BR>
İstanbul ‘un sahip olduğu kültürel miras bir yandan Bizans ve Osmanlı’nın
başkenti olmaktan kaynaklı tarihsel yapıları ve anıtsal binaları
kapsarken, diğer yandan da Türkiye’nin modernleşme tarihini mekân üzerinden
analiz etmeye olanak veren modern yapıları barındırmaktadır. 19. Yüzyılın
ikinci yarısından itibaren İstanbul, bir yandan uluslararası ticarette
etkinleşen ara kent konumundan dolayı gereksinim duyduğu modern bir iş
merkezinin (Galata-Pera), diğer yandan, Avrupa yakasında Taksim –Şişli, Anadolu
yakasında ise Kadıköy –Bostancı akslarında modern konut alanlarının inşasına
tanık olmaktadır. Aynı dönemde İstanbul’un geçirdiği idari-yönetsel modernleşme
ile bağlantılı olarak kentin modern alt yapısının inşa süreci de başlamaktadır.
Bu inşa süreci ile birlikte kenti besleyen ulaşım ağları da hızla gelişmiştir.
Hammadde veya bitmiş ürünün taşınması için yeterli ulaşım ağının varlığı
nedeniyle kent, özellikle 1850’den sonra Osmanlı İmparatorluğu endüstrisinin
merkezi haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı sermaye, işgücü ve
teknolojisi ile kurulan fabrikaların sayısı ve türü fark edilir bir biçimde
artmıştır. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında
bulunan endüstri işletmelerinin % 55’inin İstanbul’da yer aldığı bilinmektedir.
Kente elektrik ve havagazı sağlayacak modern elektrik santralleri ile
gazhanelerin yapımına da bu dönemde başlanmıştır.
1950’li yıllara kadar
kentin elektrik ve havagazı ihtiyacını belli ölçüde sağlayan bu santral ve
gazhaneler, kentin hızlı büyüme sürecinde yetersiz kalarak işlevlerini
yitirmişlerdir. Bu alanlar işlevlerini yitirdikten sonra uzun süre buralara
müdahale edilmemiş ve bir anlamda çökmeye terk edilmişlerdir. İşte tam da bu
yüzden 19. yüzyılda sayıları 256’yı bulan endüstri yapılarından bugüne sadece
43’ü kalabilmiştir. Günümüze kadar ulaşan gazhane ve elektrik santrali
sayısı ise sadece 6’dır. 1950’lerden 1970’lerin sonlarına kadar, masif
kırsal göçler alarak büyüyen kentin arazi ihtiyacı hazineye devrolmuş geniş
arazi stoku ve düşük yoğunluklu eski konut alanlarının yapsatçılık yoluyla
dönüşümü ile karşılanmış ve böylelikle çoğu çöküntü alanı halindeki bu eski
santral ve gazhaneler o dönemde kentsel arazi olarak dikkati çekmemiştir. Bu
sayede bu alanların bir kısmı günümüze kadar kalabilmiştir.
1980’lerden itibaren değişen
ekonomi politikalarıyla birlikte başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, kentin
merkezi alanlarındaki araziler hızla değer kazanmaya başlamıştır. Bu bölgelerde
yer alan ve hemen hepsinin içlerindeki yapı stoku yağmalanmış, harap edilmiş
olan İstanbul’un ilk modern endüstri yapılarından olan santral ve gazhaneler,
kentsel arazi üretiminin yeni hedefleri haline gelmiştir. Bu hedefler
doğrultusunda yeniden işlevlendirilen bu endüstri yapıları için en büyük riskin,
hızla yapılan işlevlendirme uygulamaları olduğu aşikârdır. Zira bu uygulamalarda
rant kaygısı ön plana çıkmaktadır.
|