arihi kalıntılar üzerinde inşası devam eden Four Seasons Oteli ek binası vesilesiyle tarihe karşı duyarsızlığımıza dikkat çeken Prof. Dr. Murat Belge: "Sistematik biçimde Bizans'ı ortadan kaldırıyoruz. Osmanlı'da öyle yok edelim diye kasıtlı ve bilinçli bir kaygı yok. Bu Cumhuriyet'le, milliyetçilikle başlıyor"
Türkiye, 2008'e Milliyet'in gündeme getirdiği Bizans kalıntıları üzerinde inşası devam eden Sultanahmet'teki Four Seasons Oteli ek binası haberleriyle girdi. Arkeolojik park alanında inşaat yapılmasına izin verilen karmaşık süreçte yaşananlar, Milliyet'in hazırladığı haberlerde gün gün yer aldı. Verilen izinler, sözü edilen usulsüzlükler ve yanlış anlamaların yanı sıra, ek inşaat sırasında tarihi mirasın tahribi konusu, kamuoyunda ve basında da sert eleştirilere neden oldu. Konuyu Radikal gazetesindeki köşesine "Tarihin Üstüne Otel" başlığıyla taşıyan Prof. Dr. Murat Belge, "Konu genişleyecek gibi görünüyor. İyi, genişlesin. Çünkü söylenecek çok şey var" dedi. Belge yazısını, tarihe karşı duyarsızlığımızı gösteren örneklerle sürdürdü. Hatta bunların devamı olduğunu da söyledi.
İşte tam da bu noktadan hareketle, karlı bir kış günü, -2,5 derece soğukta Ahırkapı'dan Sultanahmet'e uzanan dört saatlik zorlu bir yürüyüş yaptık Belge ile... Tarihi İstanbul'u anlattığı "İstanbul Gezi Rehberi"nin de yazarı, çok yönlü kültür adamı Murat Belge, bu güzergahda, kimseden gizlenip saklanmadan, kurullar, kararlar bilmecelerine konu olmadan uluorta tahrip edilen, olmadı çirkinleştirilen Bizans kalıntılarını anlattı. Gezi sırasında Prof. Dr. Murat Belge ile son gelişmeler üzerine de konuştuk.
Türkiye günlerdir Four Seasons Oteli'nin İstanbul Sultanahmet'teki Bizans Sarayı kalıntılarının bulunduğu alanda yapmaya başladığı ek binayı konuşuyor. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, son olarak Milliyet'e yaptığı açıklamada uygulamanın bilimsel bir şekilde yapılıp yapılmadığının tarafsız bir şekilde gözleneceğini söyledi. Bu tür uygulamaların bilimsel şekli nasıl olur?
Tarihi korumaya başladığımız çağa gelinceye kadar ne olmuşsa olmuş, burada bir yıkıntı var. Kayda değer bir yıkıntı. Ve tabii bugün bu bilinçle kimse onu yok etmek istemiyor. Ama onu orada o şekilde bıraktığınız zaman bu turistik açıdan fazla değer taşımıyor çünkü turistin ilgisini çekecek böyle bir spektaküler bir tarafı yok.
Mesela ben Cordoba'da meşhur Mezquita'nın yanındaki otelde kaldım. Orada gene eski kalıntılar var, yer hizasında; üzeri canlanmış... Onlara oradan bakabiliyorsun, otelin içinde. Salamanca'da bir yere gittim; yıkıntı bir kilise var. Oteli onun etrafında yapmışlar; kısmen kilisenin duvarını görüyorsunuz. Yahut Bologna'ya gittiğimde belediyenin yaptığı birkaç katlı bir bina gördüm; içinde kütüphane, kitapçı dükkanları, lokantalar... Altında da Roma'dan kalma kalıntılar; yine cam bir zemin, siz o avlu gibi yerde gezerken, ayağınızın altında da o kalıntılara bakıyorsunuz.
Böyle çok örnek var. Aslında İstanbul'da da bunun benzerleri olmadı değil. Mesela Laleli'de bir otel yapıyorlardı, sarnıç buldular ama adam o sarnıcı orada öyle bıraktı. Otelin bodrum katında, bara indiğin zaman Bizans sarnıcını da görüyorsun. Böyle uygulamalar olabiliyor. Tabii bunların hiçbiri bir imparatorluğun Büyük Saray'ı değil.
"Bu sefer fitil tutuştu"
Ek binaya gelmeden önce, Four Seasons'ın kurulduğu Sultanahmet Cezaevi, Nâzım da dahil olmak üzere birçok yazarın, şairin hapis yattığı bir yer. Bırakın ek binayı oraya bile otel yapılmamalıydı diyenler de var. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bir yeri koruma altına almak ve yaşatmak için ister istemez bir işlev değişikliği gerekiyor; buna karşı değilim. Bugün Boğaz'daki bir yalıyı eski zaman koşullarıyla bir ailenin her yıl tamir etmesi mümkün değil. Ancak otel yapıyorsunuz, lokanta yapıyorsunuz; bu tip bir işlev veriyorsunuz, o zaman orası korunuyor. Tabii değişiyor da... Ama biz zaten Allah'ın günü bilmem kaç tane sokak adı değiştiren bir toplumuz; tarih değiştirmekten fazla bir kaygımız olmamalı. Ayrıca Sultanahmet Cezaevi'nin otele dönüştürülmesi genel anlamda çok fazla işlev değişikliği değil. Gene rezidansiyel bir yer oldu.
Hiç olmazsa gönüllü girip çıkıyorlar, diyorsunuz...
Türkiye'de böyle bir işlev icat edemediğiniz her yer yıkılıp gidiyor. Sultanahmet Cezaevi'nin otel olmadan önceki halini de biliyorum, korkunçtu. Bu başka pek çok yer için de söylenebilir.
Peki bu ek bina olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Böyle bir şey olmaz. Olmayacağını, bir ülkedeki otel değil, ülke bilir. Zaten bütün bu olay, ülkenin bilmemesinden kaynaklanıyor.
Ben bu konuları bin kere konuşarak anlattımsa, yüz kere de yazarak anlatmışımdır. Kimsenin kılı kıpırdamaz. Bir şeylerin olgunlaşmasını beklemek gerekiyor galiba. Şimdi bu olayın uyandırdığı tepkilerle, içimde bir sezgi bu sefer "fitil tutuştu" diyor. Umarım o sezgi doğrudur. Umarım insanlar bu son olayla silkinip ayaklanır ve "yeter" der. Ve ondan sonra yalnız üstüne yapılanı önlemek için değil, yerin altında yatanı yeryüzüne çıkarmak üzere bir heyecan, bir enerji gösterilir.
Gezimiz sırasında da anlattınız, değil kalıntılarının ortaya çıkarılması, Adliye'nin yapılmasıyla birlikte Hipodrom'dan geriye kalan ne varsa yok olmuş.
Tabii tabii. Sistematik biçimde Bizans'ı ortadan kaldırıyoruz. Osmanlı'da yok edelim diye öyle kasıtlı ve bilinçli bir kaygı yok. Bu Cumhuriyet'le, milliyetçilikle başlıyor.
Başbakan "Reddi miras etmeyen bir toplumun çocuklarıyız" dedi. Bir yanda Başbakan'ın bu sözleri diğer yanda sözünü ettiğiniz, sistematik biçimde Bizans'ı yok etme çabası... Bu nasıl oluyor?
Ben Başbakan'ın ikiyüzlülük yaptığını söyleyemem çünkü Yenikapı'daki olay var karşımda. Orada büyük iddialarla ve ümitlerle yaptıkları yeraltı sistemi var. Yenikapı'da o iki raylı sistemin aktarma yapacağı büyük istasyonu yapmak üzere kazmaya başladılar; karşılarına Bizans limanı çıktı. Ben şimdiye kadar Süleyman Demirel'inden Ecevit'ine, seküler, batıcı diye kabul edilen hiçbir başbakan ya da yetkilinin böyle bir durumda "Vay karşımıza Bizans'tan kalma liman çıktı" deyip olayın mahiyetini değiştirdiğini görmedim. Bunu bir tek bu adamlar yaptı.
"Derin devlet bilir"
Kim o zaman Bizans'ı yok etmek isteyenler?
Bunların bir kısmı, Aydınlar Ocağı'nın adamları gibi bu saldırgan milliyetçilikle zaten mağrur olan insanlar.
Koruma kurulu üyelerine bakıyorsunuz; şehir ve bölge planlamacılar, röleve ve restorasyon yüksek lisansı yapanlar, mimarlar vs...
Demek ki her yere biz zihniyeti getiriyoruz. Mesela Muharrem Ergin diye bir Türkoloji profesörü vardı, öldü, bir dönem Aydınlar Ocağı'nın da başkanıydı; bir makalesinde "Şehrin orasını burasını köstebek yuvası gibi kazıyorlar, birtakım kalıntılar çıkarıyorlar, sanki bu toprakların eskiden başka sahipleri olduğunu dosta düşmana göstermek istiyormuş gibi..." diye yazdı. Yani o dozerle üstünden geçip gidilmesini istiyordu. O bunu yazıyor açıkça. Ama bir de yazmayan kurumsal adamlar var. Mesela bir belediye başkanı gidiyor, bu Hipodrom'un güney ucundaki Sphendon'un etrafındaki derme çatma evleri yıkıyor, Hipodrom'un duvarı ortaya çıkıyor. Bekliyorsun ki madem böyle bir şeye başlandı, herhalde bu Sphendon'un içi açılacak, gezilecek. Yoo öyle orada duruyor iş. Çünkü öyle tahmin ediyorum ki o sırada birileri de bunu görüyor, "Bak efendi sen bu işi fazla ileri götürme, burada milli çıkarlar var" diyor.
Yani bu son olayda da bizim bildiğimiz legal kurul toplantıları dışında da birtakım kişiler ve konuşmalar olabilir diyorsunuz...
Tabii tabii. "Derin devlet" her yerde işbaşında. Zaten bizim bunları bilmemiz tanım gereği mümkün değil. Ama şu şu şu olayları yan yana getirince bunun nedeni başka ne olabilir? Yani bir adam tarihe meraklıdır; Bizans'tı şuydu buydu ayırt etmez, bütün tarihi korur. Normal olan bu. Ama böylesi pek olmuyor. Ya da adamın aklı paraya çalışır. Der ki turist gelir, para bırakır. Ama bizde ikisi de olmuyor. Yıkıyoruz, niye? Bunun sebebini ancak "derin devlet" bilir.
"Milliyet'in haberlerinden sonra bir şeyler değişebilir"
Bütün bu gezi sırasında gördüğümüz kalıntıları restore etmek, görünmeyen parçaları ortaya çıkarmak, Türkiye'nin altından kalkamayacağı kadar maliyetli işler midir?
Değil, hayır. İyi yapmak belli bir masraf gerektirir ama onu yaptıktan sonra turizm çerçevesinde getireceği geliri de düşünmek lazım. Ayrıca bir de istihdam konusu var. İstihdam ille fabrika açarak olmaz.
Bu son tartışma ve haberlerden sonra bir şeylerin değişeceğini düşünüyor musunuz?
Çok zaman gündeme gelen bir konuydu. Ama son dönemde Milliyet'in yaptığı haberlerden sonra konu epey ilgi gördü, büyüdü... Bu defa bir şeyler değişebilir diye düşünüyorum.
Murat Belge anlatıyor
Berduşların kaldığı eski İstanbul kilisesi
Ahırkapı'da surlar ve saray kompleksi içindeki Hristos Fianthropos Kilisesi... Eski İstanbul'un en önemli kiliselerinden biri. Şimdi berduşların kaldığı bir yer oldu burası... Ne yapsınlar, onlara da yatacak yer gerek. Hristos Fianthropos sarayın kiliselerindendi herhalde. Ama şimdi askeri bölge içinde kalan Aya Yorgi Manastırı'nın kilisesi de olabilir. İçeri girdiğinizde sütunları filan görebilirsiniz. Burası kilisenin kubbesi civarında kalan bir bölüm. Son girdiğimde, çiş dolu bir çukura düştüm; o halde yani.
Kilise ve çelik kapı
Samatya ana caddedeyiz. Şu yukarıda görülen Ayios Minas Kilisesi. 1800'lerde yapılmış. Altında (bir ara kömürcü bir ara da demirciydi) Çelik Kapı adlı bir imalathane var. Bu imalathaneye girdiğinizde Ayii Karpos ke Papylos Kilisesi'nin şimdi dibi dolduğu için, kubbesine yakın bir yere varmış oluyorsunuz. Bunun solunda kahve var. O da kilisenin ambulatuarlarından (dairevi kubbe altını dolaşan koridor) birini içerir. Kağıt oynanır orada da.
Garaj kapısı, park etmeyin!
Samatya-Yedikule arasındaki İoannes Kilisesi ve (İmrahor İlyas Bey Camii) Karpos ke Papylos Kilisesi , Konstantinapolis'te yapılmış en eski iki kilise.
İoannes, imparatorun bazı pazar günleri ayin için geldiği kilise. Çünkü çok önemli bir dini kurum olan Studion Manastırı'nın kilisesi burası. Fetihten sonra cami yapılmış. Gördüğünüz gibi bu duruma işaret eden herhangi bir tabela da bulunmuyor.
Kilisenin arka tarafına geçtiğinizde "Garaj kapısıdır park etmeyin" yazısıyla karşılaşıyorsunuz. Garajdan başka, ortada yükselen duvarın arkasında 9'uncu yüzyıldan kalma bir sarnıç var. Bu sarnıç, boya imalathanesi yapılmış ki bu iş için 9'uncu yüzyıldan kalma bir sarnıçtan daha uygun bir yer olabilir mi! Sonra yangın çıkmış imalathanede. Ama içeride hâlâ restore edilebilecek kalıntılar var. Garaj kapısı ve girilmez ya, girip göremiyorsun da... Biraz daha ileride bu kompleksin ayazmasının üstüne de şarap ve sirke dolum tesisi kurulmuş.
Malkoçoğlu filmlerinin çekildiği zindan
Ayvansaray'daki Anemas zindanları... Yine içine giremiyoruz. Tadilat halinde. Burada İsaak Angelos kulesi yer alıyor. Yine Roma imparatorlarından biri. Sonradan tahttan indirildi. Yanındaki de Anemas kulesi. O da Arap asıllı bir Bizanslı komutan. Muhtemelen onun burada hapsedilmesi söz konusu. Çünkü merdivenlerden inip kule yönünde kuzeye doğru düz gittiğinizde birkaç katlı mahzenler vardır. Onların da zindan olarak kullanıldığı kabul edilir. Çok etkileyici bir mekandır burası. Eskiden Bizans ya da Malkoçoğlu filmi çekeceklerse burayı kullanırlardı. Birkaç yıldır restorasyon halinde; aslında yüzlerce yıldır içinde toplanan pisliği temizliyorlar. Sonra lokanta olmaya da müsait, başka yerlere de!
Görmeye değer bir bölüm var burada
Four Seasons ek inşaat alanı... Büyük Saray ağırlıklı olarak şu anda Sultanahmet Camii'nin altında kalmıştır. Yine de bahçeleriyle, çeşitli pavyonlarıyla, bölümleriyle geniş bir alana yayılıyor. Bundan çok az şey kalmış. Ama görmeye değer bir bölüm var burada.
Bitmemiş sarayın alt katında su deposu
Cağaloğlu Cemal Nadir Sokak. Müller'in kitabında da "Ne olduğu bilinmeyen bir Bizans kalıntısı" olarak geçer burası. Bir zamanlar sarnıç olarak da kullanılmış olabilir ama o niyetle yapılmadığı belli. Asıl ağır basan ihtimal, bitmemiş bir sarayın alt katı olması. Muhtemelen içinde şapel filan da var. Kalıntıya, civardaki belli yerlere satılacak suların stoku yapılıyor. İçeride su kasaları var. Yapıyı depo amaçlı kullanıyorlar. İçeriye su taşıyan işçilere sorduğunda "Yukarıda bilmemne han var, oranın sahibine ait burası; özel mülk" diyorlar.
Asıl kent 8 metre derinden başlıyor
İstanbul'da dolma toprak sekiz metredir ortalama. Yani asıl kent sekiz metre derinden başlıyor. Sultanahmet Meydanı'nı kazdığımızda, şu an üzerinde durduğumuz Lausos ve Antiohos saray kalıntılarından başka kim bilir neler çıkar. Bu arada Lausos ve Antiohos Bizans'ın aristokrat iki adamı. Saray kalıntılarının üstü festival alanı haline getirilmiş. Az ileride de otopark var zaten. Orayı otopark yapana kadar kazmaya kalksalar bir şeyler çıkacağını zannediyorum.
Bir çirkinleştirme örneği
Binbirdirek Sarnıcı... Osmanlı devrinde iplik imalathanesi olarak kullanılmış. Bugün artık "turistik" denen türden bir mekan. Ama turist de gelmiyor... İçinde dükkanlar, kafeler, mafeler... "Eski mekana yeni işlev", bugün birçok restorasyonun ilkesi. Binbirdirek bunun nasıl yapılmaması gerektiğinin örneği oldu. Orijinal zemin bozuldu. Binbirdirek Sarnıcı bir çirkinleştirme örneğidir. Oysa o, Yerebatan Sarnıcı'ndan sonraki en büyük sarnıçtır.
SİT alanında paldır küldür yapılan otel
Arasta'nın karşısındaki blok, tamamen arkeolojik sit alanıdır. Buraya paldır küldür bir otel yaptılar: Hotel Sultanahmet Sarayı. ANAP'lı Kültür Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu zamanında, onun ortak olduğu bir iştir bu.
Hipodrom'un güney ucuna ticaret lisesi
Sphendon, Hipodrom'un güney ucu. Biz At Meydanı demişiz. Zamanla, kasıtlı olmamakla birlikte tahrip olmuş. Ama 19'uncu yüzyılda özensizlik başlıyor; Mithat Paşa buraya Sultanahmet Ticaret Lisesi'ni yaptırıyor. Bu alanda bir hamam, çok eskiden yapılmış bir haddehane vardı... Şu an sadece okulun alt tarafında Sphendon'dan kalan bir duvar bulunuyor.
Freskin altında ızgara köfte
Otoparkın arkasındaki şu kalıntılar ise Eufemia Kilisesi'ne ait. Eufemia 3'üncü yüzyılda din lideri olmuş bir azizedir. Konstantinopolis kurulduktan sonra, seçkin bir bölge kabul edilen bu noktada onun adının verildiği bir kilise yapılmış. Çok önem verilen bir azize. tabutu şimdi Patrikhane Kilisesi'ndedir. Yortu zamanı gelince gümüşten yapılma tabut açılır, kemikleri teşhir edilir.
Şimdi onun için yapılan bir kilisenin bu halde olması, içler acısı. Önünde otopark, arkasında Adliye Sarayı. Kilise kalıntılarının parmaklıkla kapalı bölümündeki duvarlarda freskler vardı. Artık olduğunu sanmıyorum. Son gördüğümde birisi freskin altında ateş yakmış bir yandan ısınıyor bir yandan ızgara köfte yapıyordu.
|