"İstanbul'da yaşıyorum. Şehrim yeşiliyle, denizi, tarihi ve kültürüyle bir dünya mirası; geleceğinden, gelişiminden sorumluyum. Mahallem, konu komşumla ve bütün renkleriyle ortak yaşam alanım; vazgeçmeyeceğim. Şehrimizde dürüst ve şeffaf bir yönetim hepimizin hakkı; katılmak istiyorum. Daha iyi bir İstanbul için İstanbul Sözleşmesi'ni imzalıyorum".
Yukardaki cümleler, İstanbul Hepimizin insiyatifi tarafından başlatılan İstanbul Sözleşmesi girişiminin change.org'daki imza kampanyasından. Şu ana kadar yaklaşık 6 bin destekçiye ulaşan sözleşme; bir anlamda, İstanbulluların 'yeni bir yönetim anlayışı', 'değişen İstanbul’da kentlilerin haklarının yeniden tanımlaması', 'geçmişle bağlarının yeniden kurgulanması', 'geleceğin birlikte düşünülmesi' taleplerinin 'söz'e bağlanması. İstanbul Hepimizin insiyatifinden Betül Tanbay'ın ifadesiyle, "partiler üstü, siyaset dışı kalan ve ‘yerel yönetim nasıl olmalı’ diyen bir manifesto" olarak da okunabilecek İstanbul Sözleşmesi, seçim öncesini ve sonrasını kapsayan üç aşamalı bir eylemsellik aslında.
En başından beri sürecin içinde olan Betül Tanbay, her şeyin bir yıl önce, Taksim Platformu içindeki bir grup insanın kendilerine "30 Mart 2014'te yapılacak yerel seçimlere tecrübelerimizi nasıl yansıtabiliriz?" sorusunu sormasıyla başladığını söylüyor. Sonrasında başlayan ve ‘ortak zemin’ olarak adlandırılan paralel buluşmalarda "partiler üstü, siyaset dışı kalan ve ‘yerel yönetim nasıl olmalı’ diyen bir manifesto yazılması" fikri ortaya çıkıyor. "2013 Haziran'ından itibaren bu manifestonun yazımıyla uğraştık" diyen Tanbay, sürecin gelişimini şöyle özetliyor:
"Manifesto önerisi, 1 Eylül’de Taksim Platformu ağları kullanılarak, forumlardan başlayarak bütün ağlarla paylaşıldı. İki ay boyunca, alınan geri dönüşler üzerinde çalışılarak metin geliştirildi ve 14 Aralık’ta Taşkışla’da yaptığımız toplantıda ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak tartışmaya sunuldu. Bu tarihten itibaren de katılımlar, özellikle gençlerin ilgisi devam etti. 1 Ocak’ta da İstanbul Sözleşmesi’nin İstanbulluların birbirlerine de verdikleri bir söz olması düşüncesiyle, bir imza kampanyası başlatmaya karar verdik".
"En büyük değişiklik, sorumluluğumuzu üstleniyor olmamız"
Kendilerine muhatap olarak belediyeyi aldıklarını kaydeden Tanbay; sözleşmenin maddelerinin, 'belediye nelerle ilgilenir, ilgilenmelidir ve şehirliler belediye ile nasıl bir ilişki kurmalıdır' sorularından yola çıkarak yazılmaya başlandığını aktarıyor. Her bir maddenin metne dökülmeden önce ilgililerine, uzmanlarına sorulduğunu söyleyen Tanbay, "Örneğin hayvan hakları için ilgili derneklere gittik; kadın sorunları için kadın hareketleriyle iletişim kurduk; planlama konusunda şehir plancılarına danıştık. 14 Aralık’ta yapılan toplantıda sunduğumuz metin, hala bir iskeletti ve geliştirilmeye açıktı. Biz hala bunun dinamik bir metin olduğu inancındayız ve her şeyi söylediği gibi bir iddiamız yok; maddelerinin değişik biçimlerde evrileceğini de umuyoruz" diyor ve ekliyor:
"Diyoruz ki; biz kentliler olarak hak sahibiyiz, söz sahibiyiz ve sorumluluk sahibiyiz. Burada belki de en büyük değişiklik, sorumluluğumuzu üstleniyor olmamız. Sonuç olarak bu şehir hepimize geçici olarak verilmiş bir yer. Biz de 'Bu sonlu hayatımızın içinde, İstanbullu olarak bu şehrin sorumluluğunu alıyoruz. Yani oyumuzu verip ondan sonra da idareciler ne yaparsa yapsın demeyeceğiz' diyoruz. O nedenle de adayların kim olduğunun söylediklerimiz açısından çok önemi yok. Öte yandan Türkiye’de siyasi bir kriz yaşanıyor. O krizin etkilememesi de imkansız; çünkü sonuçta seçimlerden bahsediyoruz. Bu ikilem içinde bile en azından sözleşmenin konuşulmasının çok yaygınlaştığını düşünüyorum. Mesela Türkiye’nin üç farklı bölgesinde de bir yankı buldu; Batman ve Antalya’da, Rize’de de oraların yerel taleplerine odaklanacak bir ‘sözleşme’ önerisi olarak gündeme geldi. Bu da istediğimiz şeylerden biriydi".
Üç aşamalı bir sözleşme
Tanbay, sözleşmenin üç aşamasını ise şöyle özetliyor:
"Birincisi, İstanbulluların kendi şehirleri hakkında sorumlu ve hak sahibi olduklarını ifade etmeleri ve birbirlerine söz vermeleri. İkinci aşama ise adayların sözleşmeyi duyup, benimseyip benimsememeleri, benimserlerse bunu taahhüt etmeleri; yani bu yönetim anlayışına uygun olarak hareket edeceklerinin somut taahhütnamelerini oluşturmaları. Bütün bunlar seçimlere kadar olan süreç. Seçimlerden sonra ise, seçilmiş olan adayların verdikleri sözleri tutup tutmadıklarını takip edecek; bu sözü vermemelerine rağmen seçilenlere de 'hala böyle bir kamuoyu talebi var, siz de bu ölçüde hareket etmelisiniz' diyecek bir oluşum olması.
Sözleşmenin, sadece 'sanal' dünyada (internet ve sosyal medya) değil, 'banal' dünyamızda da yayılması lazım. Onun için daha sokağa dönük hareketler, sticker’ler, taksi şoförlerinin haberdar olması ve bunu yayması, arabaların giydirilmesi gibi bir sürü plan var. Adayların duyması ise çok kolay, çünkü zaten bizi takip ediyorlar. İddialı adaylar bu işi çok ciddiye alıyor. Bazılarından uzun uzun cevaplar bile aldık.
Takip kısmında ise, benzer örneklerin yurtdışında da yapılmış olduğunu görüyoruz. Berlin’deki Parliament’s Watch gibi… Takip, istanbulhepimizin.org üzerinden de yürütülebilecek bir konu. Böyle bir ağ oluşturduğumuz anda, belediyeye somut sorular sorabiliriz. Yaptıklarını, yapmadıklarını, görmek istediğimiz projeleri, bunun hakkında neler düşündüklerini sorduğumuz ve onların cevap vermek zorunda kaldığı ya da cevap vermedikleri durumda bunun duyurulduğu bir ağ gibi...
‘İstanbul artık bitti’ lafının, çok tehlikeli ve iddialı bir ifade olduğunu düşünüyorum. Burası 8 bin yıllık bir şehir. Bu kadar çok medeniyetin geçtiği bir kentte 40-50 yıllık aktif hayatlarımızda İstanbul’un bittiğine nasıl karar verebiliyoruz, bilmiyorum. Evet, İstanbul değişiyor, hep de istediğimiz gibi değişmiyor; ama ‘nasıl değişmeli’ sorusunu sormalı ve İstanbul’a bitmiş bir şehir muamelesi yapmaktan vazgeçmeliyiz. Bitecek olan bizleriz, İstanbul bitmeyecek. Onun için bizden daha uzun ömrü olan İstanbul’a hepimizin daha tevazuyla yaklaşıp, daha aktif bir şekilde düşünmesini isterdim".
"Türkiye’de yerellik yoktur; hiç olmadı"
"Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana yerel seçimler, genel seçimler gibi cereyan eder" diyen Cengiz Aktar da; yerel seçimlerin, hükümetteki partinin bir sonraki seçimlerdeki skorunu aşağı yukarı anlamak için yapılan seçimler olduğuna dikkat çekiyor. Türkiye’de yerellik yoktur diyen ve Türkiye'yi, Batı ülkeleriyle karşılaştırıldığında, bölgenin en merkeziyetçi ülkesi olarak tanımlayan Aktar; bunun AK Parti hükümeti döneminde de değişmediğini sözlerine ekliyor:
|