Küreselleşmenin getirdiği yeni
sömürü düzeni içinde çevresel sorunlar ve
hassasiyetler çok önemli bir yer tutuyor. Bu hassasiyetin oluşması bir
bakıma gelecek için iyi gibi görünmesine karşın, bu hassasiyeti bir sömürü aracı
olarak kullanan kapitalizmin bu yönüne de dikkat çekmek gerekir. Özellikle
gelişmekte olan veya azgelişmiş ülkelerin bu hassasiyetlerini,
kurulan sistematik düzenekle sömürü aracı olarak kullanıyorlar. Üstelik bu
sömürü biçimi gönüllü olarak yaptırılıyor ve uzun yıllara yayılan bir düzen
içinde sürdürülmeye çalışılıyor.
Küreselleşmenin etkisiyle ortaya konan yeni yaklaşımların temelinde ise
çevresel sorunların çözümü için geliştirildiği öne sürülen teknik ve
yaklaşımların pazarlanması fikri yatıyor. Ortaya konan çözümlerin sorunları
çözmek yerine, geciktirerek ve biriktirerek ileride daha büyük boyutlarda
sorunlar yumağı olarak karşımıza çıkması kaçınılmaz oluyor.
Örneğin, küresel ısınma sorunu: Aslında sorunun kaynağı
gelişmiş ülkelerin şimdiye kadar yaptıkları uygulamaların bir sonucudur. Ancak
bunu kabullenmek yerine, tüketicisi yaptıkları az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerin kullanım yanlışlıklarına bağlıyorlar. Sera gazı salınımlarını ciddi
oranda düşürecek kesin bir uygulama yerine Kyoto Protokolü gibi
sanal çözümlerle gündemi meşgul ediyorlar. Kaldı ki Kyoto Protokolü de sorunu
çözecek bir düzenek olmaktan uzak.
Yeni sömürü düzeni içinde çevre kavramının özellikle seçilmesi rastlantı
değil. Çevre tüm insanların üzerinde anlaşabildiği nadir kavramlardan biri ve
özellikle seçildi. Bu yaklaşımın ülkemize yansımaları ise sadece arıtma sektörü
için en az 10 trilyon avro civarında. Bunlara çeşitli sertifika ve hayat
standardı için ödenecek bedeller de dahil edildiğinde sistematik bir sömürü
düzeninin içinde olduğumuz açık.
Üstelik bu maliyetlere, sadece arıtma sektörünün düzgün ve verimli
çalışmamasından dolayı ortaya çıkan dışsallıkların maliyeti de eklendiğinde
(hesaplanması da oldukça zor), sömürünün boyutu giderek büyüyor.
Bu düzenin temelinde, çevreye duyarlılık dürtüsü kullanılarak, “yeşil
ürünler” konsepti içinde sunulan mal ve hizmetlerin tüketiminin ve
kullanımının artırılması var. Kontrol et ve yönet yaklaşımına, pazar temelli
yöneltici yaklaşımı ve serbest pazar yaklaşımını da katarak ve önce pazar
talebinin yaratılması için yasal zorunluluklar oluşturuluyor. Bunları, kamuoyu
oluşturmak için yapılan çeşitli toplantılar, sempozyumlar, yayınlar gibi kamuoyu
araçları ile yapılan altyapı oluşturma çalışmaları izliyor. Daha sonra ortaya
çeşitli teknolojik çözümler, finansman ve işçilikle birlikte komple bir çözüm
olarak sunuluyor. Sonuçta, uzun yıllar boyunca borcunu ödemeye çalışacağımız,
sıklıkla arıza yapan ve gerçekten sorunumuzu çözmeyen, ancak yasal
sorumluluğumuzu ortadan kaldıran eski teknolojilerin çöplüğüne dönüşmüş bir
ülkede yaşama zorunluluğu ve tekrar baştan farklı yaklaşımlarla devam eden
“sonsuz sömürü düzeni”nin bir parçası ve birer “çevreci”si olacağız.
Emisyon ticareti ve karbon kredisi
VakıfBank Çevre Bankacılığı, emisyon ticareti ve karbon
kredisi konusunda müşterilerine danışmanlık hizmetini başlattı. Emisyon ticareti
dünyada Kyoto Protokolü ile birlikte ortaya çıkan bir uygulama. Karbon salınımı
fazla olan şirketler, çevresel piyasalar vasıtasıyla karbon salımı düşük olan
şirketlerden bedelini ödeyerek, karbon satın alıyorlar. Emisyon ticareti
sayesinde çevreci yatırımlar kendilerine ilave fon yaratabiliyor. Karbon
salınımı (sera gazı) fazla olan şirketlerin, karbon emisyonunu azaltma ve
çevresel piyasaları nasıl kullanabileceği konusunda bilgilendirme hizmeti
VakıfBank tarafından veriliyor...
“Kyoto küresel yalanını” yutan, yurdumun “çevreci”leri ne yazık ki, bu
protokolün Türkiye tarafından imzalanmasını, “çevreci ulemanın” bir başarısı
olarak göredursunlar, ekoljistler hiç aynı fikirde değil... Bunu da
unutmasınlar!..
Müfit Kocasu / Kilimatolog, ekolojist
|