p>Bu yıl beşincisi gerçekleştirilen EKODesign Konferansı'nın en ilgi çekici konuklarından biri, hiç kuşkusuz Hollanda merkezli pratik Waterstudio'nun kurucusu Koen Olthuis oldu. Dünyanın farklı kentlerinde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmek istediği 'su' odaklı tasarımlarıyla tanınan Olthuis, iklim değişikliği, göç, kirlilik gibi pekçok önemli sorunla mücadele etmek zorunda kalan günümüz kentleri için yüzen adacıkların sunabileceği olanaklar üzerine çalışıyor ve dünyayı da bunun üzerine düşünmeye çağırıyor.
Yapı-Endüstri Merkezi'nde (YEM) gerçekleştirilen EKODesign Konferansı'nda yaptığı sunumunda, köpük ve betonu birleştirerek istenilen genişlikte yüzen adalar elde etmenin mümkün olduğunu söyleyen Olthuis, bu yolla oluşturulan yapıların normal binalar ile aynı maliyete ve konfora sahip olduğunu; yüzen adaların üzerine bütün bir kent bloğunun inşa edilebileceğini ve bu şekilde son derece esnek 'hydrocity'ler (su kentleri) yaratılabileceğini; 'aquanomics' (su ekonomisi) olarak nitelediği finansal sistemin, su kullanımına dayalı yeni ekonomik olanaklar (kiralama gibi) sunduğunu ve böylelikle aynı yüzen altyapının kentten kente taşınabileceğini anlattı. Koen Olthuis, www.yapi.com.tr'nin sorularını yanıtladı.
Sizi böyle spesifik bir alan üzerine yoğunlaşmaya iten motivasyon ne oldu?
Bunun pek çok nedeni olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan ilki Hollanda’da yaşıyor olmam; suyla mücadele etmek bizim doğamızda var. Ayrıca ailem de önemli bir neden; tekne yapımı, annemin ailesinin geleneksel bir uğraşı ve hatta soy isimleri de ‘boat’ yani tekne. Baba tarafım da mimar ve soy isimleri de ‘old house’ yani ‘eski ev’. Bu iki alanı bir araya getirdiğiniz zaman zaten ortaya ‘yüzen ev’ çıkıyor. Ben bu alana yöneldiğim zaman, böyle bir pazardan söz etmek mümkün değildi; dolayısıyla eğitim programları da böyle bir alana yönelik çok fazla veri taşımıyordu. Dolayısıyla, her şeyi kendimiz yaptık, kendi kendimizi eğittik diyebilirim. Yüzen ev uygulamalarının geçmişini inceledik, nasıl bir temel üzerinde yükseldiği, şehirle bağlantısı, doğayla etkileşimi üzerine çalışmalar yaptık. Yavaş yavaş bu alana yönelik de bir eğitim programı oluşuyor; ben, dünyanın pek çok yerinde dersler veriyorum ve bundan da çok keyif alıyorum. Şu anın, yüzen yapılar için çok doğru bir zaman olduğunu düşünüyorum; 20 yıl önce belki erkendi, ama 20 yıl sonra da çok geç olabilir. Yüzen yapılar, bugün karşı karşıya kaldığımız şehircilik sorunları, küresel iklim değişikliğinin kötü etkileriyle baş etmek için önemli bir alternatif sunabilir.
Tekne inşasının ve mimarinin olanaklarını harmanlarken nasıl bir yöntem izlediniz, iki farklı teknolojik alandan nasıl bir karışım çıktı?
Hem mimari, hem de endüstriyel tasarım eğitimi aldım. Biliyorsunuz, mimarlık bina ve kentsel tasarım demektir; endüstriyel tasarımda ise ürün söz konusudur. Ben de endüstriyel tasarımdaki gibi kitlesel üretime uygun fikirleri mimariye nasıl uyarlanabileceği üzerine odaklandım. Yüzen yapılar da, tek bir yere bağlı olmadıkları, istenen yere taşınabildikleri için de bir ürün olarak görülebilir.
|