönemde nasıl bir kentleşme gerçekleştiğini geri görünümle birlikte değerlendirmek gerekiyor. Sanayi, ekonomi-politikle ilişkili olduğu için, aynı zamanda toplumsal hayatı da ciddi biçimde etkiliyor.
Haliç, sanayisizleştiriliyor; ama alternetif olarak ne öneriliyor ya da bir şey önerildiğini söyleyebilir miyiz?
Biraz önce sözettiğim yapıların hepsi bir şekilde yeniden işlevlendirilmiş durumda. Çoğunluğu, eğitim ya da kültür amaçlı programlar aldı. Ne derece başarılı oldukları (bunun için öncelikle başarı ölçütlerini söylemek gerekiyor), ne kadar işledikleri, hayatın içinde nasıl var oldukları sorularının, her biri için ayrı ayrı tartışmaya değer olduğunu düşünüyorum. En güncel örnek santralİstanbul olarak adlandırılan Silahtarağa Santrali’nin dönüşüm hikayesi. Haliç’in sanayileşmesi ve sonrasındaki konutlaşmayla birlikte ele aldığımızda, son 5-10 yılda yapılan bütün müdahalelerin; artık başka tür bir bilince sahip olduğumuz halde parçacıl olarak sürdürüldüğünü görüyoruz. Haliç Tersaneleri dediğimiz Tersane-i Amire’ye yapılan müdahaleler de böyle. Atatürk Köprüsü’nden Hasköy’e kadar olan kıyı şeridi bir bütünken; bugün, Haliç, Camialtı ve Taşkızak olarak parçalanmış durumda. Mülkiyet konusunda ise, daha da karışık bir parçalanma söz konusu.
Oysa örneğin benzer bir durumdaki Almanya’daki Ruhr Havzası için iç içe geçmiş, 17 kentin bütününe dair bir değerlendirme yapılmış, envanter çıkarılmış, neyin ne kadar muhafaza edilebileceği, nelerden fedakarlık edilebileceği yönünde bir konsensüs aranmıştı. Sonrasında yapılacak işin nasıl ele alınacağı, yöntemleri üzerine çalışılmıştı. Haliç’te bugüne kadar böyle bir çalışma yapılmadığı gibi, tersane için planlanan çalışmalarda da bunu göremiyoruz.
Bu parçacıl müdahalelerin bölgeye yansıması nasıl oldu?
1980’den sonra, özellikle 1990’lardan bugüne, Haliç bölgesindeki yeni yapılaşma, konut ve ofis üretme biçimine baktığımızda; İstanbul genelinde de olduğu gibi, hem çok ciddi bir nüfusun başka yerlere göç etmek zorunda kaldığını; hem de mimarinin, fiziksel dokunun, kentsel biçimlenişin bambaşka bir yöne sürüklendiğini söylemek mümkün. Bu tür dönüşümler sonrasında, çevredeki yapı niteliği de, değeri de ciddi bir biçimde değişiyor. Silahtarağa Santrali örneğinde bunu gördük; orası bambaşka bir şeye dönüştü. Bu hiç olmasın demiyorum; ama bunun bu şekilde olmayacağını varsaymak, görmemek de doğru değil.
Bu durum, şimdi Kasımpaşa bölgesi için de geçerli. Nitekim Bedreddin Mahallesi’nin olduğu yer 5366 sayılı yasayla bir süre önce çöküntü bölgesi ilan edildi. Orası, orta ya da düşük gelir grubundaki insanların yaşadığı, küçük küçük evlerin olduğu, komşuluk ilişkilerinin sürdüğü; ama bugünkü anlayışta hiç de kabul görmeyen bir yer.
Kasımpaşa’nın dışında, Haliç’in hemen yanı başında tarihi yarımada, hemen arka tarafında Beyoğlu Pera bölgesi, Taksim Meydanı, ucunda Galataport gibi parça parça sorunlu bölgelerle karşı karşıyayız. Şurası çok açık ki, Haliç bölgesinde ve özellikle tersane alanında şu anda yapılması düşünülen şeylerle birlikte İstanbul’da çok önemli değişiklikler olacak.
|