Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
BÖLÜM SPONSORU

'Koruma Kurulları'nı Eleştirirken!

Yani, uygarlıklar ülkesi Türkiye'nin aynı uygarlıkları korumakla görevli kadroları, devletin en çaresiz ve en olanaksız temsilcileri. Diğer tüm devlet dairelerinin önünde sıra sıra resmi araçlar dururken koruma kurullarının önünde sadece "iş takipçileri"nin arabaları var...

Cumhuriyet Gazetesi/Oktay EKİNCİ
'Koruma Kurulları'nı Eleştirirken!

br/> Tarihi Sultanahmet Cezaevi binasındaki otelin aynı yerdeki arkeolojik alanda sürdürdüğü "ek yatak bloku" inşaatı medyada da sorgulanınca, "SİT'lerdeki imar tahribatı" gündeme taşınmış oldu. Ne var ki özellikle koruma kurulunu "günah keçisi" yapan haber ve demeçlerin "öne çıkma"sı yüzünden, şimdi herkes diyor ki: "Kurul projeyi onaylamasaydı, tarih ayaklar altına alınamazdı..."

Oysa adeta bu "yaratılan kanı"nın asıl suçluları gizlediğini; tarihin çiğnenmesine, Bakanlar Kurulu'nun 1991'deki "turizm merkezi" kararının neden olduğunu; nitekim projenin de arkeolojik alanın "otel arsası"na çevrilmesiyle hazırlandığını; koruma kurullarının ise bu gibi yasal "üst karar"lara uyma zorunluluğunun "gerilim"lerini yaşadıklarını; benzer dayatmalara rağmen elde kalabilen kültürel mirasımızın da önemli oranda yine kurullar sayesinde yitirilmediğini... Geçen yazımızda özetlemiştik.

Korumanın bu özverili emektarlarını, "iktidar projeleri"nden ötürü eleştirirken tarihe saygısızlığın "baş sorumlu"su ilan etmenin ise özünde "kültür ve doğa katliamları"yla para kazanan "kurul düşmanları"na fırsat yarattığını; asıl tartışılması gerekenin ise ülkemizdeki koruma (ma) politikalarının ürünü olan "koruma (ma) düzeni" olduğunu vurgulamıştık ( 5-6 Ocak 2008 ).

Bütün bu gerçeklerin yıllardır sorguladığımız diğer "Türkiye örnekleri"ni gelecek yazılarımızda yeniden anımsatacağız. Şimdi ise şu koruma düzenimizin "Sultanahmet yaklaşımları"nı irdeleyelim...

'Yasa'nın serüveni

1950'lerden 80'lere kadar geçerli olan 1710 sayılı Eski Eserler Yasası, adı üzerinde sadece "eski" (20. yüzyıl öncesi) ve "eser" sayılabilecek mirasın korunmasını esas almıştı. Bu nedenle genelde hep "anıtsal" yapılara öncelik verilirken eski evlerin ve kentsel dokuların korumasına yeterince ilgi gösterilmemişti. Nitekim "doğal değer" ve "SİT" gibi günümüzün kavramları da yasada olmadıkları halde, 70'lerle birlikte Anıtlar Yüksek Kurulu kararlarıyla koruma hukukumuzda yer aldılar.

80'lerin 2863 sayılı yasası ise uluslararası sözleşmeleri de gözeterek "kültür ve tabiat varlıklarını koruma"yı esas aldı ve adı bile böyle belirlendi. Ancak dönemin "12 Eylül yağmacılığı"na uygun olarak, korumanın evrensel ilkesi olan "özerk ve bilimsel kurul" yapılanmasında, "siyasetin etkisi"ne olanak sağlandı.

Örneğin eski Anıtlar Yüksek Kurulu, ülkenin en birikimli, saygın ve adeta "bilimsel dokunulmazlık"larıyla görev yapan bilge hocalarından oluşurken, aynı yetkileri devralan yöresel kurullardaki üyelerin her an keyfi olarak görevden alınabilecekleri bir düzen getirildi.

Özellikle 1990'lardan sonra, aslında "korumacı" olduklarından üyeliklerine "tahammül" edilemeyip son verilen; ancak yargı yoluyla geri dönen; hatta buna rağmen görevlerinden yeniden alınan; genelde de hep "rantçılar"ın "sakıncalı" gördükleri için başlarına bunlar gelen kurul üyelerinin sayısı bile bilinemiyor.

Ve bugünki durum

2000'lerle birlikte kültürle turizm bakanlıklarının birleşmesine bağlı olarak düzenlenen 5226 sayılı son yasada ise 12 Eylül'ün ürünü olan "turizm merkezi" kavramı, "kültür ve turizm merkezi"ne dönüştürülerek tarihsel ve doğal mirasın bu sektöre "ayrıcalıklı imar hakları"yla birlikte doğrudan teslim edilmesinin de önü açılmış oldu.

Dahası, kurul üyeliklerinin sayısı, yerel ve merkezi idarelere bağlı bürokrat üyelerin "kararlarda oyçokluğu"nu sağlayacakları şekilde artırıldı; kurullardaki yıllardır süregelen "uygunsuz çalışma koşulları"nda ise hemen hiçbir iyileştirme yapılmadı.

Nitekim korumanın kamusal organlarına karşı bu "dışlayıcı tavır", imar rantına meraklı Maliye Bakanlığı'nda doruğa çıktığından, çok sayıdaki bölge kurulunun uzman kadroları yeterli değil; birçoğunda üyeler eksik, toplanma zorluğu bile çekiliyor; hatta hemen tümünün böylesine önemli bir kamusal görevde kullanabilecekleri tek bir "ulaşım araçları" bile yok.

Yani, uygarlıklar ülkesi Türkiye'nin aynı uygarlıkları korumakla görevli kadroları, devletin en çaresiz ve en olanaksız temsilcileri. Diğer tüm devlet dairelerinin önünde sıra sıra resmi araçlar dururken koruma kurullarının önünde sadece "iş takipçileri"nin arabaları var...

Paha biçilemez mirasımız hakkında kararlar alan; olağanüstü rantların beklendiği projeleri, ulusal ve evrensel mirası korumak için "devlet adına" inceleyen kurul üyelerine de bu kutsal sorumluluğa asla uygun olmayan, komik düzeyde huzur hakları verilebiliyor.

Çünkü hükümetlerin genel bütçeden kültürel mirasa ayırdığı pay, yıllardır "binde 2"nin üzerine çıkamadı. İşte bütün bunlar bile, genel politikanın ne denli kültür yoksunu olduğunu göstermiyor mu?

Umursanmayan uyarılar

Koruma yasası böylesi duyarsızlıklar içerirken yine son düzenlemede meslek odalarıyla birlikte akademik kesimlerin de görüşleri alınmış; ancak hemen hiç biri önemsenmemişti. Mimarlar Odası'nın tasarıya itirazlarını ve önerilerini çok yazdığım için, bu kez de özellikle ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye Milli Komitesi'nin uyarılarına değinmek istiyorum.

Komitenin 11 Aralık 2003 tarihli "yasa tasarısı hakkındaki rapor"unda "Koruma kararlarının uluslararası ilkelere uygun, bağımsız ve baskılardan uzak alınması sağlanmalıdır" denilerek özetle şunlar vurgulanıyor:

- Koruma kararları "şeffaf" olmalı; kültürel ve doğal miras hakkında tüm ulus ve insanlık için alınan kararlar "gerekçeleri"yle yazılmalı ve sürekli "yayımlanmalı"dır.

- Kurul üyeliklerinde uzmanlık, birikim ve korumanın önemine bağlılık aranmalı; üyeler ilgili meslek odaları ve üniversitelerin de temsil edildikleri, "katılımcı bir komisyon"un görüşü alınarak belirlenmelidir.

- Ülkenin "kültür varlıkları envanteri" hemen çıkartılarak; elde kalan tüm değerler güvenceye alınmalıdır.

- Kültürel miras, "ilköğretimin temel dersleri" arasında yer almalı; tarih ve doğanın korunmasının gelişmede engel değil, zenginlik olduğu kavramına dayalı bir koruma bilinci küçük yaşlarda kazanılmalıdır.

- "Koruma" kavramı, imar hukukundan ayrı değil, "imarın öncelikli koşulu" olarak yasalaşmalıdır. Uygarlık birikimlerini ve çevreyi gözetmeyen yapılaşmaya kesin önlemler getirilmelidir.

Bakalım bütün bunlar ve diğer tüm duyarlı öneriler, hiç değilse "Sultanahmet şoku" sayesinde yeniden değerlendirilecek mi?

http://www.yapi.com.tr/haberler/koruma-kurullarini-elestirirken_58689.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!