BR> Murat Paker /
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Yrd. Doç. Dr, klinik psikolog,
psikoterapist
- Üniversitelerin, 12 Eylül askeri
diktatörlüğünün toplum mühendisliği projesinde mümtaz bir yeri oldu. Özgür ve
eleştirel düşünceyi en büyük tehdit gören cuntacılar, önce 1402 ile
üniversitelerde beyin kıyımı yaptı, sonra üniversiteleri zapturapt altına almak
için YÖK’ü kurdular. 12 Eylül en sakıncalı görülen sosyal bilimlerde sistematik
bir iğdiş etme politikası yürüttü. Bu politikayla üniversitelerin işlevi, sahici
sosyal problemlerle temas kurup bunları anlamaya çalışmak yerine resmi
ideolojinin çok katmanlı yalanlarını yeniden üretmek, zihin açmak yerine zihin
kapamak şekline büründü. Neredeyse totaliter bir sosyal bilim rejimi hâkim
kılındı. Ama bazı akademisyenler, hakikatlere sırtını dönmedi, netameli sorular
sormaktan, araştırmalar yapmaktan vazgeçmediler. Yok sayılan işkenceyi, Kürt
meselesini, Ermeni kırımını, azınlıklar meselesini, yoksulluğu, demokrasinin
güdüklüğünü, askeri-bürokratik vesayet rejimini vb. araştırdılar, yayınlar
yaptılar. Özellikle son on yılda sosyal bilimler yeniden açılmaya başladı. Bunda
yurtiçinde büyük baskılara rağmen yılmadan çalışan akademisyenlerin ve
doktoralarını yurtdışında özgür ve kaliteli akademik ortamlarda yapanların da
katkısı var.
- Gayet
mümkün.. Ben, 1987’den beri işkence mağdurlarıyla, genel olarak da travma
üzerine çalışıyorum. Araştırmalar, yayınlar yaptım, psikoterapist olarak da
çalışıyorum. Bu konular üzerine, resmi ideolojinin etkilerinden arınarak, sadece
bilimsel standartlarınız ve vicdanınızla gittiğinizde aktivist olmaktan başka
çareniz yok. Öğrendikleriniz, bildikleriniz sizi rahat bırakmaz. Bunların
çözülmesi için bir şeyler yapmak istersiniz… Benim için asıl zor ilişki,
akademi-aktivizm ilişkisinden çok, psikoterapist-aktivizm ilişkisi. Bunun
dünyada birçok örneği olsa da, geleneksel olarak psikoterapistler,
akademisyenlere göre çok daha fazla aktivizmden uzak dururlar. Çünkü, özellikle
psikanalitik ekolde, terapinin verimli şekilde gidebilmesi için danışanın
terapistin kişisel özelliklerine dair pek bilgi sahibi olmaması gerekir. O
yüzden çok göz önünde olmamaya çalışıyorum. Ama katkımın olabileceğini
düşündüğüm ve önemsediğim sosyopolitik meselelerde yazmaktan, konuşmaktan da
imtina etmiyorum. Bunu etik bir sorumluluk olarak görüyorum. Latin Amerika’da
askeri rejimlere karşı mücadeleye katkılar sunan psikanalistleri, terapistleri
sevgiyle anıyorum.
Bilgi Üniversitesi’ndeki sendika deneyimi,
akademisyenlik ile aktivizmin verimli bir etkileşim içinde olabileceğine iyi bir
örnek. Sendikamız DİSK Sosyal-İş’e üye. Murat Belge’den Ali Nesin’e, Ahmet
Tonak’tan Jale Parla’ya, Nazan Aksoy’dan Erol Katırcıoğlu’na kadar bütün üye
akademisyenler birinci sınıf. Bazısı aktivist olarak da işin içinde. Üniversite
yönetiminin, sendikalı bir üniversitenin daha iyi olacağını henüz anlayamaması
bu gerçeği değiştirmez. Akademi gibi aktivizm de öğretir. Biz de yaparak
öğreniyoruz ve nefesimiz yettiğince öğreteceğiz.
Öncelikle bireysel ve
toplumsal düzeylerde travma. İşkence ve diğer politik şiddet mağdurları, egemen
politik kültürümüzün derin bir travmaya tepki olarak şekillenmesi, bundan
türeyen milliyetçilik. Daha genel olarak, insanların ve toplumların özerk
gelişimlerinin önünde engel olan her şey çalışma alanım.
|