Lütfen Tarayıcı Sürümünüzü Yükseltiniz.
SONRAKİ HABER: Depremin Artçısı Heyelan
BÖLÜM SPONSORU

İstanbul için Ders Vakti

2010 Avrupa Kültür Başkentliği, İstanbul için önemli bir kültür gösterisi fırsatıydı. İstanbul markası için bulunmaz bir açılımdı. Ama Avrupa medyasındaki yorumlara bakıldığında bu fırsat kaçmış görünüyor.

Radikal İKİ
İstanbul için Ders Vakti

Duvarın yıkılmasından bu yana Berlin, dünyanın birçok yerinden özellikle genç sanatçıların yaşamak ve çalışmak için aktıkları bir çekim merkezi haline geldi. Avrupa’nın kültürel turizminde hızla yıldızı parlayan şehir cazibesini yeni sergileri, tiyatro oyunları ve müzelerine borçlu. Bu gelişme, iki Almanya’nın birleşmesi akabinde Berlin’in Doğu’nun eklenmesiyle ikiye katlanan kültür-sanat altyapısını nasıl sürdüreceği ve harcama talebini nasıl karşılayacağı konusundaki çok ciddi sıkıntılara rağmen elde edilebildi. Bu başarıda 2007’de Alman Federal Hükümeti’nin elini taşın altına sokmasının ve 400 milyon avro gibi bir harcamayı üstlenmesinin büyük bir payı var. Belediyeyle bir finansman anlaşması yapan Federal Hükümet, kültür alanındaki desteğinin 2017 yılına kadar süreceğini ilan etti. Halihazırda Federal Hükümet’in kültür portföyünde Berlin’in Müzeler Adası’ndaki kültür mirasının korunması ve yönetimi, Sanat Akademisi, yeni açılan Yahudi Müzesi ve Uluslararası Berlin Film Festivali gibi birçok proje var. Belediye ise bir taraftan bir vakıf çatısı altında toplanan üç operanın giderlerini karşılamak gibi şimdiye kadar üstlendiği kültür harcamalarını devam ettirirken (Belediyenin operaya aktardığı fon 2009’a 89,4 milyon avro civarında) ticari olmayan ve halihazırda fonlanmakta olmayan yenilikçi sanat projelerini desteklemek üzere de yeni bir Başkent Kültür Fonu oluşturdu. Bunun yıllık miktarı 10 milyon avro civarında.

Berlin dersleri

Berlin örneğinden merkezi ve yerel hükümet diyaloğu ve işbirliği çerçevesinde başarıyla yürütülen bir kültürel atılım profili çıkıyor. Kuşkusuz Berlin’in birleşen Almanya’nın başkenti olması, bu kültürel yatırım ivmesinin arkasındaki en önemli nedenlerden birisiydi. Hem Berlin’in hem de merkezi hükümetin bu sınavdan başarıyla çıktığını söyleyebiliriz. Zira, merkezi hükümet bu kadar yüksek bir meblağı başkent bile olsa tek bir şehre akıtmanın politik zorluklarının altından kalkabildi. Üstlenilen Müzeler Adası restorasyonları ve müze yatırımları gibi çetrefil projeler, beklenilen kalitede ve zamanında gerçekleştirildi. Bunun arkasında mutlaka özerk yapılar şeklinde çalışan bu kurumların doğru bütçe kullanımı ve iyi hizmet sağlamak konularındaki geçmiş deneyimleri rol oynamıştır. Kültür fonlamasının başarısı bu fonların nerelere harcanması gerektiği konusunda önceliklendirmeyi amaçlayan bir müzakere sürecinin işletilmesi ve fonların doğru kullanılacağı yönetim organlarının varlığı (ya da yaratılması) ile bağlantılandırılmalıdır.

Berlin deneyimine bakarak, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti sürecine ilişkin birtakım dersler çıkarabiliriz, çıkarmalıyız. İstanbul 2010’un açılış seremonisindeki manzaradan ve şimdiye kadar basına yansıyanlardan yola çıkarak, İstanbul kültür politikasının neresinde hata yapıldığının adını koymalıyız. 2010 Avrupa Kültür Başkentliği, İstanbul için önemli bir kültür gösterisi fırsatıydı. İstanbul markası için bulunmaz bir açılımdı. Ama Avrupa medyasındaki yorumlara bakıldığında bu fırsat kaçmış görünüyor.

2010 Ajansı özgür davranamadı, Ankara’nın kültürel diplomasi bağlamında döndüre döndüre söylediği tek mesajını, biz “hoşgörülü milletiz” mesajını tekrarlatmayı yeterli buldu. Oysa, açılış töreninde, 2010 sürecinde o kadar üzerinde durulan İstanbul’un eşsiz kültürel mirasının beşiği tarihi yarımadada, UNESCO’nun da ne zamandır talep ettiği alan yönetimi planlama sürecinin en geniş sivil katılım ve istişare süreciyle başlatıldığı ilan edilebilirdi mesela. Tarihi miras alanlarında mahallelilerin yaşam alanlarını sağlıklı hale getirilmeleri için fon yaratıldığının, her çeşit bağımsız sanat inisiyatifi için yıllık olarak yenilenecek bir Sanat Fonu’nun duyurusu yapılabilirdi. Bu bir basın toplantısı değildi kuşkusuz, ama sahne sanatçılara bırakılmadan önce politika yapıcı fırsat bu fırsat deyip 2010 ile ne gibi süreçleri tetiklediğini bir kere daha anlatabilirdi. Ama projelerin arka arkaya sıralanması dışında ajansın bir vizyonunun olmadığı görüldü.

2010 deneyiminin en önemli yönü bu olsa gerek: Süreci yönetmek ve ayrılan fonu kullanmak üzere kurulan İstanbul 2010 Ajansı, kendisini şehrin kültür ve sanatına ilişkin vizyon sahibi özerk bir merci olarak konumlandıramadı, önemli bir söz sahibi olma mertebesine yükseltemedi. Verilen ayakkabının içini doldurup kendi ayakları üzerinde yürüyemedi ve neticede bağımlılık ilişkisinin tüm marazlarını yaşadı, yaşattı. Sonuç olarak, Ankara’dan büyük miktar fon sağlanmış olmakla birlikte harcaması ve yönetimi istenildiği gibi yapılamadı. Bunun sebebi nedir? Bu sorunun yanıtını aramadığımız taktirde İstanbul’u bir dünya kültür başkenti olarak hayata geçirmemiz çok zor. Yanıt için birçok yöne bakabiliriz ama önce yerel ve merkezi yönetimlerin İstanbul’a yaklaşımları ve İstanbullularla ilişkilerine bakacak olursak, önemli ipuçları elde edebiliriz. İstanbul yerel yönetiminin Sulukule, Fener-Balat, Tarlabaşı gibi tarihi miras alanlarını müteahhitlerin kat karşılığı yenileme öneren projelerine açmak dışında başka alternatifler geliştirememeleri, aradığımız yanıtın katmanlarından birisidir mesela. Tarihi mirasın radikal bir şekilde dönüşümüne (ve geri dönülmez tahribine) önayak olunuyor, yaşam alanı soylulaştırılıyor ve fakir mahalleli kentin dışına itiliyor. Kültürel bağlamda burada mirasla ilgili, mirası kimin kullanacağı ve nasıl kullanacağıyla ilgili önemli mesajlar veriliyor.

Öbür yandan Ulaştırma Bakanlığı tarafından 2008’de ihale edilen İstanbul Boğaz ı Karayolu Tüp Geçiş Projesi’nin Sirkeci-Florya sahil yolunu sekiz şeritli bir otoban şeklinde düzenlenmeyi öngörmesi, bir başka katman teşkil edecektir. Üçüncü köprü de bir başka örnek. Otoyollar ve köprülerle kültürel politika alanının dışına çıkıyor gibi gözükse de kentin kimin için ve hangi standartlarla yaşam kültürünün tasarlandığı sorusu bizi kültürel alana bağlıyor. Ayrıca, bu örneklerde merkezi ve yerel yönetimlerin İstanbul’la ve İstanbullularla birlikte mi yoksa ayrı koldan ve telden mi çalıştığı sorusunda ikinci temayülün ağır basması, İstanbul’a ilişkin özerk bir kültür-sanat duruşunun neden güçlenemediğine dair bir fikir veriyor. Bütün bu güçsüz arka planına rağmen İstanbul’un sivil aktörleri neden bağımsız bir güç kaynağı bulamıyor? Berlin’in hızla soylulaşan Mitte bölgesinde yer alan köhnemiş bir AVM’yi işgal edip 1989’dan bu yana bağımsız bir sanat merkezi olarak değerlendiren Tacheles inisiyatifinin, Berlinlilerden aldığı destek bu bağımsız duruşa ve enerjiye bir örnek. Enerjimizi gerçekten neden İstanbul’dan alamıyoruz? Daha 2010 bitmedi.

http://www.yapi.com.tr/haberler/istanbul-icin-ders-vakti_76253.html

Read Comment Section
İlk Yorumu Siz Yapın
Gönder

Yorumum onaylandığında e-posta ile bildir.

E-posta adresimle bültenlere abone olmak istiyorum

Haber gönderin Hemen haber gönderin

Sosyal Medyada Yapi.com.tr:

Abone Ol Yapı sektöründeki tüm gelişmelerden en önce siz haberdar olmak isterseniz e-bültenimize abone olun.
Bülten arşivine erişmek için tıklayın

REKLAM VERİN

Ajanda
TAMAMI » Bugünkü Etkinlikler BUGÜN:
Herhangi bir etkinlik mevcut değil!