BR> Bu sorulara
yanıt ararken Tophane’de yaşananların Türkiye’nin yakın tarihinden ayrı
tutulamayacağını da gördük. Öncelikle otuz yıl öncesinin Siirti’ne gidelim. O
yıllarda kentte ekonomik gücü Arap kökenliler elinde tutmaktadır. Ancak
yıllardır süregelen bu düzen Kürt köylerinin yakılıp buradaki halkın kente göç
etmesiyle hızla değişir. Öncesinde kentte vasıfsız işlerde karın tokluğuna
çalışan Kürtler sayılarının artmasıyla ekonomik gücü de ellerine geçirmeye
başlar. Ardından İstanbul’a göç gelecektir. Siirtli Arapların bir kısmı Fatih’e
bir kısmı da Tophane taraflarına göçer, söylemeye gerek var mı? Kürtler de
arkalarından. Böylece Tophane’de eskiden beri yaşayan Çingenelerle birlikte üç
farklı etnik grup oluşur. Semtte oluşan linç kültürü aslında bu sıkı
aidiyetlerin bir sonucudur. Tophane sınırları içinde birine küfür etmek, yan
gözle bakmak birkaç saniye içinde kırk elli kişinin üzerinize çullanmasına
davetiye çıkarmaktır. Bunları anlatanlar Tophane’nin aslında galerilerden çok
önce kendi içinde bir yozlaşmayı yaşamaya başladığını, eskilerden kalma “Tophane
delikanlılığı” imajının semt içinde gücü elinde bulundurmak isteyenler
tarafından gençleri yönlendirmek için kullanıldığını söylüyordu.
Peki bu
güç neden galerileri hedef almıştı. Aslında esnaf için galerilerin orada olması
avantajlı bir durumdu çünkü anlatılana göre bir galerinin açılması için yaklaşık
15 milyarlık bir maliyet gerekiyordu ve bu para çoğunlukla semtteki esnafa
gitmişti. yakınlarında Galata gibi “iki meyve suyu satarak bina aldılar” örneği
olunca da esnafla galerilerin karşı karşıya gelmesi pek anlamlı görünmüyordu. Bu
güç ne istiyordu? İşte burası biraz karışık. Sulukule’yle benzeştirilecek bir
”kentsel dönüşüm direnişi” değil. Çünkü Tophane üzerinde doğrudan bir dönüştürme
projesi yok. Üstelik söylenene göre işleri karıştıranların çoğu aynı zamanda mal
sahibi. Tophane dışarıya açıldıkca evlerin değeri artıyor. Ancak ortaya çıkan
kozmopolit yapının gücün ellerinden kaymasını da beraberinde getireceği mutlak.
İşte burada demin bahsettiğimiz sıkı bağlar ve linç kültürünün önemi devreye
giriyor. Semt sakinlerinin anlattığına göre Tophane'de “pahalıya sat ucuza geri
al” kuralı hâlâ işlerliğini koruyor. Bir ev sahibi pahalıya sattığı evini ahlaki
sebepleri gerekçe göstererek ucuza geri alabiliyor.
Tüm bunlara karşın
işi galeriler cephesinden de ele almak gerekiyor. Saldırıdan sonra yapılan ilk
toplantıda “Tophane halkıyla daha fazla ortak proje üretme” fikri benimsenmiş.
İletişimsizlik şimdiye kadar görülen bir eksiklik. Elbette bu Tophanelilerin de
kabul ettiği gibi belli korkuların yarattığı bir içine kapanıklık. Zaten sanat
galerileri için böyle bir gereklilik de yok ama saldıranların da hesap edemediği
gibi galerilerin sıradan bir esnafa göre farklı bir sosyal mekân olduğu da
gerçek. Dolayısıyla galerileri sesiz sedasız semtten uzaklaştırmaları söz konusu
olmadı. Öte yandan Beyoğlu Belediyesi’nin verdiği destek de belli bir ayrışma
yaratmışa benziyor. Saldırıdan birkaç hafta önce Ahmet Misbah Demircan’ın semte
gelişi sırasında halka on dakika ayırıp geri kalan zamanında galerileri
dolaşması ve sorunlarını dinlemesi “adamı biz seçtirdik, galeriler için
çalışıyor” tepkisini yaratmış. Şimdi başa dönelim. Galeriler kendilerini
Tophane’yi soylulaştırma projesinin bir parçası olarak görmüyorlardı ama ister
istemez oyunun parçası haline gelmişlerdi. Galeriler kitlenin değişmesi için
doğal bir aracıydı. Yoksa belediyedeki sanata yönelik bu ani ilgi patlamasını
başka türlü açıklamak zordu.
|