Av. Mehmet Ali Kandemir
Kandemir Partners Avukatlık Ofisi Kurucusu, GİİP Genel Sekreteri
Finans piyasalarının konut üzerindeki egemenliğinin her geçen gün artması ve bu durumun doğal sonucu olarak üst sosyoekonomik sınıf elinde ciddi miktarda konut birikirken, sayıları milyonları bulan dar gelirlilerin artık şehirlerin merkezi alanlarında barınamaması, konut hakkı açısından Türkiye'nin genel görünümüdür.
Konut hakkının, neden temel bir insan hakkı olduğunun felsefi temellendirilmesine, tanımına, modern devlet teorisi içindeki gelişim sürecine ve günümüz dünyasındaki küresel ve yerel ölçekli pratiğine giriş yapmadan önce, insanın barınmaya yönelik davranışlarının tarihsel arka planına çok kısaca bir göz atılması, konunun anlaşılabilirliği açısından faydalı olacaktır.
Barınma ihtiyacı, canlı türlerinin çoğunluğunun ortak ihtiyacıdır. Her ne kadar barınma ihtiyacı içinde olan türlerin ekseriyeti bu ihtiyaçlarını kendileri tarafından inşa edilmeyen yapıları kullanarak karşılasalar da birçok tür barınaklarını kendileri inşa eder. Hatta bazı türlerin insan ırkının ortaya çıkmasından 250 milyon yıl kadar önce barınak inşasına başladıkları ve barınaklarını nem ve ısı gibi birçok özelliği kontrol edecek şekilde inşa ettikleri bilinmektedir.
Konuya türümüz açısından baktığımızda ise, gerçek anlamda ilk insan türü kabul edilen ve altpaleolitik çağın başında tarih sahnesine çıkan homo erectus'un, günümüzden bir milyon yıl kadar önce barınak inşa etmeye başladığına dair bulguların mevcut olduğunu görmekteyiz.
Bu tarihten sonra bir yandan insanın, insan eliyle üretilmiş barınaklarda yaşaması giderek artarken diğer yandan da barınma, kültürel evrimin algoritmik bildirim ve geri bildirim öğelerinden birine dönüşmüştür. Türkçenin yeni gelişmeye başladığı dönemlerde, yeni aile kuracak bir çift için çadır inşa etmenin düğün seremonisinin parçası olması ve aile kurmanın barınma ile ilişkilendirilerek "Ev/lenmek" olarak tariflenmesi bu duruma uygun bir örnek teşkil etmektedir.
Toplumumuzdan bir örnek ise, barınma ihtiyacının karşılanması amacıyla devletin sosyal hayata müdahalesi ile ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğu şeyhülislamlarından Ebussuud Efendi, sosyal devlet vurgusu yüksek bir fetvasında "Bu memlekette her aile bir ev sahibi olana kadar, hiç kimse ikinci bir ev sahibi olamaz." diyerek barınma ihtiyacının karşılanmasına ve konutun metalaşmasının önüne geçilmesine yönelik bir çözüm oluşturmak istemiştir.
Bu kısa girişten sonra konut hakkının neden temel bir insan hakkı olduğuna gelecek olursak; her ne kadar "neden" sorusunun cevaplandırılmasına birçok bilimsel disiplin katkıda bulunabilirse de temel gerekçelendirmenin fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlar üzerinden yapılması doğru olacaktır.
İnsan türünün ihtiyaçları ile ilgili geliştirdiği kuramla ünlü Maslow'a göre; nefes almak ve beslenmek gibi canlılığın devamına yönelik fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra barınmayı da içeren güvenlik ihtiyaçları gelir. İhtiyaçlar hiyerarşisi piramidinin üst katmanlarına doğru çıktığımızda, insanın sırasıyla, sevme ve sevilme, saygı duyma ve saygıdeğer olma, bilme ve anlama, estetik ve sanat, son olarak da kendini gerçekleştirme ihtiyaçları içinde olduğu görülmektedir. İhtiyaçlar hiyerarşisi kuramına göre birey, alt sırada yer alan ihtiyaçlarını gideremeden, üst sırada bulunan ihtiyaçlara yönelemez. Başka bir deyişle barınma ihtiyacının karşılanması, modern insan için yaşamı idame ettirme şartlarından biri olmanın yanında aynı zamanda daha yüksek ve insani ihtiyaçlarına yönelebilmesinin de ön koşullarındandır. İşte bu nedenlerle barınma ihtiyacının giderilmesine yönelmiş olan konuta ulaşım hakkı ya da kısaca konut hakkı temel insan haklarından biridir.
Gerekçelendirmeden sonra tanıma geçecek olursak; konut hakkı, bireyin, insan onuruna yakışır bir konuta ulaşabilme ihtiyacının kolay, sürekli, sürdürülebilir ve güvenli bir şekilde karşılanmasını ifade eden temel bir insan hakkıdır.
Konut hakkına dair hukuksal düzenlemeler
Konut hakkının, bir insan hakkı olarak modern devlet teorisi içinde yer bulması, yakın zamanda, sosyal devlet olgusunun gelişim sürecinde, sosyokültürel ve sosyoekonomik hakların tanınması ile gerçekleşmiştir.
Konut hakkı, uluslararası hukuki bir metinde ilk olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1966 yılında imzaya açtığı ve 1976 yılında yürürlüğe giren Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'sinin 11. maddesinde düzenlenmiştir. Türkiye bu sözleşmeyi 2000 yılında imzalamış ve 2003 yılında yürürlüğe sokmuştur.
Sözleşmenin yaşama standardı hakkı başlıklı 11. maddesinin ilk fıkrasında, "Bu Sözleşmeye Taraf olan Devletler herkese, kendisi ve ailesi için yeterli bir yaşam standardına sahip olmayı sağlar. Bu standart, yeterli beslenmeyi, giyinmeyi, barınmayı ve yaşama koşullarının sürekli olarak geliştirilmesini de içerir. Taraf Devletler bu hakkın gerçekleştirilmesini sağlamak için, kendi serbest iradelerine dayalı uluslararası işbirliğinin esas olduğunu kabul ederek, uygun tedbirleri alırlar." denilerek barınmanın temel bir insan hakkı olduğu ifade edilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olarak bilinen, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmesi, her ne kadar Birleşmiş Milletler'in Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'sinden on altı yıl önce, 1950 yılında kabul edilmişse de bu sözleşmede; Alman hukukçu Geork Jellinek'in liberal devlet kuramı esas alındığından, sadece devlete müdahale etmeme görevi yükleyen klasik haklara yer verilmiştir. Sözleşmede, sosyoekonomik ve sosyokültürel hakların düzenlenmesine yer verilmediğinden, bu hakların bir alt türü olan konut hakkı da tanınmamıştır.
Ancak tarihsel süreçte bu sınıflandırmanın yetersizliği ortaya çıktığından, eksiklik, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları ile giderilmiştir. Nitekim AİHM, konut hakkına ulaşımın, devletin koruma yükümlüğü altına alınmamasının vatandaşı aşağılayıcı muamele olduğunu karara bağlamıştır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde konut hakkının kabulü ve bu hakka ulaşımın sağlanması için devletin görevlendirilmesi yönünde Avrupa ile benzer bir yol izlenmiş ve konut hakkı bu devlette de Yüksek Mahkeme kararı ile koruma altına alınmıştır.
Fransa ise barınma ihtiyacının karşılanması ve konuta ulaşım konusunda devrimci bir yaklaşım sergileyerek; 2007 yılında kabul ettiği bir yasa ile konut ihtiyaçlarını kendileri karşılayamayan vatandaşlarına -bu ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanmaması halinde- devlete karşı doğrudan dava açma hakkı tanımıştır.
Türkiye'ye gelince; konut hakkı ülkemizde ilk olarak -zamanının ötesinde bir ruh ile sosyoekonomik ve sosyokültürel haklara sistemli bir şekilde yer veren ve devleti bu hakların temini açısından yükümlü kılan- 1961 Anayasası'nda düzenlenmiştir. 1961 Anayasası'nın sağlık hakkını düzenleyen 49. maddesinde devlet, yoksul veya dar gelirli ailelerin sağlık şartlarına uygun konut ihtiyaçlarını karşılayıcı tedbirleri almakla görevlendirilmiştir.
Meri Anayasa olan 1982 Anayasası'nın Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2. maddesinde sosyal devlet vurgusu yapılırken aynı zamanda; konut hakkı başlıklı 57. maddesinde "Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler." denilerek; konut hakkı tanımlanmış ve devlet, vatandaşlarının bu hakka ulaşabilmesini sağlamakla görevlendirilmiştir. Devlet, bu görevlendirmenin gereğini yerine getirebilmek için 1984 yılında o zamanki adı ile Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanlığı (TOKİ)'yi kurmuştur.
Her ne kadar konut hakkı yönünden devlet teorisi ve hukuksal metinler yukarıda ifade edildiği üzere gelişim göstermekteyse de hakka ulaşıma dair pratik bu kadar iç açıcı değildir.
Konut hakkına ulaşıma dair küresel görünümü -olumlu örnek teşkil eden belli başlı birkaç ülkeyi hariç tutarak- incelediğimizde;
Sayıları milyonları bulan sokakta yaşayan evsizlerden; gelirinin büyük bir kısmını insani yaşama koşullarından yoksun beton kutucukların kirasının ödemesine ayırmak zorunda kalan ve yarınına dair güvencesi bulunmayan dar gelirlilerden; kaçak veya kural dışı sağlıksız yapılarda yaşamak zorunda kalanlardan; mortgage ödemelerini ömrünün sonlarına doğru bitirme hayaline hapsedilenlerden oluşan milyarlarca kişiyi kapsayan global ölçekli patolojik bir hal görmekteyiz.
Konut hakkı açısından Türkiye'nin genel görünümü
Türkiye'nin durumu genel görünümden ayrıksı olmadığı gibi aksine bazı açılardan daha da vahamet göstermektedir.
Konunun Türkiye özelindeki süreç ve sonuçlarını çok kısaca aşağıdaki şekilde ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Türkiye'de karma ekonomik sistemden liberal sisteme geçilen 1950'lere kadar ülke nüfusunun yüzde yetmiş beşi köylerde, yüzde yirmi beşi şehirlerde yaşarken, sistem değişikliğinin de itkilemesi ile büyük çaplı bir iç göç hareketi başlamış ve günümüz itibariyle kent ve kır nüfus oranı tam tersine dönmüştür.
Makro politikaların yönlendirmesinden yoksun plansız ve başıbozuk göç süreci sonunda ülke nüfusunun ağırlıklı bir kısmı belli başlı büyük şehirlerde toplanmış, ülkenin bazı bölümleri ise neredeyse tamamen boşalmıştır.
Nüfusun bazı şehirlerde toplanması garabetine şehirleşmeye yönelik master planların bulunmayışı da eklenince; plansız kentleşme, kaçak ve kural dışı yapılaşma, arsa fiyatlarının aşırı artması, konutun temel fonksiyonu olan barınma işlevinden arındırılarak metalaşması kaçınılamaz hale gelmiştir.
Bütün bunlara gelir dağılımındaki adaletsizliğin her geçen gün artması ve sermayenin tabana yayılamaması da eklenince büyük şehirlerde konut hakkına erişim alt ve orta gelir grupları için çok zor bir hale gelmiştir.
Varlık nedeni, sosyal devlet ilkesinin bir tezahürü olarak alt gelir gruplarının konut hakkına ulaşımını temin olan TOKİ'nin de bu amacından saparak -özellikle büyük şehirlerde- kâr amaçlı konut üretimine yönelmesi ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan alt sosyoekonomik sınıfın konut hakkına ulaşımını adeta imkânsızlaştırmıştır.
Nitekim bugün itibariyle Türkiye'de;
Toplam yapı miktarı olan 26 milyon bağımsız bölümün yarıdan fazlasının kaçak veya kural dışı yapılardan oluşması,
Rant temelli düzenlemenin mağduru olan çarpık şehrin, trafik yoğunluğu, şehir ölçekli iklim sapması, yeşil alan azlığı gibi hastalıkları üzerinden bireye duygusal saldırı içinde olması,
Bireylerin, bir yandan insani asgari yaşama koşullarını taşımayan şehir ve yapılara mahkûm edilirken, diğer yandan da gelirlerinin büyük bir kısmını bu gayri insani barınma şartlarına ulaşabilmek için harcamak zorunda kalması,
Konutun metalaştırılması sonucu, finans piyasalarının konut üzerindeki egemenliğinin her geçen gün artması ve bu durumun doğal sonucu olarak bir yandan üst sosyoekonomik sınıf elinde ciddi miktarda konut birikirken, diğer yandan sayıları milyonları bulan dar gelirlilerin artık şehirlerin merkezi alanlarında barınamıyor olması konut hakkı açısından Türkiye'nin genel görünümüdür.