343 kilometre karelik bir kent İstanbul ancak gündemin
hepsini işgal ediyor. Her gün daha çok insan iş bulma umudu ya da daha iyi bir
hayat hayaliyle İstanbul'un kapılarından geçiyor ya da geçiyordu demeli. Çünkü
kaynayan bu kazan artık taşmaya başladı. Kazandan ilk atılanlarsa, tabii ki
yoksullar. Sulukule, Başıbüyük,
Ayazma, Tarlabaşı, Kâğıthane;
yerinden edilmelerin yaşandığı birkaç yer sadece. İstanbul ayrışıyor. Şimdilik
ötekiler en yoksullar, ama çember daralıyor. Oysa başka bir İstanbul mümkün,
bazı mimarlar, şehir plancıları, hukukçular, sosyologlar, kent sakinleri de
bunun için kafa yoruyor.
Bugünlerde Tophane’deki
DEPO’da sergilenen “Açık Şehir: İstanbul” da
alternatif kent oluşumuna dair sorular soruyor, öneriler sunuyor. Uzun
araştırmalar sonucunda oluşturulmuş bir sergi bu. 9 Mayıs’a kadar sürecek.
İstanbul’a dair derdi olan, söz söylemek isteyen herkesi bekliyor. Biz de
sergiyi fırsat bilip, küratörü Can Altay, sergideki
çalışmalardan biri olan İstanbul araştırma gazetesinin editörleri Tansel
Korkmaz, Eda Ünlü-Yücesoy ve Yaşar
Adanalı ile mimarinin birlikte yaşama ve toplumsal dışlanmaya etkisi,
açık şehir kavramı ve İstanbul’u konuştuk.
- Önce “Açık Şehir:
İstanbul” serginizden başlayalım. Sergi, mimarlığın kamusal bir mesele olduğu
inancıyla hareket eden Uluslararası Rotterdam Mimarlık Bienali’nin geçen yılki
teması “Açık Şehir: Biraradalığı Tasarlamak”ın bir yansıması. Bu bienali niye
İstanbul’a taşımak istediniz?
Can Altay:
Küratörlüğünü Kees Christiaanse ve Tim Rieniets’in yaptığı bienaldeki sergiden
biri olan Sığınma’nın küratörlüğünü, Philipp Misselwitz ve ben yaptık. Sığınma
sergisini İstanbul'a getirmek istedik. Çünkü İstanbul’la, İstanbul’un ortak
dertleri paylaştığı pek çok kentle ilgili ciddi araştırma ve projeler
içeriyordu. Onu genişleterek, İstanbul izleyicisi için daha kapsamlı bir içerik
sunduk.
- Üç bölümlük sergi çıktı ortaya...
C. Altay: İlk sergi, Bienal küratörlerinden
Tim Rieniets ile tasarladığımız, “açık şehir nedir”i gösteren eserlerin yer
aldığı “Açık Şehir Forum”. Divan başlığı altında İstanbul, Kahire, Beyrut ve
Amman’la ilgili, kentlerin kendi akademisyenlerinin editörlüğünde hazırladığımız
gazeteler de bu bölümde. İkinci kattaki Sığınma sergisi, bienaldekinin
genişletilmiş versiyonu. Üçüncü sergi için Bas Princen’ı, İstanbul ve
Ortadoğu’daki beş önemli şehrin sığınma teması üzerinden bir fotoğrafik
analizini yapması için davet ettik. Onları sergiliyoruz.
- Peki açık
şehir dendiğinde ne anlamamız gerekiyor?
C.
Altay: Christiaanse ve Rieniets, bu kavramı kurgularken en temelde
kentsel adalet sorunlarına değiniyor; özellikle küresel, neoliberal süreçlerle
yaşanan kentlerdeki dönüşümle yoksulların kente ulaşamaması, kent hakkından da
yoksun kalmaları, çeperlere itilmesi veya kapatılmalarına. Varsıllar da
kendilerini kentten koparıp, kapalı mekânlara yerleştiriyor. Açık şehir içe
kapanma, bölünme, ayrışmaya alternatif bir kent düşünebilir miyiz, sorusuyla
ortaya çıkıyor. Herkesin tamamen eşit olmasa da, eşit ulaşım haklarına, kentli
haklarına ulaşabilecekleri bir şehir tahayyülü.
- Şehir nerede
tıkanıyor ki yeni bir forma ihtiyacımız oluyor, açık şehir özlemi ortaya
çıkıyor?
Tansel Korkmaz: Bunu harekete geçiren,
kentleşmenin küreselleşme içindeki en önemli problemi; dışlama. Kentin kamusal
alanları eriyor, yoksullar dışlanıyor. Varsıllarla yoksullar arasındaki uçurum
derinleşiyor. Uçurumu kapama yolundaki umutlar yok oluyor. Aslında modern kent
hep dışlayıcıydı. Baudelaire'in “Yoksulların Gözleri” denemesinin temel konusu
buydu, yoksulları görünmez kılmak. Modern kentin temel motivasyonu bu. Her yeni
dönemle farklı içerik kazanıyor. 80’lerden sonra neoliberalizm ve küreselleşme,
dinamikleri ile yeni bir içerik kazandı. Şimdi mimar, sanatçı, planlamacı,
sosyologlar olarak bu dışlanmayla baş edecek stratejileri nasıl harekete
geçirebiliriz konusunu araştırıyoruz.
- Toplumsal ayrışmaların
körüklendiği, ekonomik eşitsizliğin bu kadar derinleştiği bir dönemde, mimarinin
bir arada yaşama etkisi olabilir mi gerçekten?
C.
Altay: İcraatı açısından belki çoğu zaman bölünmelerin tasarlanması
üzerinden işliyor, ancak mimarlık tarihinde sosyal, siyasi boyutu ön plana çıkan
arayışlar hep var. Serginin önerisi bu yönde, alternatif üretim biçimlerinin
olabileceği, kentsel adalet, kentlilik hakkının korunarak ayrışmanın
engellenebileceğini gösteriyor. Sergideki 15 projede de bunun farklı örneklerini
görüyoruz.
Yaşar Aydınlı: Başlangıç noktası olarak
dünyadaki birçok şehir, mimarlar, plancılar tarafından üretilmiyor, enformal
yollardan oluşuyor. Sergi ve açık şehir kavramı enformallikle mimarların,
plancıların nasıl ilişkisi olmalı sorusunu ciddiye alıyor. Günümüzün
çıkmazlarından biri kapalı kapılar ardında şehirlerin
planlanması.
|