Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri başlıklı raporda Romanların yoğun
yaşadığı altı ayrı mahalle incelendi. Fotoğraflar: BAŞAK EREL
Her aşaması tartışıldı, sivil muhalefetin engelleme girişimleri dışında
UNESCO tepkisini koydu. Fakat bütün bunlar,
İstanbul’un en eski sakinlerinden Romanların Sulukule’den
‘sürülmesine’ mani olamadı. Birkaç hafta evvel Radikal’den Jale
Özgentürk’ün Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’le
projenin geldiği nokta üzerine yaptığı bir söyleşi yayımlandı. Özgentürk’ün “Ev
sahiplerinin yüzde kaçı burada kalabildi?” sorusuna Demir’in verdiği cevap
ilginçti: “Herkes soruyor bunu. Bilimsel bir veri yok.” ‘Herkesin sorduğu bu
soru’ söyleşi sonunda bir kez daha yinelenmesine rağmen, cevap alamıyorduk.
Gereken bilim, öyle üst düzey matematik falan değil, bildiğiniz toplama ve
çıkarma işlemiydi. Sulukule sakinlerinden kaçı, bu yenilenmiş halinde
oturabilecek? Bunu hâlâ bilemiyoruz. Biliyoruz da, bilemiyoruz.
İster kimi atasözleri, deyimler üzerinden aktarılan ayrımcı dile bakın, ister
toplumsal nefret hazinemizin günlük hayata yansıyan önyargılarına... Türkiye’de
dışlamada, aşağılamada en sık uzlaşılan azınlık gruplarından biri de Romanlar.
Bilimsel veri istiyorsanız, bu konuda yapılan araştırmalara bir yenisi daha
eklendi.
Türkiye’de ilk kurulan Roman Derneği olan Edirne Roman Kültürünü
Araştırma Geliştirme, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (EDROM),
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu ve Anadolu Kültür
ortaklığıyla hazırlanan ‘Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri’ adlı
raporda Başak Ekim Akkan, Mehmet Baki Deniz ve
Mehmet Ertan’ın imzası var. Koordinatör Goncagül
Gümüş. İstanbul - Ataşehir, İzmir - Bergama, Samsun – Canik, Konya -
Karatay, Erzurum – Yakutiye ve Hatay – Antakya’da Romanların yoğun yaşadığı
mahallerde yapılan saha çalışmasında fotoğrafları ise Başak Erel çekmiş.
Nisan 2010’da başlayan ve Aralık 2011’de tamamlanan projenin raporu geçen
hafta yayımlandı. Bir parçası da, çalışılan mahallelerde çocuklarla yapılan
atölye çalışmalarının bir meyvesi. Çocukların objektifinden kendi mahallelerini,
‘Dışlanmanın Roman Halleri’ başlıklı sergide, 14 Ocak’a kadar görmek mümkün.
Mekân İstanbul, Tophane’deki Tütün Deposu.
Ayrımcılığa giden yol
Peki neler öğreniyoruz bu rapordan? Sunuştan önce konuşan Boğaziçi
Üniversitesi Sosyal Politika Forumu’nun da kurucularından Ayşe
Buğra, öncelikle Romanlar gibi çeşitli açılardan dezavantajlı kılınan
gruplarla çalışmanın araştırmacılar açısından tehlikelerinden söz etti. Örneğin
yoksulları suçlama, yoksulluğu işsizlikle eşitleme ve işsizliği de bir tembellik
sorununa indirgeme bu tehliklerden bazıları. Bir de toplumsal önyargıların
sosyal bilimlere de sıçradığı hallerde yoksulları, burada Romanları, yardım
peşinde koşan, bundan utanmayan insanlar olarak sunmak var. Kimi zaman
Romanlara, kimi zaman Kürtlere yapıldığı gibi, yoksulluğu nedenlerinden azade
düşünerek doğrudan bir etnik grupla özdeşleştirmenin ayrımcılığı nasıl
körüklediğini anlatıyordu Buğra.
Altı ayrı şehirde, Romanların sosyal damgalanmayı yaşadığı kendi mekânlarında
yapılan görüşmelere dayanan bu araştırma sosyal dışlanma perspektifinden,
toplumsal eşitlik ve sosyal adalet meselesi olarak yaklaşıyor Romanların
yaşadıklarına. Büyük çoğunluğunun düzenli bir geliri yok, çalışsalar da sosyal
güvenceden yoksunlar. O kadar bile şanslı değillerse kronik işsizler. Bu da tek
çare olarak başka kimsenin yapmak istemediği, bu vesileyle de ‘Romanlaştırılmış’
işler yapmak zorunda kalıyorlar; kâğıt toplayıcılığı, mevsimlik işçilik, çöp
ayıklama gibi... Yoksulluğun ‘Romanlaşması’ bir nevi... O eğlence sektöründeki
Roman imgesinin artık hayatta karşılığı yok. Mesela artık Konya’da çobanlık yok,
naylon kova satmak ve bohçacılık yasak. Çöplüklerden plastik ayırmanın ve
eritmenin her aşaması potansiyel hastalık demek. En düzenli iş, belediyedeki
sulama işleri. O da yaz mevsimini kapsıyor sadece.
‘200 Evler’in hikâyesi
Kendileri çöpten para çıkarmaya çalışıyor ama yaşadıkları mahallelere çöp
arabası ayda bir geliyor. Belediye hizmetlerinin nadir ulaştığı, ulaşım
olanaklarının özellikle kısıtlandığı mahalleler yaşadıkları. Oradan olmayanın
‘tehlikeli’ bulduğu, yakınından bile geçilmemesi öğütlenen yerler... Sosyal
dışlanma öyle bir boyutta ki, 90’lardan beri çeşitli illerde örgütlenmelerine,
bu sayının 2005’ten sonra çok artmasına rağmen mesela siyasi partilerde, meslek
kuruluşlarında, sendikalarda Roman temsili neredeyse yok.
Bir ilginç ayrıntı, gidilen her Roman mahallesinde bir kentsel dönüşüm
hayaletinin gezmesi... İlk fırsatta ‘temizlenmesi’ gereken bu mahalleler,
bilhassa da Sulukule gibi rant imkânı sağlayan mahallere kurulduysa...
Lozan sonrası nüfus mübadelesiyle Samsun’a yerleşen Selanikli
Romanların bu anlamda çok düşündürücü bir tecrübesi var. 90’lara kadar
şehir merkezinde bir ‘teneke’ mahallede yaşan Romanlar, 1994’te şehrin dışında
fakat tek katlı, ufak bahçeli evlere aktarılıyor. ‘200 Evler’
olarak anılan bu yeni mahalle hem Romanların ihtiyaçlarına daha cevap verir
nitelikte olduğu hem de ücret talep edilmeden aktarıldıkları için görece
başarılı bir dönüşüm hikâyesi sayılabilir. Fakat böyle gitmiyor tabii.
94’te yerleştikleri ve gayet de mutlu oldukları bu evlerde sadece ‘oturma
hakları’ var. Devredemiyorlar, satamıyorlar, dönemin belediye başkanının sözüne
güveniyorlar. 2000’lerin başında bu ücra mahallenin yakınından otoyol geçince
işler değişiyor. 2007’de yanı başlarına dikilen TOKİ konutlarına taşınmaları
bekleniyor; 10 yıl boyunca ayda 159 TL gibi bir taksite bağlanıyorlar hiç
anlamadan. Hayat koşulları düşünülünce bu 159 TL’lik taksiti sadece birkaç aile,
onlar da birkaç kez ödeyebiliyor. Zaten bu çok katlı evlerde daralıyor,
kullanılan kötü malzeme yüzünden eski teneke mahallelerini arar hale geliyorlar.
Sosyal dışlanmanın sürekliliği için de güzel bir örnek sunuyor rapor. Ne ‘200
Evler’, ne sonra TOKİ’nin yaptığı ‘264 Evler’ şehir merkezinde Romanların
uğradığı ayrımcılığın yüzdesini düşürüyor. İş görüşmesinde mahallesinin adını
söylediğinde ‘Biz sizi ararız’ denilen Romanlar bizzat anlatıyor. Roman
mahallesinde oturan Kürtlerin yahut başka etnik kökenli yoksulların da sadece bu
mekânsal bağ yüzünden dışlandığı düşünülürse, kentsel dönüşümle vaat edilen
‘temizliğin’ bu anlamda da Romanlara hiçbir faydası olmadığı ortada.
İki kaşık salça
Çerçeveyi genişletmemizi gerektiren bir başlık da ‘çalışan yoksulların’
giderek daha güvencesiz ve dönemsel işlere mahkûm kalışında yatıyor. Araştırmada
Samsun’da Tekel Tütün Fabrikası’nın, Bergama’da
Sümerbank’ın ve Petkim Aliağa tesislerinin
eskiden Romanlar için birer istihdam alanı olduğundan söz ediliyor. Sadece
düzenli işin bile bir saadet kaynağı olduğu günleri anlatıyor Romanlar. Kamu
iktisadi teşekküllerinin kapatılmalarının ya da özelleştirmelerinin
tesirlerinden birini Romanlar üzerinden okumak mümkün. Sonra işte açık pazarda 1
liralık zeytinyağı ya da iki kaşık salça satın aldıkları günler...
Sadece Roman olduğu için bir tane arkadaşı olmadan ilkokulu bitiren
çocukları, okuldan en önce yine maddi yoksunluklar koparıyor. Eğitimin okul aile
birlikleri üzerinden aktığı şu günlerde, sadece kendilerinden beklenen bu aylık
paralar bile ailelerin çocuklarını okuldan almalarına yeter sebep.
Bir kısmına değinebildiğim çıkarımlarıyla ‘Sosyal Dışlanmanın Roman Halleri
Raporu’, Romanlar üzerine üretilecek sosyal politikalar açısından zihin açıcı.
Birçok yerde özne olan Romanları değiştirdiğinizde, günümüz yoksulluğuna dair
okumalar yapmak da mümkün.
|