Foto: Karacaahmet'te 100 metre yükseklikten çekilmiş bir tarihi yarımada fotoğrafı
İstanbul, Eylül ayında Radikal Gazetesi'nde 'İstanbul Silueti Böyle Değişti' başlıklı haberle 'İstanbul'un tarihi silueti'ni ve bu siluete giren üç kuleyi tartışmaya başladı. Astay Gayrimenkul tarafından Zeytinburnu'nda gerçekleştirilen OnaltıDokuz projesi, bir anda en önemli gündem başlıklarından biri haline geldi. Haberde, inşaatlarla ilgili Koruma Bölge Kurulu’ndan izin alınmadığı, İstanbul 4 Numaralı Koruma Bölge Kurulu raportörlerinin ‘inşaatın İstanbul’un Marmara siluet kapsamında olduğunu ve yarımadanın siluetini olumsuz yönde etkilediğini’ tespit ettiği, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın belediyelere 'Durdurun' dediği savunulurken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yaptığı açıklamada, "Maalesef binalara ruhsat verilirken İstanbul siluetini etkileyeceği öngörülmemiş" dedi. Öte yandan İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, hazırlıkları Şehir Planlama Müdürlüğü tarafından yürütülen ve silueti korumaya dönük bir dizi çalışmayı öngören raporu kabul etti.
Ana sponsorlarından biri oldukları Konut Konferansı 2011'e büyük bir tarihi yarımada fotoğrafı baskısıyla gelen Astay Gayrimenkul Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Üyesi Atilla Öztürk'e söz konusu tartışmalarla ilgili görüşlerini sorduk.
Foto: Üsküdar'da 50 metre yükseklikten çekilmiş bir tarihi yarımada fotoğrafı
OnaltıDokuz’un hacmi, inşaatına başlanmadan önce belli değil miydi? Neredeyse kaba inşaatı bittikten sonra neden tartışılmaya başlandı?
Eğer bir yüksek yapıdan bahsediyorsak, kesinlikle kaçak bir yapıdan bahsedemeyeceğimiz ortada sanıyorum. Belli bir metrekareden daha büyük bir yapıyı bu ülkenin, bu şehrin topraklarına koymak istiyorsanız, önemli bir izin ve ruhsat sürecinden geçmek zorundasınız. Bir inşaat için, imar planlarından başlanmak üzere, sadece izin verici otoriteler açısından saydığımızda en az 450 saygın Türk bireyinden oluşan bir izin vericiler konseyinin imza koyduğunu saydırdım. Bu şehirde yüksek bir yapı yapabilmeniz için 450 uzman, mimar, şehir plancısı, inşaat mühendisi, meclis üyesi onay veriyor. 450 kişinin imzasından geçmiş bir projeyle ilgili, birinin, günün sonunda “ben beğenmedim, bu olmamış” deme lüksünün çok olmadığını düşünüyorum. O zaman, demokratik süreçlerimizle ilgili ciddi bir sıkıntımız olduğu ortaya çıkar. Eğer yanlış, ruhsata aykırı bir şeyler yapılıyorsa, buna karşı müdahale imkanlarınız var; öyle değil mi? Ama Türkiye’de olayları olduktan sonra değerlendirmeye başlıyoruz; ben, asıl sıkıntının burada olduğunu düşünüyorum. Evet, Boğaz’ı korumak için bir takım yasal, imar anlamında düzenlememiz var; tarihi yarımada içinde UNESCO tarafından da kayda alınmış dört ayrı bölgeyi korumak için de kurallarımız ve yöntemlerimiz var. Son dönemlerde görüyoruz ki, otoriteler, bunlara ek olarak silueti de korumak için bir takım imar düzenlemeleri yapılaması eğilimini benimsemiş görünüyor. Bunun olumlu bir şey olduğunu düşünüyorum; bir yatırımcı, girişimci olarak destekliyorum. Ancak bugün değiştirmeye niyetlenen bir karar için, geçmişte yapılmış şeyleri sorgulama hakkı doğmaz diye de düşünüyorum. Her kanun çıktığı zaman, ondan sonra olacak gelişmeleri düzenler. Bu, hukuk yapma tekniğinin bir sonucudur sadece.
Foto: Cankurtaran açıklarında 50 metre yükseklikten alınmış bir fotoğraf Tartışmanın odağını ‘siluet’ oluşturdu. Yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz ve sizin ‘siluet’ algınız nedir?
Siluet, Türk pozitif hukukunda çok iyi tanımlanmamış bir kategori. Siluete nasıl, nereden bakacağımız, hangi silueti koruyacağımız, çok iyi tanımlanmamış. Bu tartışmanın, bu nedenle bu kadar sürdüğü kanaatindeyim. Eğer bir pozitif hukuk düzenlemesi yoksa, en iyi siluet çalışmalarına, grafik ve gravürlere ve fotoğraflara bakarak, en yaygın biçimde kullanılanları gözden geçirerek bir siluet tanımına varabiliriz. Bu tanım da şudur: İnsan gözünün, tarihi yarımadayı karşıdan, Asya yakasından görebildiği panorama içinde Sultanahmet Camisi’yle Topkapı Sarayı’nın arasında kalan alanın arkadan ışık alması neticesinde ortaya çıkan görüntü. Siluetin içi karanlıktır, bunun nedeni arkadan ışık almasıdır. Baktığım siluet fotoğraflarının çok önemli bölümü, deniz kenarından alınmış. Aksi taktirde yükselince çok farklı şeyler de görürsünüz; zaten o siluet değil manzara fotoğrafı olur. Onu da bu tartışmanın içine sokamazsınız. Tarihi yarımadanın diğer bir siluet kapsamı da Marmara Denizi’ndendir. Bu da yine desenlere, grafiklere, gravürlere, fotoğraflara konu olmuş bir görüntüdür. Fakat ne yazık ki Marmara Denizi açısından baktığınızda, hele hele bir miktar da yükseğe çıktığınızda, İstanbul’un son 20 yılında ortaya çıkan yüksek yapılarının hepsini bir fotoğrafın içinde görmek imkanı vardır. Dolayısıyla bugün içeriği kaybolmuş bir siluet tartışması yapmak yerine, şu ana kadar çekilmiş siluet fotoğraflarının izinden giderek bir fotoğraf macerasına çıktığımızda şunu net ve kesin biçimde söylüyorum ki, biz siluetin içinde yer alan bir bina yapmadık. Ayasofya ile bizim yaptığımız inşaatlar arasında tam olarak 6,2 kilometre mesafe var.
Foto: Salacak'ta 50 metre yükseklikten alınmış bir fotoğraf
Siluet neresidir; Haydarpaşa’dır. İstanbul’a gelen gravür sanatçılarına, ressamlara, mimarlara ilham veren klasik siluet açısı, Haydarpaşa – Salacak arasında kalan bölgedir; çünkü burada Sultanahmet Camii’nden Topkapı Sarayı’nın bitimine kadar yekpare olarak görülebilir. OnaltıDokuz, yaptırdığımız fotoğraf çekimlerinde ne 15 metrede, ne de 30 metrede var; 50 metrede çıplak gözle göremezsiniz, ama zoom’layınca bir leke seçersiniz; 100 metreye çıktığınızda görebiliyorsunuz, ama 100 metre yükseklikten de siluet fotoğrafı çekemezsiniz zaten. Üsküdar çok klasik bir siluet alanıdır, Topkapı Sarayı’nı daha çok öne çıkarır. 30, 50 metre yüksekliklerde bizim proje yoktur; 100 metrede ise var, ama nasıl var görün. O fotoğraf sembol bir fotoğrafa dönüştü; ama bakın sanki bizim binalarla önde siluet öğesini taşıyan camiler yan yanaymış gibi bir intiba veriyor. Oysa gerçek göz ve standart bir objektif, arkadaki binaları bir leke olarak algılar. Bunu nasıl yaparsınız? Ben de bir fotoğrafçıyım, 300 mm lensi taktığımda bunu elde ederim.
Marmara tarafından görülen siluet için Cankurtaran açıklarında 50 metre yüksekliğe çıktığımızda, ki bu orta ölçekli bir yük gemisinin bordosundan biraz daha yüksektir, 75 metre yükseklikte kadraja bunlar giriyor. Diyorlar ya ‘tıraşlayalım’; ama bu da İstanbul silueti sizin tanımınıza göre. Ne yapacaksınız, böyle bir kentsel gelişmeyi geri döndürmenin bir yolu, imkanı var mı?
Siluetin içinde olmadığınızı söylüyorsunuz yani?
İstanbul’da siluet algısını oluşturan tarihsel malzemeyi süzerek yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki, biz siluetin içinde değiliz. Biz, tarihi yarımadanın da içinde yer almıyoruz; bu nedenle Anıtlar Kurulu konusu da değiliz. Bizim projemiz, İstanbul Sur Tecrit Bandının dışında bir alandadır ve bu inşaat bitmiştir. Kaba inşaatı bitmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Ne yapılabilir? Ben diyorum ki, bir şey yapılabilmesi pek mümkün değildir. Başkan Topbaş yaptığı bir açıklamada, binalara ruhsat verilirken İstanbul siluetini etkileyeceği öngörülmemiş dedi. Burada bir zafiyetten bahsedilebilir mi?
Ben, otorite açısından bir zafiyet olduğu düşüncesinde değilim. İBB ya da bize ruhsat veren Zeytinburnu Belediyesi de, imar süreçlerini yürüten tüm yetkililer de bu konularda bizden çok daha fazla yetkin insanlar. Orada yapılan açıklamanın, oluşmuş güçlü bir hassasiyet karşısında durumu bir daha değerlendirelim mesajından ibaret olduğu düşüncesindeyim. İstanbul’umuzun silueti, bu manadaki yapılarla, özellikle sur içindeki yani tarihi yarımadadaki yapılarla zedelenmesi hiçbirimizin isteyeceği bir şey değil. Düzenleyici otoritelerin bu konuda bir tedbir alma yaklaşımında bulunmalarını olumlu buluyorum ve saygıyla karşılıyorum. Ama bizim projemizin altındaki bunca yetkin insanın onayıyla, gözden kaçmış bir şey olduğu düşüncesinde değilim. Bana göre bu tartışmanın odağı ve özü çok doğru bir yerde değil.
Foto: Cankurtaran açıklarında 75 metre yükseklikten alınmış bir fotoğraf
Konut Konferansı’nda katıldığınız panelde ‘manzara’dan kısıtlı bir kaynak olarak bahsettiniz. Bir yatırımcı olarak elbette manzarayı kullanmak isteyeceksiniz. Bu anlamda, Marmara Denizi’nden ya da karşıdan İstanbul’a baktığınızda gördüğünüz manzara hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de düzenleyici otoritelerin kıt olan kaynakları artırma imkanları ve yetkileri var. Bunu, bizlerle, sivil toplum kuruluşlarıyla konuşarak, şehre yeni gelişme aksları tanımlayarak yapmaları gerekiyor. Bu, bir ihtiyaç. Bunu yasaklayarak, durdurarak, önüne geçmek mümkün değil. Bu konudaki talebin baskısını, düzenleyici otoriteler ve bu konudaki üstün fikir sahipleri bir yere götürmeliler. Eğer yönetici odaklar, yerel belediyeler, Kültür Bakanlığı, bu kıt kaynakların artırılması çabasını düzenlemezlerse, bizim gibi her şeyini nizami yapan kişiler değil, ama bu işi ara yollardan çözmek isteyen kişiler zaten yapacaklar. Türkiye’nin tarihi biraz da bununla ilgili bir tarih. Açıkçası Türkiye’nin sorunu az mevzuat ya da düzenleme olması değil; çok hukuki düzenleme olması ve zaman zaman da birbirleriyle yarışan, çelişen hukuki düzenlemelerin bulunması. Bunları düşünecek kişi ben değilim. Netice itibarıyla ben bir yatırımcıyım; neyin talep gördüğünü, neyin istendiğini görebiliyorum. Nerede bu stok ya da arazi olanağını bulursam, o alanlarda yatırım gerçekleştirmek için de çalışmalarıma devam edeceğim.
Bundan sonra nasıl bir yol izleyeceksiniz, neler olmasını bekliyorsunuz?
Bu tartışmanın sona ereceğini düşünüyorum. Çünkü çok ciddi bir argümanım var ve siluetin içinde olmadığımı söylüyorum. İstanbul’daki bütün diğer yapıları da düşünerek, yapılan işlerin siluete etkilerini tanımlamak gerekir. Bu çalışmanın yapılmasını bekliyorum. Yetkili bir otorite silueti tanımlamalı. Bu tanım yapılırsa, bundan sonra hepimizin içi rahat olur. Bunun da belli bir takvim içinde gerçekleşeceği düşüncesindeyim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclisi’nin aldığı karar, bu konuda bir çalışmaya başlanmasını öngörüyor. Bunu çok olumlu karşılıyorum. İstenirse, biz de kendi adımıza katkı vermeye hazırız. Bu tür tartışmaları legal zeminde sona erdirecek tek şey, bu tür bir düzenleyici yöntemdir. İnşallah bunun sonucunda bakıldığında bizim yaptığımız işin, bugünkü tartışmaları gerektirecek bir şey olmadığını herkes çok açık biçimde anlayacaktır.
|