strong>Bu ekonomik sistemin, özellikle İzmir ölçeğinde kente etkileri nelerdir?
Bu ekonomik sitemin kentlerde çok ciddi yansıması oluyor. İncelediğimizde, pek çok projenin kent için faydalı yatırım projeleri olmadığını görüyoruz. Temelinde inşaat sektörünü canlı tutmaya yönelik ve kentin planlarından tamamen bağımsız gelişen yatırımlar, dolayısıyla bir süre sonra muhtemelen kente getirdiği faydadan daha büyük zarar getirecekler. Bunu şuna dayanarak söylüyoruz; öncelikle projelerin, kentin tanımladığı planlama süreçlerinden ayrı olması başlı başına bir sorun. Bununla birlikte bildiğiniz üzere İzmir için oluşturulan projelerin büyük bir kısmı Ulaştırma Bakanlığı’na ait, bu projeler Ulaştırma Bakanlığı’nın Mart 2011’de yayımlamış olduğu "Türkiye Ulaşım ve İletişim Stratejisi Hedef 2023" başlıklı raporda yer alan politikalara aykırı, "Konak Tüneli Projesi" bu durumun en temel örneklerinden biri.
Dolayısıyla bu noktada plan ve projenin birlikte çalışmadığı, kentlerin tanımlı olan sorunlarının çözümüne olanak sağlamayacak ve çok ciddi kaynak gerektiren projeler mevcut. Büyük ölçekli kentsel projelere aktarılacak kaynağımız var ise; bakın, çok daha ciddi tanımlanmış sorunları var bu kentin oraya aktaralım böylece sorunlar daha hızlı bir şekilde çözülür.
Planlama meslek alanından baktığımızda nazım planların kusursuz planlar olduğunu söylemiyoruz. Bunlar zaman zaman gerekçeleri oldukça revize de edileceklerdir, planlama sistemimiz bunu dışlamıyor. Ama bu nasıl olur? Her bir projenin ekonomik, teknik, mali fizibiliteleri yapılır. Eğer hakikaten fayda sağlıyorsa ve entegrasyonu da iyi bir şekilde kurgulanıyorsa o zaman bu projeler ilgili planlara birer plan kararı olarak girebilir.
Bu kapsamda Konak Tüneli Projesine dönecek olursak; bu proje öncelikle karayolu geçiş projesidir. Bir ulaşım talep modeli kurulduğu zaman eğer olumlu sonuç veriyorsa, sonra çevresel etkilerine bakılır. Çevresel etkileri ve güzergah üzerindeki hukuki durumlar değerlendirilir. Sonuçta fizibilite anlamında uygun ise bu tip projeler birer ulaşım ana planı kararı olarak nazım planlara işlenir ve biz de ayakta alkışlarız ama şu anda hiçbir çalışması yapılmayan bir proje olduğu için kafamızdaki şüpheler artıyor ve bunu da kamuoyu ile defalarca paylaştık.
Parça parça, yamalar halinde kent sorunlarını çözme çabası, planları yeni hazırlanmış bir kent olan İzmir için bir fayda sağlamayacak.
Bu noktada yerel yönetimler tarafından hazırlanan planlar için ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek isterim; Odamızın bu planlara ilişkin itirazları da oldu, planların belirli kritik noktalarına ilişkin davaları da oldu. Ama şunu biliyoruz; plan araştırmaları yönetimi, idarenin tasarrufundadır. Burada önemli nokta; şu an yürürlükte bir planımızın olmasıdır ve itiraza konu olan kararlar süreç içerinde yeniden düzenlenebilir ya da o kararların doğru olduğuna kanaat getirilir ve gerekçeleriyle söz konusu kararlar korunur.
Bizim açımızdan Planın en kritik bir hatası; neredeyse yürürlükte bulunan bütün planları kabul eden bir halinin olmasıydı. Sonuçta İzmir yapılaşma anlamında çok ciddi ölçüde havza sınırlarına, tarım alanlarına, doğal kaynaklarına dayanmış bir kent. Oda olarak, bu denli büyük yeni gelişme alanlarına ihtiyaç olmayacağını ifade ettik. Çünkü daha önceden parça parça onaylanmış, 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planları kapsamında gelişen bir süreç mevcut. İzmir’in yürürlükteki Nazım Planları yaklaşık 8 – 8,5 milyonluk bir nüfusu barındıracak bir yapıda bununla birlikte İzmir’in 2020 yılına dair nüfus projeksiyonu 4,5 milyonluk bir nüfus öngörüyor. Bu durumda aslında, İzmir’in bu denli büyük yeni gelişme alanlarına ihtiyacı yok.
Ama şu yanılgı ortada: "İzmir’de yatırım için yer yok", "Bu plan yeni gelişme alanı açmadı, konuta ihtiyacımız var bunun için uygun yer yok" argümanları aslında İzmir için geçerli değil. Yatırımcının planla öngörülmüş olan alanlarda değil de bir zaman almış olduğu kendi arsasında yatırım yapma isteği nedeniyle, arsa spekülasyonu yaratmak için geliştirilen söylemler. Şu argümanı neredeyse açık açık söyler hale geldiler: "Benim arsam, nasıl karışırsınız".
Bu durumu bir örnek ile açıklamak gerekirse; Karşıyaka Stad Projesini aktarabiliriz. Bir yatırımcı kamunun mülkiyetinde olan bir spor tesis alanını satın alıp burada konut yapmak isteyebiliyor, bu kadar normalleşmiş bir tartışma var ortada. Spor tesis alanı olduğu imar planında belli olan bir bölgeyi yatırımcı olarak satın alıyorsanız, spor tesisi yapma amacınız olmalı. Aldıktan sonra; "Ben bunun da bir kısmını konut yapmak istiyorum" dediğinizde amacınız belli olur. Bununla birlikte, bunu yaparken yurtdışındaki örneklere başvurmanın kendisi daha absürt bir durum. Avrupa’daki, Amerika’daki planlama süreçlerini biliyoruz sonuçta. İnsanlar planlama otoritesine "Ben bu planda şöyle bir değişiklik yapmak istiyorum" dediklerinde planlama otoritesi "plan nasıl değişir, plan kararı olan bir yeri neden değiştirelim" düşüncesiyle anlamayarak bakıyor.
Dolayısıyla böyle bu tip bir planlama kültürünün Türkiye’de tanımlanması ve belki yeniden ele alınması gerekiyor. Planların değişebilme durumu fazlasıyla normalleşmiş durumda. Ancak İzmir’in hem duyarlı kesimleri hem de dönem dönem yerel yönetimi bu konularda hassas davranıyor.
|