strong>Tartışmanın odağını ‘siluet’ oluşturdu. Yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz ve sizin ‘siluet’ algınız nedir?
Siluet, Türk pozitif hukukunda çok iyi tanımlanmamış bir kategori. Siluete nasıl, nereden bakacağımız, hangi silueti koruyacağımız, çok iyi tanımlanmamış. Bu tartışmanın, bu nedenle bu kadar sürdüğü kanaatindeyim. Eğer bir pozitif hukuk düzenlemesi yoksa, en iyi siluet çalışmalarına, grafik ve gravürlere ve fotoğraflara bakarak, en yaygın biçimde kullanılanları gözden geçirerek bir siluet tanımına varabiliriz. Bu tanım da şudur: İnsan gözünün, tarihi yarımadayı karşıdan, Asya yakasından görebildiği panorama içinde Sultanahmet Camisi’yle Topkapı Sarayı’nın arasında kalan alanın arkadan ışık alması neticesinde ortaya çıkan görüntü. Siluetin içi karanlıktır, bunun nedeni arkadan ışık almasıdır. Baktığım siluet fotoğraflarının çok önemli bölümü, deniz kenarından alınmış. Aksi taktirde yükselince çok farklı şeyler de görürsünüz; zaten o siluet değil manzara fotoğrafı olur. Onu da bu tartışmanın içine sokamazsınız. Tarihi yarımadanın diğer bir siluet kapsamı da Marmara Denizi’ndendir. Bu da yine desenlere, grafiklere, gravürlere, fotoğraflara konu olmuş bir görüntüdür. Fakat ne yazık ki Marmara Denizi açısından baktığınızda, hele hele bir miktar da yükseğe çıktığınızda, İstanbul’un son 20 yılında ortaya çıkan yüksek yapılarının hepsini bir fotoğrafın içinde görmek imkanı vardır. Dolayısıyla bugün içeriği kaybolmuş bir siluet tartışması yapmak yerine, şu ana kadar çekilmiş siluet fotoğraflarının izinden giderek bir fotoğraf macerasına çıktığımızda şunu net ve kesin biçimde söylüyorum ki, biz siluetin içinde yer alan bir bina yapmadık. Ayasofya ile bizim yaptığımız inşaatlar arasında tam olarak 6,2 kilometre mesafe var.
Foto: Salacak'ta 50 metre yükseklikten alınmış bir fotoğraf
Siluet neresidir; Haydarpaşa’dır. İstanbul’a gelen gravür sanatçılarına, ressamlara, mimarlara ilham veren klasik siluet açısı, Haydarpaşa – Salacak arasında kalan bölgedir; çünkü burada Sultanahmet Camii’nden Topkapı Sarayı’nın bitimine kadar yekpare olarak görülebilir. OnaltıDokuz, yaptırdığımız fotoğraf çekimlerinde ne 15 metrede, ne de 30 metrede var; 50 metrede çıplak gözle göremezsiniz, ama zoom’layınca bir leke seçersiniz; 100 metreye çıktığınızda görebiliyorsunuz, ama 100 metre yükseklikten de siluet fotoğrafı çekemezsiniz zaten. Üsküdar çok klasik bir siluet alanıdır, Topkapı Sarayı’nı daha çok öne çıkarır. 30, 50 metre yüksekliklerde bizim proje yoktur; 100 metrede ise var, ama nasıl var görün. O fotoğraf sembol bir fotoğrafa dönüştü; ama bakın sanki bizim binalarla önde siluet öğesini taşıyan camiler yan yanaymış gibi bir intiba veriyor. Oysa gerçek göz ve standart bir objektif, arkadaki binaları bir leke olarak algılar. Bunu nasıl yaparsınız? Ben de bir fotoğrafçıyım, 300 mm lensi taktığımda bunu elde ederim.
Marmara tarafından görülen siluet için Cankurtaran açıklarında 50 metre yüksekliğe çıktığımızda, ki bu orta ölçekli bir yük gemisinin bordosundan biraz daha yüksektir, 75 metre yükseklikte kadraja bunlar giriyor. Diyorlar ya ‘tıraşlayalım’; ama bu da İstanbul silueti sizin tanımınıza göre. Ne yapacaksınız, böyle bir kentsel gelişmeyi geri döndürmenin bir yolu, imkanı var mı?
Siluetin içinde olmadığınızı söylüyorsunuz yani?
İstanbul’da siluet algısını oluşturan tarihsel malzemeyi süzerek yaptığımız çalışmalar gösteriyor ki, biz siluetin içinde değiliz. Biz, tarihi yarımadanın da içinde yer almıyoruz; bu nedenle Anıtlar Kurulu konusu da değiliz. Bizim projemiz, İstanbul Sur Tecrit Bandının dışında bir alandadır ve bu inşaat bitmiştir. Kaba inşaatı bitmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Ne yapılabilir? Ben diyorum ki, bir şey yapılabilmesi pek mümkün değildir.
|