Guardian gazetesinin önceki gün verdiği habere göre dünyanın
en zengin ülkelerinin liderleri yoğun biçimde eleştirilse de küresel iklim
değişimine ilişkin mevcut yegâne uluslararası anlaşmayı oluşturan ve 2012'de
süresi dolacak Kyoto anlaşmasının yerini alacak anlaşmanın ana hatlarının 2016
yılında belirlenmesi ve uygulamaya da ancak 2020 yılında geçilmesi noktasında
anlaşmış durumdalar. Bu cinai karar neticesinde artık iklim değişikliğini
"kontrol edilebilir" bir düzeyde tutması beklenen iki derecelik bir artışla
sınırlama hedefi fiilen ortadan kalkmış durumda. İklim değişimi sorununa ilişkin
Taraflararası Konferans (COP) sürecinin fiyaskoyla
sonuçlanmasının ardından, bu sene Güney Afrika'nın Durban kentinde 28 Kasım - 9
Aralık tarihlerinde yapılacak konferansın hemen öncesine denk gelen bu
karar dünya tarihsel önemi haiz.
İklim değişimini kontrolden çıkmaması için küresel ısınma sonucu yeryüzü
ortalama sıcaklığındaki artışın endüstri öncesi dönemden iki derece oranında bir
yükseklikte sınırlandırılması uzun zamandır hiç olmazsa kâğıt üzerinde
benimsenen bir hedef haline gelmişti.
Yeryüzü iklim sistemi birçok doğal sistem gibi doğrusal olmayan bir sistem.
Kapitalizmin sürdürülemez üretim ve tüketim biçiminin atmosferin bileşiminde
sera etkili gazların oranını hızla arttırarak sağladığı iklim değişiminin, bir
süre sonra okyanuslarda depolanmış karbondioksit ve metan gazlarının atmosfere
karışması tehlikesi gibi pozitif geri besleme mekanizmalarının devreye
girmesiyle kontrolden çıkması olasılığı ciddi endişe yaratıyor.
Böylesi bir gelişme yeryüzü sıcaklığının içinde bulunduğumuz yüzyıl sonunda
çok daha üst seviyelerde sabitlenmesi anlamına gelecek. Halihazırda yeryüzü
ortalama sıcaklığı endüstri öncesi dönemden 0,8 derece daha yüksek. Dolayısıyla
belirlenen bu hedefi aşmamak için 1,2 derecelik bir artışın üzerine çıkmamayı
sağlayacak küresel bir emisyon indirimine gidilmesi gerekmekte. Üstelik son
zamanlarda yapılan birçok çalışma iklim krizinin kontrolden çıkmasını
engelleyebilmek için endüstri öncesi dönemden artışın 1,5 dereceyle
sınırlandırılması gerektiğini ortaya atmış durumda.
Dönülmez nokta
İklim krizi karşısında en önemli uluslararası yapıyı oluşturan
Hükümetlerarası İklim Değişimi Paneli (IPCC) iklim değişiminin
kontrolden çıkmasını engellemek için gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar sera
etkili gazların salımında yüzde 40 azaltıma, 2050 yılına kadarsa gelişmiş
ülkelerin yüzde 85 ile 95 arasında bir azaltıma gidilmesini salık vermekteydi.
Dolayısıyla ABD, AB ve Japonya gibi ülkelerin liderlerinin 2020 yılına kadar
bekleme yönelimi bu hedefi büyük ölçüde geçersiz kılmış durumda. Dahası birçok
bilim insanı halihazırda IPCC'nin öngörülerinin oldukça muhafazakar olduğunu ve
iklim değişiminin kontrolden çıkmasını sağlayacak kritik eşiğe neredeyse varmış
bulunduğumuz uyarısını yapmaktalar.
Gerçekten de iklim krizinin etkilerini kontrolden çıkaracak eşik noktasını
aşmamak için alınması gereken ciddi önlemler geciktikçe yeryüzündeki canlı
hayatının bu krizde ödeyeceği bedelin ağırlığı artıyor. Kaybedilen her an krizin
geri döndürülemez bir noktaya varmasına neden oluyor. Üstüne üstlük emisyon
indirimine ilişkin söylenen şaşalı sözlere rağmen rakamlar her geçen senenin
sera etkili gazların salımında yeni rekorlara imza atıldığını gösteriyor. Son
olarak 2010 yılına ait rakamlar 2009 yılına göre küresel ölçekte yüzde altıyı
aşan bir emisyon artışına işaret etmekte.
Sözün özü son yirmi yılda iklim değişimine ilişkin resmi ağızlar tarafından
verilmiş onca söze, yapılan onca zirveye ve açıklamaya karşın bir arpa boyu yol
alınamadığı gibi insanlık ve canlı yaşamının kendisi giderek hızlanan biçimde
uçuruma sürüklenmeye devam ediyor. Gelişmelerin bir on yıl boyunca bu tempoda
devam etmesi demek IPCC'nin en kötü senaryosunun gerçekleşmesi olasılığını
oldukça yükseltiyor. Bu senaryoya göre hızlı bir emisyon azatlımı gerçekleşmezse
yüzyıl sonunda yeryüzü ortalama sıcaklığında dört derecelik bir artışın
gerçekleşmesi oldukça muhtemel.
Bu düzeyde bir artış ise sayısız canlı türünün ortadan kalkmasına yol açmanın
yanında tarımsal verimlilikte aşırı düşüşlere, zaten halihazırda büyük basınç
altında olan temiz su kaynaklarında ciddi tükenişlere, kuraklık ve aşırı
yağışlar sonucu sellerin oluşması gibi uç meteorolojik olayların sayısında büyük
artışlara ve okyanus seviyelerinde her yirmi senede bir neredeyse bir metreye
varan artışlar anlamına gelecek.
İklim değişiminin olası etkilerini araştıran Mark Lynas'a
göre yeryüzü ortalama sıcaklığında dört derecelik bir artış insanlığın bu
değişime uyum sağlama kapasitesini epey zorlayacak. Dört derecelik bir artışın
ne anlama gelebileceğini betimlemek için böylesi bir sıcaklıkta 40 milyon yıl
sonra ilk defa kutupların buzlardan azade olacağı bir yeryüzünü gözümüzün önüne
getirmek yeterli.
Sonuç: Somali'de kuraklık, Tayland'da sel
Böylesi bir durumda kesinlikle bildiğimiz dünyanın yerinde yeller esiyor
olacak. Tüm bunların yanına, halihazırda yeryüzündeki tüm ekosistemlerin
sermayenin emek ve doğa üzerindeki tahakkümünü derinleştirmesiyle giderek daha
ciddi tahribat altında olması sonucu yeryüzünün kendini düzenleme kapasitesinin
ciddi hasar gördüğünü eklersek, bilançonun ağırlığını düşünmek bile ürkütücü.
Fakat öyle anlaşılıyor ki kapitalist-emperyalist sistemin merkez ülkelerinin
liderleri kollarını kavuşturup özellikle dünya yoksullarının ve sayısız canlı
türünün uçuruma yuvarlanmasını seyretme niyetindeler. İklim krizinin bedelini
Somali'de kuraklık sonucu oluşan kıtlık ya da Tayland'da seller nedeniyle daha
şimdiden ödemeye başlayan dünyanın yoksullarına ise dizginsiz piyasanın, serbest
girişimin, fosil yakıtlardan süper kârlar elde eden çokuluslu enerji
şirketlerinin yapacakları yenilenebilir enerji yatırımlarının, mucizevi bir
yeşil teknolojik gelişmenin soruna bir çözüm bulacağı beklentisiyle şimdilik
avunmak düşüyor.
Ne söylenirse söylensin artık bu kararla mevcut küresel sistemin iklim
krizinin çözümüne ilişkin hiçbir ahlaki ve siyasal meşruiyeti kalmamıştır. Bu
cinai kararı alanlar insanlık ve tüm canlı yaşamına bir gün hesap verecekler.
İnsanlığa ve canlı yaşamına karşı işlenmiş en büyük suçlardan birisiyle karşı
karşıya olduğumuz aşikâr.Son otuz yılda neoliberal karşı reformlarla toplumsal
yapıları daha da kırılganlaşan dünyanın yoksullarının iklim krizinin bedelini
ödememeleri için küresel eşitlik ve adalet ilkeleri çerçevesinde oluşacak ve her
türlü yanılsamaya karşı kapitalizmin ekolojik olarak düzeltilemez olduğunu
ısrarla savunacak bir iklim adaleti hareketini inşa etmek ve geliştirmek
gerekiyor. Bizi hızla sürüklenmekte olduğumuz uçurumdan kurtaracak yegâne şeyin
de böylesi bir hareket olacağı açık.
|