Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

Sorun, bizde bir yapı kodunun olmaması...




Akustik nasıl mimariye kırılıyor?

Biz mühendisler olarak farklı yerlerde de akustik tasarımı yapıyoruz. Örneğin, bir otomobilden yayılan gürültünün denetlenmesi ya da otomobil kabininde mekan akustiğiyle ilgili koşulların sağlanması gibi. Mimari akustik de bir akustik tasarım süreci; ama mimariye uygulanan bir akustik tasarım süreci. Akustiğin kendisi çok inter disipliner bir konu; dolayısıyla mimari akustik de çok disiplinli bir yapıya sahip. Binayı ele aldığınızda, tasarımında ana sorumlu mimar. Ama mimari akustik, disiplinler arası, tek başına mimarlara bırakılamayacak kadar ciddi bir alan. Bu nedenle farklı disiplinlerden insanları bu alanda çalışıyor görmek, yadırganacak bir durum değil.

Akustik biliminin çok kuramsal bir alt yapıyı gerektirmesi nedeniyle, bunu değişik alanlara uygulama tekniğine sahip kişiler genelde mühendisler ya da fizikçiler oluyor. Mimarlar, eğitim hayatları boyunca bu yoğunlukta bir kuramsallıkla karşı karşıya kalmıyorlar. Elbette mimar olup da, bu eğitimi almayı göze almış insanlar da var. Ancak salt mimarlık eğitimi, dünyanın hiçbir yerinde mimari akustikçi yetiştirmiyor. Bunu yapan insanlar değişik disiplinlerden eğitimler alıp, yetkinleşen insanlar. Bir de bugün teknolojinin geldiği noktaya bakarsanız, bir mimari akustikçinin örneğin, sinyal işleme yani elektronik mühendisliğinin ana konusu olan süreçlerden bilgisi olmalı. Mimarlık fakültelerinin müfredatında böyle bir konu yok. Salt elektronik mühendisleri değil, makine, inşaat mühendisleri, fizikçiler de bu alanda katkıda bulunabilecek altyapıya sahip meslek grupları.
 
Bunun eğitim hayatına yansımaları nasıl oluyor?

Bu durum, son yıllarda eğitime de yansımaya başladı. Örneğin, ABD’de lisansüstü düzeyde, inter disipliner bağlamda mimari akustik eğitimi verilen iki program(Rensselaer Polytechnic Institute ve University of Nebraska-Lincoln) biliyorum. Avrupa’da çeşitli ülkelerde de benzer eğitimler veriliyor. Hatta AB’nin bunun için ayırdığı fonları var. Örneğin, Kuzey’de İsveç, Norveç üniversiteleri(Chalmers, Trondheim, Stockholm) programlar oluşturuyorlar ve AB’ye başvuruyorlar. Öğrenci, birkaç üniversitede dolaşarak bu eğitimleri alabiliyor. İngiltere’de genel inter disipliner akustik mühendisliğine yönelik programlar var; ki bunların başında Southampton ve Salford Üniversiteleri gelir.

Ülkemizdeki yaygın algıyı da düşünürsek, mimari akustik hizmetleri hangi kapsamda ele alınıyor?

İşin bir mevzuat kısmı var. İnşaat projelendirme sürecinde, ki mimari akustik orada devreye girecektir, devletin ya da Bayındırlık Bakanlığı’nın tanımladığı yasal bir çerçeve var. Burada tanımlı olan işler, mimari proje, statik proje, mekanik ve elektrik tesisat. Bunlar, tanımlanarak mevzuatta yer bulan dört başlık. Mimari akustik projelendirme hizmetleri bu kapsama alınmamış. Eğer böyle bir ihtiyaç gerekliliği ortaya çıkarsa, ki buna mimar ya da iş veren karar veriyor, devletten bunun karşılığını ödeyemiyorsunuz. Böyle bir yasal çerçeve yok. Diyorlar ki, bu mimarlığın bir alt disiplinidir; mimar, mimari proje ücretinden ayırarak bunu versin. Bizim özellikle Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni salonu ve TBMM’nin yeniden düzenlenmesi projelerinde, çok eskiden Bayındırlık Bakanlığı’nın benimsediği bir yöntem uygulandı. Türkiye içinde mimari proje yarışmasını yapıyorsunuz, müellif mimarlar belirleniyor, biraz önce anlattığım tanımlı proje hizmetleri Türk müşavirler tarafından sağlanıyor, tanımlı olmayan ama gerekli görülen hizmetler için yurtdışından kişiler ya da kurumlarla belli bir süreç içinde dolar ya da euro karşılığında sözleşmeler yapılıyor. Devlet, yasal bir zemin olmadığı için yurtiçinden veremediği hizmeti yurtdışından almış oluyor. Akustik proje hizmetleri, devlet nezdinde tanımlı değil. Devlet ya da belediyeler, bunun için ihale yapıp ödeme yapamıyor. Dolambaçlı yollardan bir şekilde para aktarılıyor; ya mimari proje hizmetlerinden ya da imalat sırasında müteahhitten. İşin gerçeği bu.

Yasal bir boşluk var yani?

AB’ye uyum sürecinde mevzuatımızda bir takım düzenlemeler yapılıyor. Bunlardan biri, çevresel gürültünün değerlendirilmesine yönelik. 7 mart 2008’de Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi yönetmeliği var. Söz konusu yönetmelikte, AB’nin bir direktifi esas alınmış ve o tarihten bu yana da yürürlükte. Halkımız, örneğin bir alışveriş merkezinin havalandırma tesisatından duyduğu rahatsızlığı dillendirecek duruma geldi; ancak henüz bir salona girdiğinde oranın akustiği yapılan işe uygun mu değil mi bilemiyor. Çoğu kişi bilmiyor, ama örneğin metro istasyonlarında anonsların anlaşılabilir olması için akustik tasarım yapılıyor. Ama halkımız bunun ne kadar farkındadır, ‘aaa burada akustik önlem alınmış’ diyerek kafalarını kaldırıp bakmışlar mıdır bilemiyorum.

Akustik farkındalık daha çok ‘gürültü’ üzerinden gelişiyor o halde?

Eğlence yerlerine gidilirken, zaten beklenti yüksek volumde müzik oluyor. Asıl şikayet edenler, bu gibi eğlence mekanlarına gitmeyip onların yakınında normal gündelik yaşamlarını sürdüren insanlar. Üsküdar’da yaşayanların, Boğaz’daki çeşitli eğlence mekanlarından rahatsız olması gibi. Bu, Türkiye genelinde çok yaygın bir şikayet konusu. Her yaz kıyı bölgelerinde büyük problemler yaşanıyor. Geçenlerde bir otelin açık hava diskosundan gelen sesin ölçümü, denetlenmesi ve ne yapılabileceği konusunu danışmak için Bodrum’dan geldiler. Artık işletmeciler de bunun bilincine varıyorlar, aksi takdirde yasal yaptırımlarla karşı karşıya kalabilecekler.

Yasal mevzuat bu anlamda ne kadar tatmin edici?

İlk yönetmelik, 1 Temmuz 2005’te çıktı; zaman içinde bir miktar revizyona uğradı. 2008’deki yönetmelik de bu revizyon sonucu ortaya çıktı. Yaşadıkça bazı aksaklıklarla karşılaşılıyor ve bunların değiştirilmesi gerekiyor. Örneğin şu anda en büyük sorun evcil hayvanlardan kaynaklanan gürültü. 2008’de yürürlüğe giren yönetmelikte komşuluk gürültüsü tamamen dışarıda bırakıldı. Artık komşunuz gürültü yaptığı zaman gelinip orada ölçüm yapılmıyor; polis ilgileniyor o konuyla.

Sorun bizde bir yapı kodunun olmaması. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın bir apartman binasında komşu daireler arasındaki duvarların yalıtımının ne olması gerektiğini söylüyor olması gerek. Bu olduğu zaman, yeni bir bina yapılacağında, belediye ruhsat için proje önüne geldiğinde tıpkı yangın ve ısı yalıtımı yönetmeliklerinde olduğu gibi projedeki duvarların kodları karşılayıp karşılamadığına bakacak. 2008’deki revizyonda komşuluk gürültüsünün çıkarılmasının sebebi de buydu. Ancak yavaş ilerliyoruz, çalışmalar daha yeni başladı.

Mimari bir projede akustik ne aşamada programa giriyor, mimar bu süreçte ne kadar söz sahibi? Bahsettiğiniz gibi mimari akustik hizmetlerinin kapsamı konusunda belirsizlik varken bu mümkün olabilir mi?

Aslında ücretlendirme tanımlı olmadığı için diyebiliriz. Ama bunun yasal çerçevesi hazır. Diyor ki, 7 Mart 2008’den sonra ruhsatı alınmış, inşaatına başlanmış bütün binalarda bir yatak odasında 35 desibelin üzerinde gürültü olamaz. Projelendiren mimar, yüklenici, işveren, bu yönetmelik maddesine uymak zorunda. Eğer buna uyulmazsa ne olur? Bu daireyi alırsınız, gürültüden rahatsız olursanız ölçüm yaptırırsınız. Eğer Yönetmelik’te belirtilen değerlerin üzerinde bir gürültü düzeyi ile karşılaşırsanız hakkınızı ararsınız ve müteahhitten alırsınız. İnsanlar yeni yeni bunun bilincine varıyorlar. Yatırımcılara, böyle bir şey olduğunu ve başlarının yanacağını söylüyorum. Ben biliyorum ki İstanbul’un gözde rezidans projelerinde bile bu tür gürültü sorunları var. Çünkü buna karşı önlem alabilmek için, öncelikle tasarım sürecinde projenin gerçekleşeceği bölgedeki çevresel gürültüyü ölçmeniz gerek. Projenin bölgeye getireceği kara yolu trafiği yükünü tahmin edip, buna göre bir gürültü haritalaması yapmanız gerek. Ki böylece bina cidarlarını, örneğin cam kalınlıklarını bu verilere göre belirleyebilesiniz.

Kullanılacak malzemeler seçilirken ne kadar hassas davranılabiliyor? Yapı malzemeleri üreticilerinin ses yalıtımına yaklaşımı nasıl? Bu konuda bir standarttan bahsetmek mümkün mü?

Ses yalıtım malzemelerinin belli koşulları sağlaması gerekiyor ve bu koşullar kullanım yerlerine göre değişebiliyor. Bunun yanında diğer disiplinlerde öngörülen birtakım koşulları da sağlamaları gerekiyor. Örneğin sizin ses yalıtımı için kullanacağınız malzemenin yangın yönetmeliğine de uygun olması gerekiyor. Şu duvarda ses yutacak bir yüzey oluşturacaksam eğer, sünger türü yanıcı bir malzeme olamaz. Eğer bir çatıda ses yalıtımı yapacaksanız, orada hem ısıl hem su hem de ses geçirimsizlik açısından yapı fiziği kurallarına uymanız gerek. 

Standartlara gelince; Türk Standartları Enstitüsü’nün yürürlüğe koyduğu birçok standart var. Ancak, ölçmeye yönelik laboratuar sıkıntısı çekiliyor. TÜBİTAK’ın Gebze’deki Ulusal Metroloji Enstitüsü’ndeki laboratuvarlar bu akreditasyonu aldılar; ancak bunun Türkiye için yeterli olacağını söylemek zor.

Eğitim alanında yurtdışından farklı örneklere değindiniz. Türkiye’de nasıl durum, mimarlık fakültelerinde verilen akustik eğitimi ne kadar doyurucu?

Ben, ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nde ders veriyorum. Mimarlık okullarının o kadar yüklü bir müfredatı var ki… Öğrenciler, üçüncü sınıfta altı haftalık bir ders görüyorlar. Dördüncü sınıfta seçmeli dersleri var. Lisansüstü  programlarda da, eğer yapı fiziğini tercih ediyorlarsa yine seçmeli dersleri var. Bu şekilde yetişmeye çalışıyorlar. Bu, özellikle lisans düzeyinde öğrencilerin akustik anlamda donanımlı olarak yetişmeleri için yeterli değil. Gerçi aldıkları dönem ya da bitirme projeleriyle açıklarını kapatmaya çalışıyorlar, ama orada kaldıklarını düşünüyorum.

Mimarlar, farklı disiplinlerle çalışmaya, onları kabullenmeye ne kadar açıklar?

Bence açıklar. Elbette mimarca estetik kaygıları oluyor. Biz, bunlara saygı göstermek zorundayız. Çünkü binanın tasarımında ana sorumlu o, tasarımı sırtlayan o. Diğer gruplar, danışmanlık alanları, mimarlığı destekleyici nitelikte. Mimarların, özellikle akustikçilerle bilfiil işin içinde olmaları gerekiyor. Ben, şimdiye kadar yaptığım projelerde onların estetik kaygılarını karşılamaya çalıştım. Şimdi çalıştığımız büyük bir projede örneğin, ses yutumu için önerdiğimiz beş farklı malzemenin üçü, projedeki mevcut dokuya uymadığı gerekçesiyle direkt silinebiliyor. Bunu saygıyla karşıladık; öyle de olması gerek. Elbette bizim de isteklerimiz oluyor. Örneğin özellikle iç bükey yüzeyler yapılmasından kaçınılmasını öneriyoruz; eğer yapılacaksa da boyutlandırılmasında bize danışın diyoruz. Şu ana kadar gerçekleştirdiğim projelerde bir sıkıntıyla karşılaşmadım. Türkiye’nin önde gelen, gerçekten hassas isimleriyle çalıştım; her şeyi birlikte yaptık. Önemli olan birlikte bir sinerji yakalamak.

Mimari akustiğin kurumsallaşmasından umutlu musunuz?

Benim umudum var. Gelecekte bu konuda, özellikle lisansüstünde çok donanımlı programlar açılacağını umuyorum. Hatta genel akustik anlamında olsa da, ODTÜ’de ne yapılabileceğine dair bir çalışmam da var. Böyle bir ihtiyaç var ve toplum bilinçlendikçe bu ihtiyaç daha da artacak. Bu nedenle, üniversiteler olarak toplumun bu ihtiyacına kayıtsız kalamayız. Mimari akustik hizmetlerinin ücretlendirilmesine yönelik kamuda bir yapılanma olması sürecin daha hızlı gelişmesini sağlayabilir.

Bir projeye ne kadar ekstra bir maliyet yükleyebilir akustik?

Burada mesele maliyet değil, çünkü çok düşük. Örneğin alışveriş merkezleri ölçeğinde düşünecek olursak, tavanda düz alçı plaka kullanmakla perfore alçı plaka kullanmak arasında yüzde 25’lik bir maliyet farkı olur.  

Türk müteahhitlik sektörü gerçekleştirdiği yurt dışı projelerde nasıl bir akustik kültürü alıyor?

Bu yurtdışı projelerinin büyük bir kısmında projeyi yaptıran mal sahipleri, İngiliz, Amerikan vb yabancı bir kontrol müşavirliği firmasıyla anlaşıyorlar. Bizim yüklenicilerimiz oralarda iş yapmak istedikleri zaman projelerini bu adamlara onaylatmak zorundalar. Bu kurumların da uyguladıkları International Building Code (IBC) gibi bir takım kodlar var. Orada tanımlar belli; bunlara uymak zorundasınız. Libya’da, Azerbaycan’da, Dubai’de, Katar’da böyle. Bu gibi projelerle bizim müteahhitlerimiz bir şekilde eğitilmiş oluyorlar. Aynı duyarlılık yurtiçinde gerçekleştirilen projelerde gösterilebilirse, burada da yapılmaması için hiçbir neden yok.

Aslında, her şeyden önce merkezi idarenin kurumsallaştırması gereken bir süreçten bahsediyoruz yani. Hem yüklenicilerin, hem işverenin, hem de son kullanıcının taleplerini şekillendirecek olan biraz da o noktada gösterilecek irade sanki?

Örneğin Almanya’da geçerli bir ‘mimarlık ve mühendislik hizmetleri asgari ücret tarifesi’ vardır. Siz tekliflerinizde orada belirtilen tarifenin altına düşemezsiniz. Bu, elbette sektöre bir kurumsallaşma getiriyor. Sonuç olarak, böyle bir mevzuata geçilmesi gerekiyor. Sonrasında da bu alanda çalışanların birleşip örgütlenmesi geliyor; ve halkın bilinçlenmesi.

Mevcut meslek odalarının ne gibi bir katkısı olabilir bu sürece?

Inter disipliner bir yapı olduğu için, mimarlar odası bu konuyu yeterince sahiplenmiyor. Mühendis odaları da keza öyle.


http://www.yapi.com.tr/haberler/sorun-bizde-bir-yapi-kodunun-olmamasi-_96228.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!