"Çılgın" proje ya da sürdürülebilir olmayan kentsel yayılma
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2011 Seçim Beyannamesi'nde (s. 140) "(...) özel ve çok çarpıcı projeler ile İstanbul bir küresel kent haline gelecektir" diye ilan ediliyordu. İşte çoğumuzu ağlatan bahis konusu "çarpıcı projelerden" biri... Yine Seçim Beyannamesi'ne gönderme yaparak, İstanbul'a ayrılmış kısımda, İstanbul "asırlar içinde oluşturduğumuz medeniyetin adeta somutlaşmış bir vitrini" olarak tarif ediliyor (s. 138). Nice küresel vaatlerle sunulmuş olan "Formula-1"'in çılgın başarısızlığını değerlendirmeden, yeni bir mega-projeyle uğraşmakla meşgul muyuz? Bugünlerde sadece kaba kitlesel pazarlama ve "kurumsal iletişim" düzleminde bulunuyoruz. Muğlak, sırlarla, muammalarla dolu bir "proje hakkında" kesin laflar sarf etmek imkansızdır. Muğlağın uzmanı olmayı reddetmek lâzım. Bu şartlarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) ilk Cannes'daki Uluslararası Emlâk Fuarı-MIPIM performanslarını hatırlatan bu video gövde gösterisini görmezden gelemediğimize göre, bize kalan tek tepki tarzı, öfke ve hüzünden oluşur. IV. Yüzyılın sonunda da Roma İmparatoru Anastasios, batıdan gelecek tehditkâr barbarlara karşı, Bizans'ı korumak üzere geçen Karadeniz ve Marmara Denizi arasında 56 kilometre uzanan bir savunma duvarı oluşturdu. Bu sur, insansız, martısız, aşırı sıkıcı görüntüleriyle bize süper simülasyon oyununda gösterilen hat ile hemen hemen aynı yerden geçer. Bugünlerde hâlen kısım kısım ayakta kalmış bu sur, bir kadim iktidarın gövde gösterisiydi aynı zamanda. Surun geçtiği yere bir kanal açılacakmış... Böylece, kentimizin koruma sistemi daha güçlendirilmiş olacakmış. Kime karşı? Bizi bekleyen ne çok müstakbel iş kazası, bir kolektif intihar... 200 metrelik uzunluğundaki tankerler, 150 metrelik bir kanal genişliği ne kazalara neden olacak! En dar noktasında 600 metre olan gerçek Boğaz'da bile bazen zorluk yaşanıyor. Aman ne lüzumsuz kopukluk! "Yeni bir ada" yaratacak (ne heyecan!) bu Dubaivari projenin ayrıştırıcı etkileri olacak. İstanbul bedenine saplanmış, mekânsal/sosyal fark yaratmayı amaçlayan, gereksiz bir bıçak darbesi sanki bu. Doğayı bu ölçekte yeniden şekillendirmek, Yaradan'ı taklit etmeye çalışmaktır! Bu Tanrı işi ya deprem ya da Neron işidir. Kandırıcı sanal ufuklara odaklanmak yerine, karşımızdaki gerçek İstanbul'a sahici ve somut sahip çıkalım. Şehir gündeminde yapılması gereken o kadar acil öncelik varken, görkemli mega-projelerle oynamak İstanbul'a yazıktır, günahtır. Aslında "olayın" en çok üzücü tarafı budur: Mevcut olan şehir potansiyellerin görünmemesi, ısrarla İstanbul'la baş edememe, ve yakınlarımızdaki gerçeklerden bitmeyen kaçış eğilimidir. Yine inkâr, yine görmezlikten gelme, yine sürdürülebilir olmayan kentsel yayılma. Simülasyon ve halüsinasyonlardan uzak kalalım. Gözlerimizi kapatmadan rüya görebiliriz. Jean-François PEROUSE / Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) / Fransa
Anadolu Araştırmalar Enstitüsü (IFEA)
|