vlerin bacalarından dumanlar yükseliyor. Acı acı kokuyor kömür, insanın burnunu yakıyor. Evlerin perdeleri ardına kadar gerilmiş. Camda oturmuş geleni geçeni seyrediyorlar. Sıra sıra dizilmiş evler, san, yeşil, mavi... Besbelli, insanların hüznü o küçücük yuvalarına da yansımış. Sokaklar, neden geldiniz der gibi, sessiz, hüzünlü. Kimi sakinler biz davetsiz misafirleri görmekten hoşnut olmuyor. Hızlı adımlarla uzaklaşıyorlar. Birden gözüm evlerin üstündeki numaralara ilişiyor. Herhalde yıkılacak evler bunlar. "Kentsel Dönüşüm Projesi" adı altında tarihe karışacak bir kültürün evleri...
Yüz yıllar önce Hindistan'dan buralara gelip Bizans surlarının dibine yerleşmişti onlar. Romanlar denilince akla gelen en büyük yerleşim yeri İstanbul'da Sulukule'dir. Dansın, eğlencenin, müziğin merkezi olmuştu. Sulukule'de minik eller darbukaya vurmaya başlar, ünlü müzisyenlerin klarnetçileri ya da severek dinlediğimiz sanatçılar bu eski mahallede uç vermeye başlar.
Sabah, sokakta başlar. Belki keman, belki de cümbüş sesi uyandırır mahalleliyi. Yemek evin önünde yanan ateşte pişer. Evin hanımı yemeği pişirirken, erkek de işin yolunu tutar. Bir gazinoda klarnet üfleyecektir. Çocuklar da heyecanla yemeğin pişmesini bekler. Her evde aşağı yukarı böyledir hayat. Genç kızlar köşe başlarını tutar, çiçeklerini satar. Müzik sesleri muntazaman yükselir mahallenin her bir yanından. Akşam oluverir, baba elinde ekmeği, katığı ve içkisiyle kapıyı çalar. O gün için kazanmıştır sadece, ama yine de yüzlerde sevinç vardır.
Mahalle bakkalının önünden geçiyoruz. Kısa boylu, sakallı bir sakin bizleri tanıyormuş gibi karşılıyor. "Gazetecisiniz değil mi?" Biz de evet anlamında başımızı sallıyoruz. Mehmet Hasım Hallaç 55 yaşında, doğduğundan beri burada, Sulukule'de yaşıyor. Bizi derneğe götürüyor. Sulukule Koman Kültürünü Koruma ve Yaşatma Derneği'ne. Derneğe giderken bir parça olanları anlatıyor: "Buralardan bizi sürgün etmek istiyorlar. Yerimizden yurdumuzdan olacağız. Benim babam da dedem de çocuğum da, torunum da burada doğdu. Nasıl gideriz?" İçini çekerek hayıflanıyor.
Bizi birbirimize düşürüyorlar
Çamurlu yollardan, yıkılmış evlerin yanından geçerek derneğe ulaşıyoruz. İçeride at yarışı izleniyor. Bir masaya buyur ediyor bizi Hasım Amca. Hasım Hallaç verdikleri mücadeleden söz ediyor. Söze ilk önce hangi partiyi desteklediklerini anlatarak başlıyor. "AKP'ye verdik oylarımızı, belki bir umut doğar bizi buradan çıkartamazlar diye. Buradaki halk buna inanmak istedi. Ama olmadı, düzenin içinde bizi de yok edecekler."
Hallaç bunları anlatırken sigarasından derin bir nefes çekiyor. "Derneğimiz 2006 yılının Haziran ayında kuruldu. O gün bugündür buradan gitmemek için mücadele veriyoruz. Olayı İnsan Hakları Komisyonu'na, Ankara'ya taşıdık. Çeşitli yerlere davalar açtık. Başbakanlık, İçişleri Bakanlığı, Fatih Belediye Başkanlığı. Davaların hepsi sürüyor ama Kentsel Dönüşüm Projesi'ni içine alan yasa yöneticilere öyle geniş haklar tanıyor ki; mahkeme devam ederken yıkımlar sürüyor, kuralar çekilip insanlara evler dağıtılıyor sözde. Evler vaat ediliyor. Peki, hangi güvenceyle? İnsanlara küçük bir tazminat ödenecek, sonra da bankalara muhatap edilecek. Burada yaşayan insanlar aylık 100 YTL kirayı veremiyor, gireceği büyük miktardaki borcu nasıl ödeyecek?"
Hasım Hallaç, bu projeye şiddetle karşı çıkanların başında geliyor. Mücadelelerinin sonuçsuz kalacağını da düşünmüyor. Bunları söylerken hüzün kaplıyor çizgili yüzünü. "Bizi birbirimize düşürüyorlar, zaten en etkili yöntem de budur. Benim bir sözüm var aynen bu uygulanıyor. 'Böl, birbirine düşür, sonra da yut!' Gittikçe bir çıkmazın içinde kayboluyoruz. Bizi götürmek istedikleri yer buradan 48 km. uzaklıkta, Taşoluk'ta. İş sahası yok, düzen buradaki gibi değil, apartman hayatı. Bize verilecek olan tazminattan çok daha fazla paralara ev sahibi olabiliyorsunuz. Burada inşa edilecek binalar inanılmaz pahalı. Şimdi söyleyin bana bu nasıl bir sosyal proje?" Çaylar tazelenirken gözüm duvardaki bir şiire takılıyor: Sulukule Şiiri/Sırlar dökülür ortaya bir bir/Vurdukça o kadehleri /Dağıtır iple çekilir akşamlar /Sözde tüm kederleri /Nağmelerle inlerken kemanın telleri /Hasedinden çatlar Bodrum Geceleri.../
Dünyada en çok ezilen halkız
Böyle demiş Sulukule'li bir şair. Öyle geceler olmayacak 600 yıllık Sulukule'de. Yerinde modern villalar olacak. Bizans surlarının yanında Osmanlı mimarisinden mülhem, zengin evleri yükselecek Ya onlar nerede olacak, Sulukule'nin asıl sahipleri. Taşoluk'ta oturabilecekler mi, ödeyebilecekler mi o paraları ya da oraya kadim Sulukule kültürü taşınabilecek mi? Bunları düşünerek dernekten ayrılıyoruz...
Sokaklarda turluyoruz bir bir.... Köfte, sucuk kokuları geliyor. Seyyar satıcılar iş başında. Çocuklar için hava hoş, soğuğa aldırmadan koşuşturuyorlar sokaklarda. Mahallenin yetişkin sakinleri çocuklar gibi değil, yüzler asık. Birkaçını dinlemek istiyoruz. Dertli dertli anlatıyorlar. Genç biriyle konuşuyoruz, adını vermek istemiyor. "Ben burada kiracıyım, benim için oraya gitmek fark etmeyecek ama biliyorum ki orada yaşayamayacağız. Ben burada 100YTL kirayı zor veriyorum orada ayda 300YTL asla veremem. Zaten iş imkânı da yok. Dağın başında bize kim ekmek verir? Çoğumuz orada yapamayacak. Burada kalıp çadır kuracak, çadırda yaşayacak. Bizi düşürdükleri hal bu, başka bir şey değil!"
Bizi gören kimi mahalleli, "Sesimizi duyurun, bizi toprağımızdan etmek istiyorlar!" diye gücü yettiğince bağırıyor. Yanımıza otuzlu yaşlarında gözüken Mustafa Gül geliyor. Konuşmak istiyor. "Ben müzisyenim, beş kuşaktır burada yaşıyoruz. Gitmeyi hiç istemiyoruz, günlük yaşayan insanlarız. Bizden istenen parayı asla ödeyemeyiz. Neden farklı bir yol denemiyorlar? Bizi eğitmeyi denesinler, güzelleştirsinler Sulukule'yi. Onlar bunu yapmıyorlar, göz göre göre bizi asimile etmeye çalışıyorlar. Dünyanın en çok ezilen halkıyız, eski zamanlardan beri bu hiç değişmedi. Sulukuleliyiz dedik mi iş vermiyorlar, aş vermiyorlar. Cahilliğimizin kurbanı oluyoruz. Tek düşündüğümüz bugünü kurtarmak. Bizim bildiğimiz iş eğlencedir, burası da bir eğlence merkezidir. Fatih Belediyesi bunu yok etmek istiyor, asıl toplum baskısı burada yaşanıyor."
Gül'ün, Roman karası gözleri doluyor, devam ediyor sözlerine. "Oraya giden halk buraya dönecek, çadırlarda yaşayacak. Bizi zorunlu göçe mahkûm ediyorlar. Yeniden göçebe olacağız. " Söyledikleri olayları özetliyordu. Göçebelikti bu işin sonu, perişanlıktı. Onlara göre, uygulanmaya çalışılan bir yenileme projesi değil, bir toplumu asimile etmek. Köklü bir kültürü orasından burasından eğmek! Sulukule'ye farklı bir boyut kazandırmak. Sulukule'de herkesin yüzünden düşen bin parça. Bir söylüyorsunuz, bin ah işitiyorsunuz. Bambaşka bir kültürün köklendiği Sulukule'yi ardımızda bırakırken, aklımızda yüzü asık, esmer suretli yetişkinler, soğuğa aldırmayan koca kara gözlü çocuklar ve acı kömür kokusu kalıyor.
|