Ekim 2011’de meydana gelen Van Depremi sonrasında, Mimarlar Odası temsilcisi olarak Van’a giden ve bu çerçevede hasar tespitinde bulunan Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Ali Parsa, geçtiğimiz dönem hasarlı yapıların iyileştirilmesi üzerine kurguladığı dersinde öğrencileriyle birlikte deprem sonrası Van kırsalına odaklanmış. Geniş kapsamlı analiz çalışmaları sonucunda bir model önerisinde bulunan Parsa ve ekibi, Yıldız Teknik Üniversitesi Proje Destek Ofisi’nin organize ettiği II. Ar-Ge Proje Pazarı – ‘Enerji ve Çevre Teknolojileri’ temalı Fikir Poster Yarışması’nda ise ikinci oldu.
Ali Parsa ile Van kırsalına yönelik gerçekleştirdikleri çalışma, oluşturdukları model önerisi ve afet yasası hakkında detaylı bir söyleşi gerçekleştirdik.
Van Depremi sonrası Van ile ilgili çalışmalarınız nasıl başladı?
23 Ekim 2011’de Van Depremi’nden sonra birkaç mimar arkadaşımla beraber Mimarlar Odası Genel Merkez ve İstanbul Anakent Şubesi’nin temsilcisi olarak Van’a gittik. Van’da bir hasar tespitinde bulunarak hem kent hem de Van kırsal üzerine, iki yönde gözlemlerimizi gerçekleştirdik.
Van’ın kırsal nüfusu Anadolu’nun ve Doğu Anadolu’nun diğer kentlerine oranla çok daha yoğun, Türkiye’nin geneline baktığınızda yüzde 24’üne yakın bir bölümünün kırsalda yaşadığını görüyorsunuz, Van’da ise bu oran yüzde 50. Dolayısıyla kent-kırsal ilişkisinin önemini Van’da yoğun bir şekilde hissettik.
Çok üzülerek söylüyorum, tabii Doğu Anadolu’nun her yerinde bu fotoğrafı görüyorsunuz ama, Van kırsalında oldukça derme çatma binaları ve yapı kurallarından çok uzak yığma yapıları gördük. Van kırsalında sadece taş ve kerpiç binalar bulunuyor, ahşap bina görmüyorsunuz ve söz konusu yapılar çok kötü yöntemlerle yapılmışlar. Adeta ev değil sadece bir baraka şeklinde yapıldıklarını ve binaların kesinlikle sağlam olmadıklarını ve deprem olmadan da aslında rüzgar etkisiyle de bu binaların zarar görebileceğini gözlemledik. Bu gözlemin devamında ayrıca son dönemlerde yaşanan kırdan kente göçü dikkate aldık ve bu göçün nedenleri üzerinde durmaya çalıştık. Sonuçta bunların başlı başına bir proje olacağını düşündük ve İstanbul’a döndüğümüzde bu düşüncemizi rapor ettik. Mimarlar Odasında, daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi’nde bu konu tartışıldı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde geçen dönem hasarlı yapıların iyileştirilmesi üzerine bir dersim vardı. Ben de bu proje kapsamında Van ile ilgili bir çalışma yürütmenin uygun olacağını düşünerek öğrencilerimle bu fikrimi paylaştım, öğrencilerimden olumlu geri dönüşler alınca; önce Yıldız Teknik Üniversitesi Yönetimiyle ve Mimarlar Odasıyla daha sonra ilgili kurumlarla, Van Valiliği ve AFAD ile görüştüm. Her biri ayrı ayrı destek verdiler ve süreç bizim için başlamış oldu.
Nasıl bir analiz çalışması yürüttünüz?
Öncelikle çalışmamıza başlarken şunu gördük; bizim, orada halk ile temasta olmamız lazım. Kırsalda yaşayan insanlarla diyalog içerisinde olmamız lazım ve bu diyalogu sağlayabilmemiz için düzgün sorular hazırlamamız lazım. Bu anlamda Van kırsalda yaşayanlar ile temasa geçmek adına hazırladığımız anket çalışmamız büyük önem taşıyor.
İstanbul’da hazırlıklarımızı yaptıktan sonra Van’da çalışmalarımızı yürütebileceğimiz bir pilot bölgenin seçilmesine karar verdik. Çünkü Van’da 500’e yakın kırsal yerleşim bulunuyor. Bununla birlikte; biz, aşağı yukarı söz konusu tüm kırsal yerleşimleri temsil edecek bir alan bulabilir miyiz, bunun çabasına girdik ve sonuçta yapısal özellikleri, yaşayanların örf adet ve gelenekleri temsil edebilirliği ve devamında bir mimari modeli tasarlayabileceğimiz bir pilot bölge seçtik.
Pilot Bölge seçimimizde öncelikle ‘Adır Köyü’ ve ‘Gülsünler Köyü’ olmak üzere iki kırsal yerleşime odaklandık. 400 yıllık tarihi yapılarıyla bölgeyi iyi temsil eden karakteristik yapılara sahip olan Adır Köy, oldukça büyük bir yerleşim alanına sahip. Gülsünler Köyü ise 1950’lerden sonra yeni yapılaşmış ama yine geleneksel bir biçimde yapılaşmış bir kırsal yerleşim. Yapısal araştırmalarımızı söz konusu iki kırsal bölge üzerinde geliştirdik. Daha detaylı analiz çalışmamızı ise Gülsünler Köyü’nde gerçekleştirdik. Ama yaptığımız tasarımlar büyün bölgeyi ilgilendiriyor aslında.
Pilot bölge seçimimizi gerçekleştirdikten sonra öğrencilerle birlikte Van’a gittik. Bu kapsamda analiz çalışmalarımız sosyal ve yapısal olmak üzere iki önemli odak etrafında şekillendirdik. Sosyal anket ile orada yaşayan insanların sorunlarını, önerilerini dinlemiş olduk; yapısal anketle ise alanın yapısal hatalarını ve depremin yıkım nedenlerini saptanış olduk.
Yapısal analize yönelik anket çalışmamızla daha çok “orada nedir” ve “ne olmalıdır” sorularına yanıt aradık. Örneğin Van’ın kırsalında yaşayan insanlar evlerinden memnun mu değil mi? gibi… Her depremden sonra hasar gören evlerin yerine yeni bir ev yapılıyor ancak tecrübeler gösteriyor ki, bu evler köylü tarafından kullanılmıyor. Zaman içinde köylü yine kendi evini yapıyor veya eski evini onarıyor ve oraya yerleşiyor. Çünkü köy yaşamı kent yaşamından çok farklı bir yaşam. Konuya bu çerçevede yaklaşmadığımız ve köy evi ile kent evini aynı düzeyde tuttuğumuz için köylüye, köylünün kullanabileceği bir ev sunamıyoruz.
Bütün depremlerden sonra “apartman” yapılaşmasını öneriyoruz. Apartman, bir köylünün hayal ettiği bir mekandır ama sadece hayal eder. Yaşamaya başladığı andan itibaren durum değişir. Çünkü köylünün, özellikle Doğu Anadolu köylüsünün üretimi hayvansal, hayvanlarla birilikte, dolayısıyla yaşamı ona göre şekilleniyor. O canlı ile birlikte geçiriyor gününü, dolayısıyla apartmanın 5. katına yerleştiği ve topraktan uzaklaştığı zaman mutsuz oluyor ve tekrar toprağa geri dönüyor. Bu gerçek çerçevesinde, biz de araştırmamızın sonucunda Van’ın köylerindeki insanların apartmana özeniyor olmalarını bekliyorduk ama böyle bir sonuç oluşmadı. Anket sonucuna göre; Van’ın kırsal kesiminde yaşayanlar, ki o sonuçları daha sonra serginin düzenlendiği başka yerlerde ve sergi kitabında izleyeceksiniz, yüzde yüz evinden memnun. Evin planından memnun, evin yapısal özelliklerinden değil ama mekansal boyutlarından, mekanın kalitesinden memnun. Örneğin bir ‘sofa’ kavramı var; bütün köylünün günlük hayatının yüzde sekseni orada geçiyor, özellikle kadınların. Çünkü sofa; ürünlerinin bir kısmını işledikleri yer, yemeklerini yedikleri yer, komşularıyla birlikte vakit geçirdikleri ve ailenin toplandığı yer. Sofa ile birlikte, ‘eyvan’ adı verilen bahçe ile sofa arasındaki mekanın da önemli olduğunu keşfettik. Bu mekanları tasarımın ‘olmazsa olmaz’ mekanları olarak değerlendirmemiz gerektiğini gördük. Bununla birlikte anket çalışmamız sırasında köylüler için bu mekanların çok önemli olduğunu anladık. Mekanların kendileri için önemlerinin farkındalar.
Model öneriniz nasıl şekillendi? Oluşturduğunuz modelin detaylarını anlatabilir misiniz?
Öncelikle İstanbul’a döndüğümüzde anketlerimizin sonucunu değerlendirdik ve bu sonuçların ışığında yeni bir tasarıma yöneldik. Bu tasarımda öncelikle yöresel malzemenin kesinlikle kullanılmasına dikkat ettik.
Bu noktada dikkat çekmek istediğim bir konu var; o da ‘kerpiç’ evin kötü olduğu ve depreme dayanıklı olmadığı yönünde oluşan yanlış algı. Ben deprem parantezinde Amerika, Meksika ve Asya gibi pek çok ülkeyi gezdim, bildiğiniz üzere önemli deprem bölgeleri bunlar... Orada kerpiç evlerin hala yapıldığını, ama bizim yaptığımız kerpiç yapılar gibi değil, depreme uygun, dayanıklı bir şekilde yapıldıklarını gördüm. Sonuçta öncelikle bizim kerpiç malzemesini bilmediğimizi, zaman içerisinde böyle bir malzemenin bilgileri konusunda yoksullaştığımızı, kuşaktan kuşağa bu malzeme konusunda bilgi aktarılmadığını veya aktarılan bilgilerin dikkate alınmadığını gördüm. Kerpiç toprağı çok önemli bir topraktır. Herhangi bir çamurdan kerpiç yapamazsınız, kerpiçin kendine göre özel bir kil yoğunluklu kumdan ve kırıntısı çok kalın olmayan çakıl taşlarından oluşması gerekiyor. Halbuki köylerde gördüğümüz herhangi bir topraktan yapılmış olan bir toprak yapı, kerpiç değil. Bunun üzerine köylülerle derinlemesine konuştuk, onlar da ne yaptıklarının farkında değiller. Bu noktada yapı üzerine çalışan lise ve üniversitelerin eksikliğinden söz edebiliriz, şu anda bizim eğitimimizin bütünü neredeyse ‘betonarme’ yapılar üzerinden gerçekleşiyor. Yığma yapılar, ahşap yapılar, çelik yapılar bütün dünyada çok önemli yapılar olarak tanımlanırken Türkiye’de sadece betonarme yapılara ağırlık veriliyor.
Bu noktada biz de ‘tamamen’ yöresel malzemenin kullanılıyor olmasına dikkat çektik. Yani taş ve kerpiç... Kerpiç için özellikle araştırma yaptık, kerpiçin ne olması ve nasıl üretilmesi gerektiği ve hangi topraktan yapılabileceğinden söz ettik.
Kerpiçin alternatifi Ruhi Kafeçioğlu’nun çabalarıyla oluşturulan, toprak kökenli yeni, çağdaş bir malzeme olan ‘alker’. Bu çalışmamız kapsamında alker’in üzerine araştırmalar yaptık, Ruhi Hoca ile bu konuda birlikte çalıştık ve sonuçta yapılanma sürecinde alker’in de kullanılmasını önerdik.
Köy evlerinin en büyük problemlerinden biri ‘izolasyon’. İnsanlar bu sorunu çözebilmek amacıyla, çatının üstünde 70-80 cm kalınlıkta topraklar dolduruyor ve bu şekilde yukardan gelecek ısının olumsuz yönlerinden korunmaya çalışıyorlar, tabii bu durum depremde çok büyük bir dezavantaj oluşturuyor. Bu anlamda ne yapılabileceği, nasıl bir çözüm oluşturulabileceği üzerine düşündük ve bu sorunu yine yöresel malzeme kullanarak çözebileceğimizi düşündük. TUBİTAK’ın bu konuda var olan çalışmalarını, ‘Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik’ ve ‘Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik’de yer alan yığma yapılar konusundaki önerileri de dikkate aldık. Bununla birlikte deprem yüklerine uygun, Van’daki kır yaşamına, iklimsel özelliklere uygun 4 ayrı tip ev tasarımı yaptık.
4 model önerimizde de var olan en önemli tasarım detayı mekan tasarımının ilave mekanlara uygun olarak oluşturulmasıydı. Bildiğiniz üzere Doğu’da aileler daha çok gelişiyor ve genişliyor. Aile, çekirdek aile olarak başlıyor ve tekrar çekirdeğe dönüyor, bu süreçte aile, geniş aile haline gelirken hep mekanlar büyüyor ve ilave mekanlara ihtiyaç duyuluyor. Başlangıçta bir mutfak ile sofa yapıyorlar, orada yaşamaya başlıyorlar ama çocuk sayısı fazlalaştıkça ek odalar yapılıyor. En büyük yanlışlar da söz konusu ek odaların yapımı sırasında gerçekleşiyor. Bu anlamda deprem yüklerine uygun olmayan bir sürü eklenti mekanlar yapılıyor. Bu da depremde en büyük hasar nedenlerinden birisi aslında…
Biz de bunu dikkate alarak, bir çekirdek ev hazırladık. Söz konusu çekirdek evin temelini bütün yaptık, dolayısıyla çekirdek evimiz zamanla gelişebilecek bir yapıya sahip. Başlangıç aşamasında evin temelini oluşturduk ve depreme uygun eklentileri ile yapısal detayları düşünerek tasarladık. 4 model önerimizin hepsi bu gelişmeyi sağlayacak biçimde tasarlandı. Öncelikle 3 kişilik aile için uygun olan model önerimiz, eklentilerle birlikte 5 kişilik ya da 8 kişilik olabiliyor.
Yeni model önerimizle birlikte hasarlı kırsal yapıların da güçlendirilmesine yönelik bir yöntem oluşturduk. Çünkü alan çalışmamızda da saptadığımız üzere köy evlerinin büyük bir bölümü hasarlı ama yıkılmamış, bu yapıların güçlendirilmeye ihtiyaçları var. Güçlendirme yöntemlerini ise özellikle yığma yapılar konusunda çok iyi bilmiyoruz. O binaları ya yıkıyoruz ya da hasarlı bir biçimde kullanmaya devam ediyoruz. Bu anlamda hasarlı kırsal yapıların güçlendirilmesi anlamında da bir yöntem oluşturduk.
|