Ülkemizde yeni mezun mimar ve mühendisler okul sonrasında – henüz yeterli gelişimi sağlamadan – proje tasarımı yapabilme yetkisine sahiptirler. Bu konuda İngiltere’de yaklaşık 8 yıl mesleği icra etmiş biri olarak oradan örnek vermek istiyorum;
İngiltere de, yeni mezun mimar ve mühendisler okul sonrası profesyonel hayatta en az 3 yıl mesleki deneyim yaşadıktan sonra 'uzman mühendislik' sınavına tabi tutulmaktadırlar. Söz konusu sınav tam gün ve açık sistem şeklinde uygulanmaktadır. Öyle ki sınava her türlü kaynak doküman, hatta bilgisayarınızla bile girebilirsiniz. Bu sınavda adaylar profesyonel hayatta edindikleri tecrübeyi ispatlayabilecekleri sorularla muhatap kalmaktadırlar. Sınavdan geçme oranı yaklaşık yüzde 35 mertebesinde olup, ilk seferde sınavda başarılı olma oranı da oldukça düşüktür. Ancak bu sınavda başarılı olmak; sektörde tecrübenin kanıtı anlamında önemli bir eşiği ifade ettiği için, 'uzman mühendis' unvanı alan mühendislere piyasada ciddi talep söz konusudur.
İngiltere’de proje tasarım ofisinden sahaya gönderilen çizimlerin teknik doğruluğunu onaylayan herhangi bir resmi kurum yoktur. Sistem 'mesleki ve mali sigortalama' üzerine kurulmuştur. Proje tasarım ofisleri, yaptıkları tasarımı sigortalamakla yükümlüdürler. Bir başka deyişle sigorta kapasiteniz ne kadara müsaade ediyorsa o bütçede proje tasarımı yapabilirsiniz. Bunu bir nevi taahhüt işi yapan müteahhitlere şart koşulan teminat mektubuna benzetebiliriz. Bu inceliği bilen sigorta firmaları ise istenmeyen bir durumda mali zararı kendilerinin karşılayacağını bildiklerinden, proje tasarım firmalarının sigorta limitlerini onaylarken firma bünyesinde çalışan uzman mühendis sayısına önem vermektedirler. Bu sayede piyasada iş yapan firmalar uzman mühendis çalıştırmaya özen göstermekte ve bünyelerindeki mühendislerin mesleki gelişimleri için ciddi emek ve para harcamaktadırlar. Dolayısıyla sistem kendi kendini kontrol etmektedir. Bu sistem içerisinde gerek maddi anlamda zarar gören tarafların mağduriyetleri karşılanmakta gerekse de kişilerin inisiyatiflerine dayalı riskler ve beraberinde birçok gereksiz resmi prosedür kendiliğinden ortadan kalkmaktadır.
Burada önemle vurgulanması gereken belki şudur:
Kaliteli ve kontrol edilebilen bir sistemi tasarlarken, sistemi kurumlar üzerine kurmak; hantal ve gelişmeyi önleyici sonuçlar doğurmaktadır. Şahısların gelişimi ve kaliteli İş üretmesi üzerine sistemi kurmak daha kolay, hızlı ve tutarlıdır. Muhatap kurumlar olsa da işi yapan şahıslardır.
Ülkemizde yeterli mesleki gelişime tabi tutulmadan tasarım yapan mimar ve mühendislerin ürettikleri projeler, uygulama aşamasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yetkilendirilen yapı denetim firmaları tarafından denetlenmektedir. 1999 yılında ülkemizin geçirdiği deprem felaketi sonrasında iyi niyetle sisteme entegre edilmeye çalışılan 'yapı denetim' kavramı maalesef günümüzde anlamını önemli ölçüde yitirmiş durumdadır. Çünkü yapı denetim firmaları hizmet karşılığı ücretlerini yine hizmet verdikleri yatırımcı firmalardan almaktadırlar. Yatırımcı uyumlu çalışacağı denetim firmasıyla çalışmayı tercih etmektedir. Yapı denetim firmalarıyla resmi hizmet bedellerinin altında anlaşmalar yapılmakta ve yapı denetim firmaları deneyimsiz teknik personel çalıştırmak zorunda kalmaktadırlar. Yeterli tecrübeyi edinmemiş teknik personel tarafından yapılan denetimlere pratikte kuşkuyla yaklaşılmaktadır.
Dolayısıyla denetim kavramının olmazsa olmazı olan tarafsızlık ilkesine aykırı bu işleyiş, karşılığında harcanan emek ve paranın hakkını maalesef verememektedir. Sonuç olarak yatırımcının proje tasarım ofisleri ve yapı denetim firmalarının hatalarından kaynaklı mağduriyetleri mali olarak karşılanamamaktadır. Bu noktada gelişmiş ülkelerdeki örnekler üzerinden hareketle denetim mekanizmasının işleyişi içerisinde 'mali sorumluluk sigortası'nın şart koşulması piyasada iş yapan firmaların gerekli sorumluluğu mali olarak ta yüklenmeleri anlamında gereklidir.
Diğer yandan tüm bu sistemi pratikte uygulayacak olan mimar ve mühendislerin mesleki gelişimi için gerekli uygulamalar vakit kaybetmeden hayata geçirilmelidir ve bu anlamda Mimar ve Mühendis Odalarına çok iş düşmektedir.
Gelişmiş ülkelerdeki örnekler incelendiğinde mesleki gelişim odaklı faaliyetlerin dışında yetkisi olmayan Mimar ve Mühendisler Odaları ülkemizde kısmen proje onaylama, şantiye şefine yetki verme, kamu projelerinde çalışan personelin mesleki deneyim süresini belirleme vb. birçok resmi yetkilerle donatılmış durumdadırlar. Ana iştigal alanı mesleki gelişim olması gereken Mimar ve Mühendis Odaları, maalesef mevcut sistemin gerekleri içerisinde asıl faaliyet alanlarını bir kenara bırakarak genelde siyasi hedefler için bir araç ve kazanç kapısı olarak kullanılmaktadırlar. Mevcut yönetmelikler sebebiyle meslekte iştigal eden neredeyse her mimar ve mühendisin üyesi olmak zorunda olduğu bu kurumlar, ülkemizdeki mimar ve mühendislerin genelini temsil kaygısından uzaklaşmakta ve ülkemize çağ atlatacak nitelikteki hemen her yatırıma karşı durmaya ve eleştirmeye yönelik ezber söylemler geliştirmeyi prensip haline getiren kurumlar haline dönüşmektedirler. Mevcut işleyiş, bu odalara mecburen üye olmak zorunda kalmış fakat odalarca dile getirilen konularda farklı düşünen Mimar ve Mühendislerin kendilerini ve düşüncelerini İfade etme özgürlüğünü de ellerinden almaktadır. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Mimar ve Mühendis Odalarının pratikte karşılığı olmayan yetkilerden arındırılması ve asıl iştigal alanı içerisinde mesleki gelişime fayda sağlayacak faaliyetlere yönelmesi gerekmektedir.
Ülkemizde yetişmiş personele olan talebin en yüksek seviyeye ulaştığı ve daha da önemlisi güvenli ortamda yatırım fırsatı arayan Yabancı Yatırımcıların yüksek talep gösterdiği bu dönemde, söz konusu sistemin genel işleyişine ilişkin vakit kaybetmeden gerekli düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç vardır.
* Burhan Özdemir / Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği İnşaat Sektör Kurulu Başkanı
|