stanbul Bilgi Üniversitesi'nden Aslı Odman BirGün'deki söyleşisinde, bugünkü konjonktürde kentsel dönüşümün yeni bir keşif olmadığını, 19. yüzyıl ütopyalarının bir kalıntısı olan "çarpık yapılaşma" söyleminin alınıp içinin doldurulmaya çalışıldığını, bir bakıma da onun devamı olduğunu söylüyordu.
Bugün özellikle planlama, kenti bir nesne olarak gören yöntemleri terk ederken, İstanbul'da halka "kentsel dönüşüm" diye yeni bir uygulama gibi yutturulmaya çalışılan şey, aslında tepeden inmeci kamu fikrinin yeniden üretilmesinden başka bir şey değil. Odman'ın sözlerinde büyük sermayenin "cirit attığı" bir dönemde yerel aktörlerin katılımının giderek imkânsızlaştığı da yer alıyordu. Bugün dünyada binlerce yıldır kent olarak adlandırılan iki yerleşim alanından biri olan İstanbul'un merkezinde insanlarından arındırılan ve yeni sahiplerinin yatırım ihtiyaçlarını karşılamak için yıktırılan mahalleler İstanbul gibi bir kentin nasıl bir inşaatçı mantığına teslim edildiğini ortaya koyuyor, istanbul gibi bir kentin böylesine dar bir perspektiften, bir yönetim planı bile olmadan, yaratıcı fikirlere ve halkın katılımına açılmadan dönüştürülmeye çalışılması yalnızca küçük bir azınlığı zengin etmekten başka bir sonuç yaratmayacak. Ama kent açısından bu uygulamaların nasıl bir dönüm noktası olacağını en azından tartışmamız gerekir.
İstanbul gibi bir kentin Ortaçağ'a geri dönüşü mümkün mü?
Bazı tarihçiler İstanbul'da çokkültürlü kent yaşantısının sona erdiği tarih olarak 1955 'te gerçekleşen ve Müslüman olmayan halka yönelik saldırıların, tecavüzlerin, yağmaların gerçekleştiği 6-7 Eylül olaylarını esas alırlar. Oysa bu gidişle kentin tarihini, çokkültürlülüğünü (maddi olan ve olmayan belgesel varlıkları ile) homojenleştirmeye, tek biçimli hale getirmeye çalışan yaygın kamusal uygulamalar tam da İstanbul'un "Avrupa Kültür Başkenti" olduğu 2010 yılına doğru ortaya çıkmış olacak. Üstelik, tam da kentte çokkültürlülüğü, tarihsel mirası korumak için bir sivil inisiyatifin hazırladığı programı yerine getirmeyi amaçlarken. Çünkü her ne kadar sorumluları karanlıkta kalan geçmişteki meşum olaylar resmi kuruluşlar tarafından planlanmışsa da, olaylar devlet otoritesinin şeklen de olsa benimsemediği, sorumlular hakkında soruşturma açtırdığı bir suç olarak kabul görmüş ve göstermelik de olsa, hala bir hukuk devletinin var olduğu izlenimini yaratacak bir biçimde soruşturulmuştu.
Oysa bugün Romanların yaşama biçimine müdahale eden, bin yıllık tarihlerini sona erdiren proje, tamamen planlı ve merkezi otoriteden yerel organlara uzanan hiyerar-şik bir ilişki biçimi içinde, mağdurlarının hesap soramayacağı şekilde planlanıyor. Eğer Romanlar İstanbul Tarihi Yarımada'da yüzyıllardır yaşadıkları mahalleden, Sulukule'den sürülürlerse, bu İstanbul için bir dönüm noktası olacak. Bu tarihten sonra İstanbul'da farklı kültürden, yoksul, siyasal temsil gücü bulunmayan insanlara karşı sistemli ayrımcılık uygulamaları daha açık bir biçimde yürütülmeye başlanacak.
Bu tür uygulamaların yaygınlaşması sonucunda kentin fiziksel yapısı köklü bir değişime uğrayacak, himayeci ilişkiler içinde ayrıcalıklar elde eden gruplar kentin küçük bir bölümünde kapalı cemaatler halinde yaşamaya yönelirken, imkânı olan kentliler kamusal alanları terk edecek, onu ikame eden özel alanlara sığınacak, kentin ortak alanlarında kaotik bir durum ortaya çıkacak. Kenti homojen bir fiziksel yapıya kavuşturmayı amaçlayan bu tür müdahaleler İstanbul'u yaşanmaz bir yer haline getirecek ve kentin medeni dünya ile ilişkilerini büsbütün koparacak. Bu İstanbul gibi bir kentin Ortaçağ'a geri dönüşü sayılabilir. Bu zihniyetin sözde temsil ettiği Fatih Sultan Mehmet, kenti çokkültürlü bir yaşama açarak zenginleştirmiş ve bir dünya başkenti haline getirmişti. Bugün Osmanlı Mahalleleri ile kendi sorgulanmamış şehir ütopyasını gerçekleştirmeyi hedefleyen, kentin yaratıcı enerjisini himayeci ilişkiler içinde bağımlı hale getirmeye çalışan zihniyet bunun tersini yapmaya çalışıyor.
Hortumlu, sopalı işkenceciler bile daha insaflıydı!
90'lı yıllarda kendi doğrusuna uymayan insanlara işkence yapan, sokaklara "sopacılar" salan, kılığını, yürüyüşünü beğenmediğini, önüne geleni hortumla dövdüren resmi-sivil görevliler Sulukule'ye de el atmıştı. Burada yaşayan insanların yüzyıllardır dans ve müzik icra ettikleri, en önemli gelir kaynakları olan eğlence (devriye) evlerini şiddet uygulayarak kapattırmış, müzik aletlerini parçalatmış ve onları en önemli uğraşlarından mahrum bırakarak yoksullaşmalarına yol açmıştı. Ancak, gene de, belki de daha insaflı olarak, burada yaşayan halkın tapulu mülklerini ellerinden almayı, mahallerinden şehir dışına sürmeyi aklına getirmemişti. Bugün karşılaştığımız uygulamalar ise geçmişteki-lerin kullandığı yöntemlere göre çok daha soğukkanlı, çok daha ikiyüzlü, çok daha sistemli ve dayakla oluşan morluklar, kanamalar gibi iyileşebilecek cinsten değil.
Bu defa kentteki ayrımcı uygulamalar kendi becerileriyle hala hayata tutunmayı başarabilen ama siyasal temsil gücü olmayan halkı hedef alıyor. Sulukule halkı bugün fiziksel şiddetten öte bir uygulamaya maruz kalmış durumda. Kendi tarihlerini, becerilerini, kültürlerini resmi söylemlerle aşağılayan ve yok etmeye çalışan; karşılaştıkları haksızlıklar nedeniyle insanların yoksullaşmalarından yararlanmayı amaçlayan, özel hayatlarına, yaşama biçimlerine uzanan ve yalnızca maddi olmayan bir şiddet ile karşı karşıyalar. Bu insanların karşılarında eskiden olduğu gibi "sopacılar" yok ama yaşama biçimlerine, kültürüne müdahale eden, daha soğukkanlı bir biçimde çalışan, karar organlarında kuralları kendi istediği gibi yorumlayan, karanlıkta iş gören ve bundan kendileri için bir fırsatlar çıkaranlar var. Demokratik olmayan, kamu ile özelin birbirine karışmasına yol açan tehlikeli bir model çerçevesinde, kenti basit bir çıkar nesnesi olarak gören inşaatçı mantığı ile "kentsel dönüşüm" adı altında kapalı ve homojenleştirilmiş, kamusallığmı yitirmiş cemaat mekanları üretilmeye çalışılıyor.
Kentin geleceğini karartan uygulamalara itiraz hakkı
Sulukule Platformu, kamusal gücü gasp edenlerin söyledikleri gibi yalnızca bir "itiraz merci" değil. Kaldı ki onurlu uzmanların, akademisyenlerin susturulmaya çalışıldığı bir dönemde, yapılan haksızlıklara, kentin geleceğini karartan uygulamalara itiraz etmek bile çok önemli. Sulukule Platformu yalnızca Sulukule'de değil, İstanbul'da yaşayan herkes için kente yapılacak müdahalelerin demokratik ve çoğulculuğu hedefleyen yöntemlerle yapılmasını istiyor. Geçmişte yapılan tepeden inmeci uygulamaların nasıl sorunlara yol açtığına, artık bundan ders çıkarılması gerektiğine işaret ediyor. İstanbul gibi bir kentin dışlayıcı olmayan bir düşünce ortamına ihtiyacının ve imkanının olduğunu düşünerek.
SULUKULE PLATFORMU
|