6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun, kamuoyuna bir kurtarıcı gibi sunuldu. Öyle mi?
6306, bu harabeyi toparlama amacıyla çıkarılan bir yasa. Ama eli öyle sert, ağır bir yasa ki; Orman Yasası, tarım toprakları, Boğaziçi Yasası, zeytinliklerin korunması, kıyı çizgisi, askeri araziler, Anıtlar Kurulu, kültür ve tabiat varlıklarının korunması, gereğinde hiçbir şeyi göz önünde bulundurmuyor. “Eğer konu insan canıysa, gerisi teferruattır” diyor. Bu, Türkiye için büyük macera. Bu yasa, lime lime olmuş o ince ince mülkiyetleri siliyor ve toplu yerleşmelere zorluyor... Dolayısıyla standartları zorlayan bir yoğunluk ve kentsel estetik sorunuyla karşı karşıyayız.
Geçenlerde bir konferans için Londra’ya, Oxford’a davet edildim ve üzerinden uçarken Londra’ya baktım. Uyuyan bir şehir, mahalleleri 100 – 300 yıllık, daha eski olanlar da var. Dönerken bir de İstanbul’a baktım; uyuma şansı yok, bombalanmış gibi, savaş var sanki şehirde. TEM’in üzerindeki eşmeler, dikmeler, yerin dibine doğru çökmeler.
Stratejik plan, “coğrafyaları keşfedelim, TEM’in üzerine abanmayalım” diyordu. TEM’in üzerine abanmak en büyük tehlike; çünkü zaten yasadışı 8 milyon nüfus var. Karayollarının üzerine cami yapılıyor. Çok merak ediyordum Kartal’daki adliye sarayının kapısı ne tarafta olacak diye; sonuçta prestij kapılarını karayoluna açtı. Adliye sarayı için meydan yaparsın. Öbür tarafta Çağlayan Adliye’si de TEM kavşağında, karayolu kavşağında. Oysa bunlar onursal, dominant binalardır; karayolunun üzerine yapılmaz, yayalaştırılmış kent meydanlarında veya bulvar üzerine yapılır. Bu dehşet bir kültür zafiyeti bence… İşte stratejik plan diyordu ki, kentsel alt bölgeleri keşfedelim. Mesela Beylikdüzü, mesela İkitelli… 1,5 milyon nüfus yani. Bu yapı kabusu içinde elinde karanfilinle nişanlını bekleyeceğin bir röper noktası var mı? Bir kamusal alan var mı? İMP, sosyal ve coğrafi bütünlüğü bağlamında kentsel alt bölgeleri, semtleri, mahalleleri yeniden keşfetti. Özbölgelerini, merkezlerini kamusal alanlarını tanımladı.
Türkiye’nin talihsizliği ne oldu sizce?
Bizim talihsizliğimiz, Orta Çağ yerleşme koşullarından sanayi devrine atlamış olmamız. Arada Rönesans yok. Oysa insanlar kent estetiği ve işlevleri bağlamında bulvarlar meydanlar çizmişler. İstanbul Metropoliten Planlama’da en çok ter döktüğümüz anlar, yabancı bilim insanlarının, “Tarihi Yarımadayı gezdik, Beyoğlu’nu gördük; siz kendi döneminizde ne yaptınız acaba?” dedikleri zamandı. Çünkü gösterecek bir örneğimiz yoktu. Ben o zaman utanarak, Luigi Piccinato’nun 1955’lerde yaptığı Ataköy birinci bölüme gönderiyordum. Orada, dünya literatürüne girmiş bir şema var. Oysa bizim dünya literatürüne giren bir yerleşkemiz yok 50 sene içinde. Tek tek binalar var, parsel ölçeğinde tarihi mekanlar var; fakat yerleşme bazında yok. Bu çok hüzün verici bir şey.
Ulaşım eksenli mega projeler İstanbul’u nasıl şekillendirecek?
Bence Marmaray çok doğru bir proje. Tabi denizyolları da son derece önemli; Onaylı stratejik plan 600 km metro sistemi ile, denizyolu- karayolu entegrasyonun öneriyor. Karayolu taşımacılığında baskın biçimde yoğunlaşma olan lojistik sistemleri, doğuda ve batıda geliştirilecek limanların hinterlandında örgütlüyor. İMP boğaz altından, lastik tekerlekli geçişe tamamen karşıydı. Tarihçiler de onaylamıyordu. Biz, tarihi yarımadayı gözümüz gibi sakınmak isteriz. Onu metroyla bir iki yerinden beslemeniz yeterliydi. Tarihi Yarımadadan karayolu geçirmek, bizim görüşümüzde bir cinayet.
Üçüncü köprü artık bir gerçek; devlet, 3. köprüyü ormanların arasında saklayabilirse çok başarılı bir iş yapmış olacak. Aslında 2. köprüde de bu hedeflenmişti. Hatta ilk projesinde, İstanbul’un gelişmesinde negatif enerji vermemesi için Büyükdere Caddesi ve Kavacık kavşakları yoktu. Ama sonra üzerine pek çok kavşak açıldı. Kuzey ormanlarını koruma perspektifinden vazgeçip, “ille de bu alanlarda, 5 milyon nüfuslu şehirler kuracağım” falan derlerse, modeli bozmuş olurlar. Bu, metropolün doğu ve batı sınırlarında tanımlanan metropoliten alt bölgeleri muhakkak bozacak bir adım olur. Şehir içinde demode olan sanayi, doğu ve batı uçlara taşıyor kendisini. Nüfusları bile belli. İstanbul’un sınırlarında şehirler kurulacak, fakat o şehirleri örgütleyecek bir sistem lazım. Ankara büyüklüğünde şehirler olacak; yani İstanbul’un doğusunda bir Ankara, batısında bir Ankara. Fakat Ankara’nın Ulus meydanından bir çizgi geçiyor; Çankaya tarafını ayrı, Mamak tarafını ayrı bir otorite yönetiyor gibi. Bu olağanüstü enerjiyi yönetmeye aday olan kadroların bilgiye ve bilime, ihtiyacı var.
Böyle bir durumda İstanbul bir ‘finans merkezi’ olabilir mi?
Hizmet sektörünün konumlanmasında İstanbul’un doğu ve batı yerleşmelerin arasında hala yaşayan ciddi bir dengesizlik vardır. Yoğun aktivite alanları batıda konumlanmasına rağmen doğu yakası yatakhane konumundadır. Boğaz trafiğinin de temel nedeni budur. Stratejik plan hizmet sektörü iş gücü desantrilizasyonunda çok merkezli sisteme geçişle doğu yakasını desteklemektedir. Kartal ve Kozyatağı’ nın bu anlamda hizmet sektörü için desteklenmesi plan stratejisidir. Kozyatağı’ nda finans merkezi önerilmesi bu anlamda destek gördü. Ama benim hayal ettiğim böyle kampüs gibi bir yerleşim değildi; daha yaşamla iç içe bir projeydi.
|