eni yılın ilk günlerinde, eski yılda geçen önemli olayların muhasebesini çıkarmak, senenin bir muhteviyatını dökmek moda bir uğraşılır. Siyasetten müzik piyasasına, o yılda uizyona giren sinemaJilmlerinden magazin dünyasının gerçeklerine kadar yaşanan şeyler, sıkıştırılmış dosyalar şeklinde insanlara sunulur. Ne kadar moda bir uğraş olsa da önemli bir jaaliyettir aslında. Gündelik hayatımızda bir sinir hapı niteliğinde kullandığımız "unutkanlığa" indirilmiş ufak çaplı darbeler olarak ele alınabilir bu durum. Ya da en azından içki eşliğinde yapılan muhabbetlere altyapı teşkil eder. Ee biz de "kent" sayfası olarak bu uğraştan geri kalamazdık tabii ki. Oturduk, bir sene içerisinde kentlerimizde, yaşam alanlarımızda neler olup bitmiş ufak ufak sıralayıverdik...
Kraliçe İstanbul
Aslında kent gündemi açısından oldukça yoğun bir yıl olduğu söylenebilir. Ve tabii ki İstanbul'un gündemin kraliçeliğini elinden neredeyse hiç bırakmadığı bir gerçek. Teorik tartışmalarda küreselleşme ile birlikte "yarışan kentlerin" gündemi belirleyeceği tezini doğruladı İstanbul. Hemen her gün ulusal gazetelerin belirli sayfalarında kendisine yer edindi. Hem de öyle üçüncü sayfa haberleri ile değil. Bilakis küresel sermayenin İstanbul'da arz-ı endam etmesinden ibaretti durum. Haydarpa-şaport, Galataport, 3. köprü, Dubai Kuleleri, Avrupa Kültür Başkentliği vd. yeni dünya düzeninde hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, birebir yaşam alanlarımızın kendisinde gösteriyordu. Ama bunlara değinmeden önce, gündelik hayatta kendisine çok yer edinmese de İstanbul'un yıllar sonra bir plana kavuştuğu tarihe not düşülebilir. Gündelik hayatta çok yer edinemedi çünkü onlarca akademisyen, uzman, meslek adamını bünyesinde toplayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin planlama bürosu 'katılım' sözcüğünü sanayi odası ve temsilcileri ile yapılan üç-beş toplantı ve plan bitiminden sonra yapılan bilgilendirme toplantılarından ibaret sanıyordu. Nitekim olmadı ve birçok eksiği ile birlikte 8 odanın ortaklaşa olarak açtığı dava ile muhtemel bir plansızlığa yeniden adım atılmış oldu. Nitekim bu planın da aşağıda kısaca değinilen konular hakkında en ufak bir fikri yoktu zaten.
Bu sene içerisinde Oferler ve Türkiye'deki ortakları ile Tüpraş'ta, Kuşadası-Egeport'ta ve tabii ki Galataport'ta tanışmış olduk. İhale edilen fiyatın oldukça düşük seviyelerde tutulması, bir günde çıkarılan torba özelleştirme kanunları, kıyılarda yoğun yapılaşma hakkı gibi birçok konu gündeme geldi. Ancak işin özeti şuydu ki; 1950 yılında merkezi hükümet tarafından "yük limanı" ilan edilen alan; yine aynı organ tarafından bu kez "Turizm Amaçlı Kruvaziyer Liman" olarak şekillendiriliyordu. Bu sayede kıyı alanı, hem kullanım açısından hem de üzerinde söz sahibi olması bakımından halka kapatılmış oluyordu.
Benzer bir durumu ise yine Haydarpaşa'da gördük. Burası daha da yaşamımızın içinden bir parçasıydı. Banliyölerden, taşra trenlerinden İstanbul vapurlarını ilk defa görenlere ev sahipliği yapan görkemli Haydarpaşa garı ve limanı da satılarak Dünya Ticaret Merkezi ve bunu destekleyen bilumum fonksiyonla donatılmak istendi. Açılan davalar, kurulan girişimler/platformlar en azından şimdilik bu süreci rölantiye almış durumda.
Dubai Kuleleri, Sevda Tepesi villaları derken Arap sermayesinin İstanbul sevdasına tanıklık etmiş olduk ve Erkin Koray'ın "oturmuş gökyüzüne konuşuyor krallar" (i) şarkısı yeniden hatırımıza geldi. Nitekim İBB, tepe üzerine saray yapılmasının yasal zeminini oluşturmak için yöntem aradı, Zicirlikuyu'nun inşaat emsalleri birden tavana fırladı. Yıl içerisinde çoktan seçmeli bir sınav maratonuna dönüşen vapur seçimleri aslında birebir kamusal yaşama saldırı ve mevcut yönetimin katılımdan neden hiçbir şey anlamadığını gözler önüne seriyordu. Yılın son günlerinde ise gündeme Boğaziçi'nde ormanlık alanlarda yapılan lüks konut siteleri düştü ve Boğaziçi ormanlarının kimler tarafından ne şekilde işgal edildiğine dair çarpıcı belgeler ortaya çıkarıldı.
Bunun haricinde Formula 1,3. köprü, Mar-maray, yabancı mimarlara açılan kentsel tasarım yarışmaları, kültür başkentliği gibi konular İstanbul ve hatta Türkiye gündemini meşgul ederken, aslında ortaya çıkan resim şunu ortaya koyuyordu ki, İstanbul yerel yönetim ötesinde, merkezi yönetim tarafından uluslararası alanda alınıp satılabilir bir eşya olarak görülüyordu. Başbakan'ın dilinden hiçbir gün düşmeyen şehrin adı, kuru bir İstanbul sevgisi ile açıklanamazdı.
Memleket halleri
BU yazıyı kurgularken aslında İstanbul hegemonyasından, onun bu gündem şımarıklığından çıkmak istemiştik. Ama gördünüz ya olmadı. Zaten İstanbul hegemonyasını kırmak hiçbir alanda öyle kolay gözükmüyor. İstanbul hegemonyası demişken, onların da bu rant kavgasında sahaya inmemesi beklenemezdi. Seyrantepe, Fulya, Florya, Kalamış derken kent(t)e hücum futbolunun zenginleştiğini bire bir görebildik. Ama en azından "Çarşı faşizme karşı" yürüyüşü futbolun hâlâ sokak aralarında, hayatın tam kalbinde yer aldığına dair umut ışığımıza destek verdi.
Memleketin diğer kentlerinde de gelişmeler, değişmeler, mücadeleler günden güne sürüp gidiyordu. Örneğin, başkentte Melih Gökçek kendini temsili demokrasiden de sıyırarak Ankara'yı kendi tahayülleri doğrultusunda şekillendirmeye devam etti. Gelen yabancı ziyaretçilere kötü görüntü sergiliyor diye Esenbo-ğa yolundaki gecekonduları hemen temizleyi-verdi. Sağolsun. Yıllardan beri başkentin kimliğinin önemli parçaları olan mekânların (Atatürk Orman Çiftliği, Havagazı Fabrikası gibi) kaderlerine terk edilerek birer mezbeleliğe dönüşmesi beklendi, sonra da içinde bulundukları kötü durum gerekçe gösterilerek buraların yıkılması ya da özüne aykırı biçimlerde dönüştürülmeleri gündeme getirildi.
Ankara'da kentsel yaşamı adeta felç eden, yarım saat süren yoğun bir yağışın kente bıraktığı suyun, kentin altyapı sistemi ile doğal zemini (kentte beton olmayan açık toprak alanlar) tarafından tahliye edilememesi nedeniyle yollarda ve altgeçitlerde birikmesi, kente harcanan makyaj malzemlerinin gerçek ayıbı örtemediğini bir kez daha ortaya koydu.
Bu yıl içersinde, İzmir'de, Adana'da, Antalya'da, Mardin'de, Ordu'da, Sinop'ta, Trabzon'da ve diğer tüm şehirlerde de kent gündeminin yaşayanların gündelik konuşma yekûnunda daha da fazla yer almaya başladığı söylenebilir. Tüm buralardaki gelişmeleri ortaya dökmeye bu sayfanın haddi yetmez ama nükleer santrallardan fındık fiyatlarını protesto etmek için kapatılan otoyollara, katı atık sorunundan sular altında kalacak binlerce yıllık tarihi ve uygarlık birikimine kadar gündemin oldukça önemli başlıkları geçen seneden bu seneye taşınmış gibi gözüküyor. Ama çarpıcı olan bir şey var ki, kopan tüm fırtınalar, iştah açan kentsel rantlara karşın özellikle kentler arasındaki uçurum giderek daha da derinleşiyor, yoksulluk bir yaşam biçimi halini almaya başlıyor. Yarışan kentler mevzusunda geri planda kalan, bu mevzudan haberi bile olmayan şehirler, ortalıktan elini ayağını çeken devletin de yarattığı boşlukta ayakta kalabilmek için savrulup duruyorlar.
Dönüşüm ve yıkım
Tüm bu olaylar, gelişmeler arasında gündemi meşgul eden ve etmeye devam edecek olan bir önemli konu daha vardı ki, bu sayfalarda kendine oldukça fazla yer edindi. "Dönüşüm" ilahi bir ayet gibi herkesin dilinde tekrarlanan bir söze dönüştü. Bugün İstanbul başta olmak üzere hemen tüm kentlerin gecekondu alanlarında dönüşüm üzerinden yeniden mekânlar şekilleniyor, daha doğrusu şekillendiriliyor. Kentsel alanlarda mücadeleler, kimi yerlerde barikatlar, kimi mahallelerde davalar, kimi semtlerde plan ve pazarlıklar, akademik ve mesleki camialarda hararetli tartışmalar, önerilen yasa tasarıları günden güne değişik biçimlerde bürünüyor. Sistemin krize girmesinde öncelikli kurtuluş platformu olarak kullanılan inşaat sektörü -ki bu sene içerisinde 'mortgage'in de gündeme gelmesiyle ev almak bir çılgınlığa dönüşmüştü-, merkezi alanlar içerisinde değeri günden güne artan gecekondu alanlarına oldukça ciddi baskılar yapıyor. 1950'li yıllarda şehre gelen, ucuz işgücü olarak kentteki temel üretim faaliyetlerine şekil veren, devletin maliyet zorluklarına girmeyip, kentin uzak yerlerinde gidin yerleşin dediği mekânları yıllar sonra, eksikleri de olsa bir mahalle hüviyetine sokan, kendi yaşam alanlarını oluşturan gecekonduda yaşayan insanları yok sayan, kaale almayan bir projeciliğin etkinliği ortaya çıkıyor. İnsanların barınma haklarını, yaşam haklarını "ekonomi" sayfalarından değerlendiren, hayatlarımızın her karesini iktisadi aklın, kâr-zarar hesaplarının, verimlilik kriterlerinin değerlendirmesine sunan bir zihniyetin ürünü bu. Yoksulun, yok sayılanın, kendi yaşam alanları ellerinden alınanların iyiden iyiye yalnızlaştırıl-dığı bir sürecin uzantıları.
Burdayız aslında
Olan biten bunca şey yeni yılda peki bizi yılgınlığa mı götürecek, yoksa sinir uçlarımıza aldığımız darbeler bizi tarihi düzünden okumaya ayaklandırabilecek miydi (2), en azından yan yana durabilmek, dayanışabilmek için bir yol gösterecek miydi?
Biz burdayız sevgili okuyucu, sen nerdesin acaba (3)...
Bunlar da oldu
»2006ya ağaçsız giren İstiklal Caddesi, 2007'yi de yeni cadde döşemeleriyle karşılıyor. Bir yıldan fazla süren şantiye sürecinde caddenin altı üstüne gelirken, uyanık işportacılar cadde üzerinde pantolon paçaları için mandal satmayı akıl edemedi. Performansından memnun kalınmayan Çinli granit ülkesine geri gönderilirken yerine has Türk graniti transfer edildi. Yayaların arasında gezinen motorlu taşıt sayısının giderek arttığı caddede henüz trafik kazası olmadı.
» Göztepe Parkı'na yapılması planlanan cami, 2005'te olduğu gibi geçen yıl da sık sık gündeme gelirken, Denizli'deki Delikliçınar Meydanı'nda, Yeni Cami'nin önünde bulunan ağaçlar, caminin güzelliğini kapattığı gerekçesiyle cemaatin gözü önünde kesilmek istendi. Cemaatin ve esnafın büyük tepkisi sonucu yarıda kalan kesim işlemi, gece tamamlandı.
»Bodrum Kalesi zindanlarında görülen Latince "İnde deus abest" yazısı, kaleyi belki de ilk kez bu kadar uzun süre gündemde tuttu. Türkçe meali "Tanrının olmadığı yer" olan yazının eski müze müdürü talimatıyla 13 yıl once yazıldığı ortaya çıktı.
» Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde bulunan Yılmaz Güney Parkı, belediye tarafından "Kadınlar Parkı" olarak ilan edildi, aynı uygulama İstanbul'a da sıçradı. Kamusal alan tanımına getirilen bu yenilikçi hamle, hak ettiği ilgiyi(!) göremedi.
» Sabancı Müzesi'nde sergilenen Rodin heykelleri, müze kapısında bekleyen uzun kuyrukların oluşmasına neden olurken, Papa ziyareti İstanbul trafiğinde uzun araç kuyruklarını oluşturdu. Papa'nın ziyaretinde kullandığı güzergahların denk düştüğü yollar araç trafiğine tamamen kapatılınca, zaten her akşam yaşanan trafik çilesi, İstanbul'u kitleyecek boyuta ulaştı.
» Antalya Kaleiçi'ni katılımcı bir anlayışla yeniden planlayarak, mevcut sorunların kalıcı çözümlerini oluşturmayı hedefleyen "Kent Danışma Kurulu" kasım ayında toplanırken, İstanbul'da Rumelihisarı'ndaki Boğazkesen Ca-mii'nin aslına uygun olarak yeniden inşa edilmesi gündeme geldi. "Restorasyon" etiketiyle basına sunulan proje, Kız Kulesi'nin restorasyonu hatırlanınca Boğazseverleri biraz düşündürdü.
» Çorum'da bulunan Hitit uygarlığının başkenti Hattu-şaş antik kenti surlarının 65 metrelik bölümü Hitit-ler'in kullandığı yöntemlerle yeniden yapılırken, bir diğer antik kent Hasankeyf'in sular altında kaybolma sürecinin ilk adımı gerçekleşti: llısu barajının temeli Ağustos 2006'da Başbakan tarafından atıldı.
»Tuzlanın Orhanlı beldesinde mahallelinin top oynayıp piknik yaptığı arazide, zehirli variller ve kimyasal atık poşetleri gömülü halde bulundu. Yeni TCK kapsamında suç olarak tanımlanan "Çevreyi Kasten Kirletme" eylemi, varillerin gömüldüğü tarihte suç kapsamına girmediği için failler ceza almadı.
» Konya'nın Karapınar ilçesindeki Meke Gölü kurudu.
Kabataş, tramvay ve füniküler sistemin devreye girmesiyle İstanbul'un ulaşım merkezlerinden biri haline geldi. Karaköy-Beşiktaş arasındaki araç yoğunluğunda bir azalma gözlenmezken, tramvay yoluna göz diken taşıtlar nedeniyle zaman zaman tramvayın da trafiğe takıldığı görüldü.
Gürkan Akgün-Akif Burak Atlar
|