Hasanpaşa Gazhanesi: Yüzyıllık Bir Hikâyeye Sahip Çıkma Öyküsü
Hasanpaşa Gazhanesi’nin işlevini yitirmesinin ardından
“Gazhane Çevre Gönüllüleri” (GÇG) adıyla örgütlenen bölge
halkının yıllardır sürdürmekte olduğu mücadelenin daha görünür hale gelmesine ve
yapılan çalışmaların yaşamda karşılığını bulmasına katkı sağlamak üzere,
HaticeKurtuluş ve Maya Arıkanlı
Özdemir'in kaleme aldıkları deklarasyon metnini yayımlıyoruz.
Hasanpaşa Gazhanesi, İstanbul 2010 Kentsel Uygulamalar
Direktörlüğü’nün projeleri arasında da yer alan önemli bir endüstri
mirası. ‘Hasanpaşa Gazhanesi Kültür Merkezi Projesi’ ile,
1993 yılında İstanbul’da doğalgaz dağıtımına başlanıp
havagazı üretiminin sona ermesiyle işlevsiz kalan ve bugün atıl
vaziyette duran gazhanenin yeniden işlevlendirilmesi hedefleniyor.
“Kıymetini Bil Herşeyin” Hasanpaşa
Gazhanesi: Yüzyıllık Bir Hikâyeye Sahip Çıkma
Öyküsü
Hatice KURTULUŞ (Doç. Dr.), Maya ARIKANLI
ÖZDEMİR (Dr.)
Walter Benjamin ‘bugün içinde bulunduğumuz
olağanüstü tehlike hali istisnai bir durum değil, kuraldır. Bu kavrayışa uygun
bir tarih mefhumu geliştirmeliyiz.’ der.
Bugün böylesi bir tarih
mefhumunu farklı bir alanda sürekli canlı tutmaya çalışanlar var. Bu tarih
mefhumu içinde kamusallığı, yeni bir kamusal alan ve mekân örgütlemeyi, kentsel
kamusal bir kültür alanı yaratmayı ve bir sanayi sitine bu meseleler üzerinden
sahip çıkmayı içinde barındırıyor.
Hasanpaşa Gazhanesi
etrafında şekillenen mücadele ortak bir bellekle kurulabilecek bir kültür
alanının yaratılması, zamanın ancak kendisi üzerinden izlenebildiği bir dünyanın
unutulmaması, yitirilmemesi için yaklaşık 15 yıldır her türlü çabayı gösteriyor.
Mekâna, zamana, dile, geleneğe kaydolmuş bir maddi gerçekliği, bir sanayi
yapısını bugüne taşıyor. Bunu yaparken bu sanayi sitini klasik korumacılığın
sabitleyici, dönüştürme gücünden yoksun şekliyle değil, içinde yükseldiği
kentsel kamusal mekânın ortak ve sürekli biriken belleği üzerinden ve kültürel
bir kamusal alan üretme çabasından hareketle
şekillendiriyor.
Marx, mülk sahibi sınıf için “beş para
ödemeden kamusal alanı çalmışlardır” der. Çalınan aynı zamanda mekânını
kaybetmiş kamusallıktır. Kamusal mekânlar kolektif bir tecrübenin üretildiği
alanlar olmaktan çıkmış ve pasif deneyim alanlarına
dönüşmüştür.
Oysa mekânını yitiren kamusal alan; toplumsal
yaşantımız içinde fikirlerin, ifadelerin ve tecrübelerin üretildiği, açığa
çıktığı ve paylaşıldığı, dolanıp yayıldığı ve müzakere edildiği toplumsal
alanları (kamusal mekân); bu süreçte ortaya çıkan anlam içeriğini (kamuoyu,
kültür, tecrübe) ve bu anlam sürecini oluşturan ya da bu süreç içinde oluşan
kolektif gövdeleri tanımlamaktadır.
Bugün
Gazhane Gönüllüleri’nin Hasanpaşa Gazhanesi için verdikleri mücadele, buraya
dair geliştirdikleri kültür alanı yaklaşımı ve bu alanın yönetim modeline
ilişkin yürüttükleri çaba modern mimari örneği olan bir sanayi sitini bir
kamusal mekâna dönüştürme hikâyesidir. Ve kentsel dönüşümde, hem bir kamusal
alan yaratma önerisi getirdiği için ve aynı zamanda modern endüstri mirasına
kolektif bir tecrübe ile sahip çıktığı için kent üzerinde yaşayan herkesin sahip
çıkması gereken bir deneyim ve proje örneğidir. Bu deneyim ve projenin hikâyesi
ise ancak geçmişten geleceğe bakarak okunabilir.
İstanbul ‘un sahip olduğu kültürel miras bir yandan Bizans ve Osmanlı’nın
başkenti olmaktan kaynaklı tarihsel yapıları ve anıtsal binaları
kapsarken, diğer yandan da Türkiye’nin modernleşme tarihini mekân üzerinden
analiz etmeye olanak veren modern yapıları barındırmaktadır. 19. Yüzyılın
ikinci yarısından itibaren İstanbul, bir yandan uluslararası ticarette
etkinleşen ara kent konumundan dolayı gereksinim duyduğu modern bir iş
merkezinin (Galata-Pera), diğer yandan, Avrupa yakasında Taksim –Şişli, Anadolu
yakasında ise Kadıköy –Bostancı akslarında modern konut alanlarının inşasına
tanık olmaktadır. Aynı dönemde İstanbul’un geçirdiği idari-yönetsel modernleşme
ile bağlantılı olarak kentin modern alt yapısının inşa süreci de başlamaktadır.
Bu inşa süreci ile birlikte kenti besleyen ulaşım ağları da hızla gelişmiştir.
Hammadde veya bitmiş ürünün taşınması için yeterli ulaşım ağının varlığı
nedeniyle kent, özellikle 1850’den sonra Osmanlı İmparatorluğu endüstrisinin
merkezi haline gelmiştir. Bu tarihten itibaren yabancı sermaye, işgücü ve
teknolojisi ile kurulan fabrikaların sayısı ve türü fark edilir bir biçimde
artmıştır. 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarında
bulunan endüstri işletmelerinin % 55’inin İstanbul’da yer aldığı bilinmektedir.
Kente elektrik ve havagazı sağlayacak modern elektrik santralleri ile
gazhanelerin yapımına da bu dönemde başlanmıştır.
1950’li yıllara kadar
kentin elektrik ve havagazı ihtiyacını belli ölçüde sağlayan bu santral ve
gazhaneler, kentin hızlı büyüme sürecinde yetersiz kalarak işlevlerini
yitirmişlerdir. Bu alanlar işlevlerini yitirdikten sonra uzun süre buralara
müdahale edilmemiş ve bir anlamda çökmeye terk edilmişlerdir. İşte tam da bu
yüzden 19. yüzyılda sayıları 256’yı bulan endüstri yapılarından bugüne sadece
43’ü kalabilmiştir. Günümüze kadar ulaşan gazhane ve elektrik santrali
sayısı ise sadece 6’dır. 1950’lerden 1970’lerin sonlarına kadar, masif
kırsal göçler alarak büyüyen kentin arazi ihtiyacı hazineye devrolmuş geniş
arazi stoku ve düşük yoğunluklu eski konut alanlarının yapsatçılık yoluyla
dönüşümü ile karşılanmış ve böylelikle çoğu çöküntü alanı halindeki bu eski
santral ve gazhaneler o dönemde kentsel arazi olarak dikkati çekmemiştir. Bu
sayede bu alanların bir kısmı günümüze kadar kalabilmiştir.
1980’lerden itibaren değişen
ekonomi politikalarıyla birlikte başlayan kentsel dönüşüm sürecinde, kentin
merkezi alanlarındaki araziler hızla değer kazanmaya başlamıştır. Bu bölgelerde
yer alan ve hemen hepsinin içlerindeki yapı stoku yağmalanmış, harap edilmiş
olan İstanbul’un ilk modern endüstri yapılarından olan santral ve gazhaneler,
kentsel arazi üretiminin yeni hedefleri haline gelmiştir. Bu hedefler
doğrultusunda yeniden işlevlendirilen bu endüstri yapıları için en büyük riskin,
hızla yapılan işlevlendirme uygulamaları olduğu aşikârdır. Zira bu uygulamalarda
rant kaygısı ön plana çıkmaktadır.
İstanbul’un
modernleşme tarihinin en önemli simgelerinden olan bu alanların sanayi siti
olarak korunması ve bu koruma kararına uygun yeni işlevlerle canlandırılmasını
savunan meslek kuruluşları ve yerel inisiyatiflerin müdahalesi / mücadelesi ile
bu alanların kentsel arazi olarak değerlendirilmesine karşı bir direnç
oluşturulmuştur. Bu girişimler sayesinde bu alanlar sanayi siti olarak koruma
kapsamına alınmıştır. Böylelikle bu alanlardan bir kısmı müzeye dönüşmüş, bir
kısmı üniversitelerin kullanımına açılmış ve bir kısmı da farklı işlevler alarak
ayakta durabilmiştir.
Günümüze ulaşan endüstri
mirası yapılarından biri olan Hasanpaşa Gazhanesi 1892 yılında İstanbul’un
Anadolu yakasının gaz ihtiyacını karşılamak ve sokaklarını aydınlatmak üzere
kurulmuştur. O yıllarda, Anadolu yakasının en büyük gaz üretim merkezi
konumundadır. İstanbul’da doğalgaz ile ısınma sistemine geçilmesiyle birlikte
havagazı üretimi durdurulmuş ve o günden sonra, Hasanpaşa Gazhanesi, farklı
dönemlerde kömür deposu, otobüs garajı, İETT deposu olarak kullanılmıştır. O
dönemdeki hâkim anlayış, Gazhane alanındaki binaların yıkılarak yerine ‘modern’
yapıların, katlı otoparkların yapılmasını öngörmektedir.
Bu hâkim
anlayışın karşısında, 1994 yılında önemli bir gelişme yaşanır. Hasanpaşa
Gazhanesi Kadıköy Belediyesi ve duyarlı kent sakinleri sayesinde sit alanı ilan
edilir. 1996 yılında ilk kez bir araya gelerek Gazhane için fikir oluşturmaya
başlayan mahalle sakinleri, konuya duyarlı tarafların, meslek odalarının,
mimarların görüşlerini alma ve mahallede bir anket çalışması yapma yoluna
giderler. Buradan çıkan sonuçlar Gazhane bölgesinin bir kültür merkezi ve yeşil
alan olarak değerlendirilmesi yönündedir. Tüm bunların sonunda bir imza
kampanyası başlatılır ve toplanan 8000 imza ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi
ile görüşülür. Düşünülen kültür merkezi için mimari projenin İstanbul Teknik
Üniversitesi Mimarlık Fakültesi tarafından hazırlanması teklifi Büyükşehir
Belediyesi’ne sunulur. Tarafların görüşlerine sessiz kalmayan Belediye
İstanbul Teknik Üniversitesi’ne mimari bir proje hazırlatır. İstanbul Büyükşehir
Belediyesi, Koruma Kurulu tarafından da onay almış, Gazhaneye ait binaların
sosyo-kültürel tesis olarak yeniden işlevlendirilmesine yönelik İTÜ’ne
hazırlatılan projeyi 22 Haziran 2001 tarihinde onaylar.
Sürecin buraya doğru
evrilmesinin başlıca aktörü ise Gazhane Gönüllüleri’dir. Mahallede yaşayanlar,
yıllarca gazhanenin sıkıntısını çekmişlerdir. Şimdi ise gazhanenin kamu yararı
dışında başka amaçlarla kullanılma olasılığı burada yaşayanları harekete
geçirmiştir. Bir açık alan olarak, tüm risklerine rağmen, gazhane ile çevre
halkının yıllara dayanan bir birlikte yaşama alışkanlığı vardır. Gönüllülerin
mekâna ve buraya ilişkin kamusal duyarlılık yaratmaya dair hassasiyetleri,
modern endüstri mirasının en özgün örneklerinden olan bu açık alana ilişkin
hayaller ve düşünceler üretmelerini beraberinde getirir. Mahallelinin kendi
kendine örgütlenmesi ile başlayan “Gazhane Çevre Gönüllüleri” hayallerinin,
düşündüklerinin izini daha rahat sürebilmek için 1998’de Gazhane Çevre Kültür ve
İşletme Kooperatifi’ni kurarak kurumsal bir kimliğin de taşıyıcısı haline gelir.
Bir anlamda halkın
öz-örgütlülüğü kurumsal bir mücadele mevzii elde etmiş olur. Bu öz-örgütlenme
deneyimi endüstriyel mirasa sahip çıkmanın en özgün örneklerinden biri haline
gelir. Gazhane Gönüllüleri bu alanı bir yandan mahallelinin nefes alabileceği
bir yeşil alan, aynı zamanda da kültür-sanat ve spor/oyun alanı olarak yeniden
işlevlendirecek projeler üretmeye başlarlar. Hasanpaşa Gazhanesi’nin çok amaçlı
bir kültür merkezi olacak biçimde dönüşmesine yönelik İTÜ tarafından hazırlanan
avan proje de bu çalışmalarının bir sonucudur. Ama sonuçta, son derece incelikli
bir şekilde hazırlanan, avan proje bir fiziksel mekân düzenleme çalışmasıdır.
İşte tam da bu nedenle Gazhane Gönüllüleri bu mekânın yönetimine dair
alternatif, demokratik bir model ortaya koyarlar. Zira salt fiziksel
düzenlemeleri içeren bir yenileme projesinin yerelin ihtiyaçlarına,
beklentilerine cevap veremeyeceği aşikârdır.
Ortaya konan bu yönetim
modeli; • iktisadi ve toplumsal devamlılığı olan, yaşamdan bağlarını
kopartmadan, semtin, mahallenin özelliklerini de dikkate
alan, • kültürün ve toplumsal yaşamın sadece tüketilmediği, ilgili tüm
unsurların üretim süreçlerine katıldığı, • iktidar alanlarının
yaratılmadığı ama kaosa da yol açmayacak, • toplumsal ve kültürel
yabancılaşmayı en aza indirgeyecek, unuttuğumuz değerleri yeniden
anımsayacağımız farklı, alternatif bir kamusallığın taşıyıcısı olmaya
adaydır.
Ve işte şimdi bu uzun hikâyenin yaşamda karşılığını bulabilmesi
için daha fazla katılıma, emeğe, ilgiye ve bilgiye ihtiyaç var. Bu hikâyenin bir
kıymeti var. İstanbul için... Hepimiz için...
“kuşların yazdığı harfler
sabahın bir ucundan ötekine baltanın milyon tane eli toprağın yumuşak
eli zamanın bir adım önünde kabilelerin kırık dişleri, uzun
yurtları hem saçılmış bozkıra, hem yan yana kilin küçük, artakalmış kulpu,
neredeyse hayaleti bir tepsinin kendini taşır bize topraktan
uzanan
kolların vaadi, hepimizin ortak yolu olan o tek sayfa haritası bir
avucun tortop olmuş ama bir meşale gibi elden ele
kıymetini bil
herşeyin
bize doğru açtıkları patikaların ve onlara
açılmalarımızın
çimenin adaletinin, ki sarayları çökertir ama arayış
türkülerini saklar
dalgalara isim koyan teknenin, hayatın kasesinin,
günlerle dolup sevdiği şeye dönüşmek için batan
ağacın oldum olası
tohum diye bildiği şeye dönüşen
belleğin
sözlerin ekmeğin
kapının ardındaki doğrulara uzanan
çocuğun
dünya meclisinde coşkulu hayvanların yeniden birlikte başlama
özleminin
insanların, odadaki insanların, sokaktaki
insanların
kıymetini bil herşeyin”
Gareth
EVANS* (19 Mayıs 2005)
* Gareth Evans, 'Kıymetini Bil Herşeyin'
başlıklı bu şiirini John Berger’e adamıştır. Burada şiirin tümü yer
almamaktadır. Tümü John Berger’in 'Kıymetini Bil Herşeyin' [Metis Yayınları,
Nisan 2009] adını taşıyan kitabının başında yer almaktadır.)