öküm için Hollanda'dan gelen Otopan'ın içerdiği asbest miktarının bildirilenden çok fazla olduğu ortaya çıkınca geldiği yere geri gönderilerek Aliağa ve çevresinin kansere yol açtığı bilimsel olarak saptanan asbest zehrinden kurtulması, kuşkusuz isabetli olmuştur.
Bir ilaç fabrikasının zehirli atıklarının, inanılmaz bir duyarsızlıkla gizlice boş araziye boşaltılmasının sorumluları ise şu sıralar yargı önünde hesap vermektedir. Ancak çevrecilerin ve tehlikenin bilincinde olan bölge halkının çabalarıyla ortaya çıkarılarak önlenen ya da kovuşturulan olaylara bakıp ülkemizde ve dünyada bu yaşamsal sorunla ilgili çok yönlü ve son derecede karmaşık tehdidin tüm boyutlarıyla kavrandığı kuşkuludur.
Buzdağı gibi, asıl kitle suyun altındadır; daha açık bir deyişle gizlidir. Gizlenmiştir. Otopan olayına bakarak ülkemizin zehirli atıklar konusunda gerektiği kadar duyarlı ve etkin olduğu söylenemez. Samsun - Sinop arasındaki ünlü zehirli variller olayı, depolandıkları derme çatma depolarda neredeyse yirmi yıl sonra anımsanabilmiştir. Çevre Bakanı Sayın Pepe , geçen hafta sonunda yaptığı bir açıklamayla söz konusu zehirli varillerin bir ay içinde tehlikeli atıkları arındırma teknolojisine sahip Batılı ülkelere gönderileceği müjdesini vermiştir. Bakana göre işlemlerin üç yüz milyon dolara yakın masrafları ise çimento üreticileri tarafından karşılanacak!..
***
Ülkemizin çevre kirlenmesi konusundaki hassasiyetinin ve müdahale hızının bu muhteşem örneği, kuşkusuz son derecede düşündürücü, dahası umut kırıcıdır. Ayrıca sözü edilen zehirli variller konusunda yanıtlanması gereken bazı sorular da mevcuttur. Birincisi zehirli variller kime aittir? 19 yıldan bu yana konuyla ilgili olarak yapılan araştırmalarda ne gibi sonuçlara varılmıştır? Suçun failleri hâlâ meçhul ise bu neden açıklanmamaktadır?
Yanlış anımsamıyorsam, o zamanlar sözü edilen 390 adet zehirli varilin bir İtalyan şirketine ait olduğu ve son derecede tehlikeli bir zehir olan Dioxin içerdiği yazılıp çizilmişti. O günden bu yana toprağa sızan zehrin çevreye verdiği zararların saptanıp saptanmadığı da bilinmemektedir. Sorumlu eğer İtalyan şirketi ise, çevreye verilen zararları ve atık imha işlemlerinin giderlerini, bizim çimentocuların değil, sözü geçen İtalyan şirketinin karşılaması, ayrıca bu yasadışı eyleminin hesabını yargı önünde vermesi gerekmektedir...
Uluslararası yasalar bu yöndedir. Bunlardan birincisi 1992'de onaylanan Bale Konvansiyonu'dur. Konvansiyon tehlikeli atıkların en aza indirilmesiyle ilgilidir. Ayrıca atıkların üretildikleri yerlerde arıtılması zorunluğunun yanı sıra sınır ötesi ulaşım da kısıtlayıcı kurallara bağlanmıştır. İkincisi ise 1978'de kabul edilen Marpol Konvansiyonu'dur. Bu konvansiyon gemilerin tehlikeli atıklarını denize boşaltmalarını yasaklamakta, atıkların boşaltılacağı limanın arındırma teknolojisine sahip bulunmalarını şart koşmaktadır.
***
Genel olarak çevre ya da doğa kirlenmesi, kuşkusuz, salt bizim başımızın belası değil. Daha eylül ortalarında Afrika'nın Gine Körfezi'nde yer alan Fildişi Sahili'nde patlak veren çevre skandalı, Batılı sanayi devlerinin zehirli atıklarını yoksul ülkelere boca etmeleriyle ilgili skandal, aslında bizim gibi ülkelerin alması gereken derslerle doludur. 18 Eylül 06'da ' Vahim Bir Çevre Skandalı Öyküsü' başlığı ile kaleme aldığımız yazıda etraflı bir biçimde aktardığımız Fildişi Sahili skandalının ardında tıpkı Otopan gibi yine Hollanda şirketleri var. Probo Koala adlı gemi bir sürü limandan geri çevrildikten sonra 381 tonluk zehirli atığı ülkenin en büyük limanı Abidjan yakınındaki boş araziye boca etmiş ve sonuç olarak yedi kişinin ölümüne, 60 bin insanın da hastanelerin yolunu tutmasına neden olmuştur.
Yasadışı eylemin ardında bu tür işlerden sabıkalı Trafigura adlı Hollanda şirketi var. 28.5 milyar dolarlık cirolu bu şirketin sorumluları ve işbirlikçi yerel yöneticiler şu sıralarda yargı önünde. Zehirli atıklar ise uluslararası kuruluşların çabalarıyla zararsız hale getirilme yolunda. Bu tür yasadışı ticaretin kaynağında küresel alanda iş yapan dev sanayi kuruluşlarının 'çıkarları' mevcut. Sanayi üretimi zorunlu olarak 'zehirli atık' da üretmektedir. Ne var ki milyonlarca ton zehirli atığın yasalara uygun biçimde arındırılması büyük masraflara mal olmakta ve dev şirketlerin tatlı kârlarını kemirmektedir. Bunun önlenmesi için de çare yok değildir. Bu, 'zehirli atıkların' yoksul ülkelerin üzerine boca edilmesi seçeneğidir. Fildişi Sahili ve Otopan örneği zehirli variller olayı bu tür yasadışı eylemler arasındadır.
Yerel yönetimlerin katkısıyla rüşvet, politik baskı ya da nüfuz ticaretiyle yürütülen 'zehir kaçakçılığı' ise tüm dünyada artmaktadır. Çevre Programı'nın (PNUE) hesaplamalarına göre 1993'te üretilen 108 milyon ton zehirli atık ihracatı 2001'de 8.5 milyon tona ulaşmıştır. Suç örgütlerinin bu tür faaliyetleri buna dahil değildir. Bunların yıllık cirolarının milyarlarca dolar düzeyinde olduğu saptanmıştır.
Ülkemizin doğası yıllardır iç ve dış kaynaklı evsel ve sanayi atıklarıyla, su havzaları, akarsuları, ormanları, denizleri, kıyıları, yeraltı sularıyla eşi benzeri görülmeyen devasa bir saldırının hedefidir. Alınan önlemler ise deryada bir katre düzeyindedir.
Kimse doğanın sabrını sınamaya kalkmasın. Bedeli çok ağırdır...
|