Kısaca Van kırsalı için bütüncül bir yaşam alanı tasarladınız. Peki, günümüzde deprem, ‘kentsel dönüşüm’ konusu ile oldukça ilişkili bir şekilde gündemde yer alıyor. Uzmanlık alanınız olduğu için özellikle fikirlerinizi merak ediyorum; 'Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun' hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu tasarımların devamında; deprem olmadan, başka büyük hasarlarla karşı karşıya kalınmadan bütün kırsal bölgelerimizle beraber kentlerimizin de iyileştirilebileceğini düşünüyorum. Şu anda İstanbul’da bir ‘kentsel dönüşüm’den söz ediliyor, bunun ana nedeni ne biliyor musun? Yani tabi, bazı şeylerin dönüşmesi lazım ama ben 10 yıllık bir binanın dönüşmesi kadar ekonomik olmayan bir şey göremiyorum.
1939 Erzincan Depremi’nden sonra özellikle depreme dayanıklı yapılara yönelik yönetmelikler üretilmeye çalışıldı ve bu yönetmeliklerin en iyi örneklerinden biri 1975 tarihli Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik idi. Ama bizim problemimiz bugün aynı şekilde yönetmelikler, yasalar değil, o yasalara uymamamız. Adeta bu konu başka nedenlerle teşvik ediliyor. Yani siz, 5 katlı bir bina yapmakla zorunlusunuz ve o 5 katlı bina 15 katlı oluyor ve bu yasal hale getiriliyor. En büyük gediğimiz yasalara uymamamız.
Şu anda en son gündeme gelen yönetmeliğimiz aslında 1975 yönetmeliğinden çok da farklı değil. Sadece güçlendirmeye yönelik bir şeyler taşıyor ve bu anlamda artıları var ama bir binanın depreme dayanıklı olabilmesi için sadece strüktürünü düşünmeyeceksiniz. Ben, 1975 şartnamesi çerçevesinde oluşturulmuş strüktüre sahip bir yapının hala dünyanın en büyük depremlerine dayanabileceğini düşünüyorum.
![](http://www.yapi.com.tr/Uploads/HaberMedya/100022/2790749b49844a6883b4f594133bff8b-480x316.jpg)
Bu yönetmeliğe göre yapılan binaların Van Depremi’nde hasar gördüğünü düşünmüyorum. Elbette binalar hasar görecek ama bu hasarların tamir edilebilecek düzeyde olması ve insanların orada canından olmaması önemli. Bu anlamda yapı yapma yöntemlerini öğrenmemiz lazım, kenti nasıl şekillendirmemiz gerektiğini iyi öğrenmemiz lazım. Yani biliyorsunuz afet sadece deprem değil, deprem olduktan sonra başka afetlerin engellenmesi çok önemli bir konu. Bunların hepsi dikkate alınmalı ama en başta kırsaldan kente göçü planlı bir şekilde gerçekleştirmek lazım. Bunun içinde çok iyi bir ekonomik vizyon oluşturmanız ve köydeki yaşam konforunu yükseltmeniz lazım. Yaşam konforunun yükselmemesi halinde 20 yıl sonra Türkiye’nin hiçbir kırsalı kalamayacağını görebiliyoruz.
Bir kentin planlanması yetmiyor, üst ölçekte bölge planlarının var olması gerekiyor, bu bölge planlarının bir vizyona sahip olması gerekiyor. Bir kentin 40 yıl sonra nereye geleceği, altyapı ya da ulaşım yatırımlarının nasıl yönleneceği bu planlarla tanımlanmış olmalı. Plan, günlük değişebiliyorsa ve bu mevzi planlar çerçevesinde plan tadilatları söz konusu olabiliyorsa plan, plan değil ki. Plana uymak söz konusu değil, bugün isteyen, hakkı, başvuruyor ve plan değişikliği yaptırıyor. Birçok yeşil alanımız bu şekilde elden gitti. Planların vizyonu oluşmadığı için bugün buradayız. Bugün bir vizyon göremedikten sonra hem yatırım nasıl yapılabilir hem de yapılan yatarım depreme veya afete ne kadar dayanıklı olabilir? Kent plancıların zemin etütleri konusunda, nüfus, sosyoloji konusunda çok iyi bilgileri olmalı. Bütün disiplinler bir araya gelmeli ve bütün afetleri dışlayacak bir plan oluşturulmalı.
![](http://www.yapi.com.tr/Uploads/HaberMedya/100022/0417dfc270b744e69bdc004518ee6c70-480x320.jpg)
Peki, deprem ya da genel anlamda afet konusunda temel olarak başarısızlığımız sizce neden kaynaklanıyor?
Bugün dahi bizim başaramadığımız yönetmeliği tam olarak yerine getirmek. Binanın temeli, binanın taşıyıcı sistemi açısından çok önemli bir kavramdır. Benim eğitim aldığım dönemde, yapılarımızın tasarımını münferit temeller, mütemadi temellere göre yapardık. O günden bu güne ne oldu ki, o gün tekil ya da mütemadi temel yapılırken bir anda bütün binalarda, 3 katlı bina için bina bile, radye temel yapılmaya başlandı? İşte burada özgüvensizlik söz konusu, tasarım yeterince irdelenmeden taşıyıcısının saptanması söz konusu. 3 katlı bir binanın yükü ne olur ki altına radye temel yerleştirelim. Bunlar aslında en çok dikkate alınması gereken konular, ekonomik tasarımlar yapmıyoruz.
Yönetmelikler yoruma açık olmalı ve bilim insanları da yönetmelikleri sürekli tartışmalı. Eski yönetmelik ile bugünkü yönetmelik arasındaki farklılıklar tartışılıyor olmalı. Binalar mümkün olduğu kadar esnek olmalı, esnek binalar depreme karşı daha dayanıklıdır. Bina esnedikçe, tabi yeterince esneklikten söz ediyorum fazla esneklikten söz etmiyorum, deprem enerjisini üzerinde tüketiyor. Bina ne kadar rijit ise o kadar ağır hasar görür, binalar ne kadar hafif ise deprem yükünden o kadar az etkilenir. Bunlar tabii ki formüller çerçevesinde bize öğretildi. Şimdi bugün ne yapıyoruz? Yeni yönetmelikle ve yaptığımız abartı imalatlarla beraber esnek binanın esnekliğini ortadan kaldırıyoruz. Binalar rijit hale geliyor. Daha rijit binalar daha ağır binalar anlamına geliyor. Binanın en büyük ağırlığını binanın kendi konstrüksiyonu, taşıyıcısı oluşturuyor. Ben bunları düşünüyorum, bunlar doğru olabilir, yanlış olabilir ama tartışılması gerekiyor. Bunlar tartışılmalı ve bilim ortamı bu konuda her gün adım atmalı, tabii ki şu anki yönetmeliklerimiz de iyi yönetmelikler ama bu “her şeyi bitirdik”, “her şey doğrudur” anlamına gelmiyor. Her yenilik ve her yeni deneyim ile bu yönetmeliklerimizin belki değişmesi gerekiyor.
1998’de İstanbul 2. derece deprem bölgesiydi, bugün 1. derece deprem bölgesi, daha çok dikkat edilmesi gerekiyor. 1975’lerde ben okuldayken hocalarımız bize asmolen döşemelerin, ağırlık ve kalınlıkları nedeniyle deprem koşullarına uygun olmadıklarını söylerlerdi. Ancak günümüzde binaların büyük bölümü asmolen döşeme ile üretiliyor. Bakanlık yasakladığı halde asmolen döşemelerin içerisinde straforlar kullanıyoruz. Asmolen tuğla dolgular vardı, onlardan vazgeçtik straforlar kullanıyoruz. Biliyorsunuz strafor çok yanıcı bir malzeme. Binalarımızı yanıcı malzemelerle yalıtıyoruz yani bunlar da afet. Bildiğiniz üzere binaları ısı performansı açısından değerlendiren bir yönetmeliğimiz var ve bu çerçevede birkaç sene içerisinde bütün binaların izole edilmesi gerekiyor. Ama bunun hangi malzeme ile olması gerekir, bunu da tartışmalıyız.
Bizim yasalarımız parçalı. Yasal eksikliğimiz bu; yasalarımız birbirini tamamlamıyor. O kadar çok yasamız var ki ve o kadar güncel olarak bunlar değişiyor ki... Afet bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmeliğin bugün 3194 sayılı yönetmeliğe uyması lazım. Biri mimari tasarım ile ilgili diğeri taşıyıcı sistem tasarımı ile ilgili, bunların birbirinden bağımsız olamaması lazım. Yönetmelikler birbirlerini tamamlamadıkları için hep böyle boşluklar oluşuyor ve bu boşluklar nedeniyle bazen istemeyerek bazen isteyerek yanlışlar yapılıyor.
![](http://www.yapi.com.tr/Uploads/HaberMedya/100022/6f45ff78df0e47f89976b5e98c747a21-480x591.jpg)
Bu anlamda benim en çok önemsediğim konu aslında tüketicinin ne satın almasını biliyor olması. Tüketicinin ne aldığını sorgulayacağı döneme kadar birçok şey düzelmeyecek... Yani, aslında bir kaçak yapı varsa sizin o kaçak yapıyı satın almamanız lazım. Biz, bir de ne yapıyoruz; kaçak olmayan yapıyı alıyoruz, içinde farklı imalatlar yaparak kaçak yapı haline getiriyoruz. Deprem olduktan sonra da: “Binanın kolonu kesilmişti”… Çevresini sorgulayacak, çevresinden bağımsız hareket etmeyecek, bencil olmayacak bir vatandaşlık kavramını insan eğitiminde var edemediğimiz sürece bunların düzelmeyeceğine eminim ama öte yandan giderek düzeleceğimize de eminim.
Önemsediğim bir diğer konu da ‘etik’ konusu. Şimdi kente zarar verecek bir tasarım bir mimar tarafından yapılıyorsa, bir de bu mimar önemli bir mimar ise burada da bir problem var demektir. Biz mimarların bu konuya dikkat etmesi gerekiyor. Etik kavramı oluşmalı, bir mimar olarak çevreye, kente zarar vereceğini bildiğim bir şeyi ben yapmıyorsam siz de yapmamalısınız. Uyanlar ve uymayanlar, para kazananlar ve kazanmayanlar… Çevremizi biz mimarlar “bilinçli” olarak tahrip ediyoruz, kendimizi disipline etmemiz lazım. Belki de eğitimin bir parçası etik konusu olmalı.
|