“Acaba hangi kentimiz, küresel sömürgeciliğin kültür ve çevre düşmanı
saldırılarına karşı direnişin bizdeki öncüsü olacak?”
İtalya’dan dünyaya yayılan “Yavaş Şehir” (Citta Slow)
hareketi için sürdürdüğümüz bu merakımıza; “Seferihisar”,
yanıtını alınca hem sevindim, hem düşündüm; “Gerçekten başarılabilir mi?
Otomobil sevdasından, fast-food alışkanlığından, AVM çılgınlığından, süpermarket
düşkünlüğünden, çok yıldızlı otel saplantısından… vazgeçebilir mi?”
Nice belediye başkanı biliyorum ki en sıkışık kent merkezlerini bile
otomobile yasaklayamadı... Nicesini tanıyorum ki yabancı markalı ‘hızlı yemek’
lokantalarının çoğalmasını, “modern”lik adına destekliyor... Nice “halkçı”lar,
kent halkını tüketim tekellerine tutsak eden AVM’leri çoğaltmayı “çağdaşlık”
sanıyor… Nice “muhafaza”kârlar da asıl muhafaza etmeleri gereken geleneksel
çarşı ve pazarlarımızın baş düşmanı süpermarket zincirleriyle övünebiliyorlar…
Hele şu “paketlenmiş turistler”in 24 saat kapatıldıkları “her şey dâhil”
kamplarına ne demeli? Kente ve kentlilere beş kuruş hayrı olmayan bu soygunu,
“gelişme” kabul edebilen başkanlarımız bile var...
İşte böylesi insan onuruna aykırı bir “kalkınma(!)” sürecinin dolu dizgin
desteklendiği; hatta açıkça “dayatıldığı” bir dönemde, “Bütün bunlarda artık ben
yokum” diyebilen Seferihisar, gerçekten başarabilecek mi? “Kaygı”mı ilk gideren,
Belediye Başkanı Tunç Soyer’in gözlerindeki “sevinç” ve “kararlılık”tı... “129.
Yavaş Şehir biz olduk” derken, sesindeki heyecan ve gurur “başaracak”larının da
kanıtıydı.
Bu kanıtın “güvence”si ise İtalya’daki “üyeliğe kabul” töreninden
dönüşlerinde halkın sergilediği sevinç gösterileri... Tanıtımda izlediğimiz
“karşılama” görüntülerini; uzun araç konvoylarıyla kente giren Başkan ve ekibini
kucaklayan, öpen, sarmalayan Seferihisarlıların coşkularını, umutlarını,
gözyaşlarını keşke görebilseydiniz... Ancak Türkiye, Habur’daki karşılamayla
meşguldü; Seferihisar’daki “izdaham” ne ekranlarda, ne de gazete sayfalarında
yer bulabilmişti... Oysa bu insanlar da “yöresel kültürleri”yle yaşamayı
kutluyor; “yabancılaşma”ya karşı en insani direnişin bayramını yapıyor; kimlikli
ve esenlikli bir gelecek için en “demokratik” hakları olan “öz değerler”ini
koruma ve geliştirme yürüyüşünü başlatıyorlardı...
Medya ise “tüm hızı”yla liderlerin polemikleri peşindeydi...
Roma yakınlarındaki Yavaş Şehir’lerin öncüsü Orvieto’nun Belediye Başkanı
Cimicchi diyor ki; “... artık McDonald’slara yüz vermemeli”…
Yavaş Şehir olunabilmesi için Seferihisar’ın da imzaladığı 50’den fazla
“taahhüt” arasında ise şunlar yer alıyor: “Kent değerlerini ve çevreyi korumak”,
“Toprağın işgalini değil, kullanımını geliştirmek”, “Genetiğiyle oynanmamış
yöresel besinleri yeğlemek”, “Kültür ve gelenekleri koruyarak yerli üretimi
özendirmek”, “Turistleri otellerde değil evlerde ağırlamak...”
Başarılar Seferihisar... Darısı yeni yavaş şehirlerimizin başına...
Adana’ya başsağlığı...
94’teki bir yazımda “Yeni kente kaçmayın, asıl Adana olan tarihi
Tepebağı’nızı yaşatın” demişim Adana için.. Bu serzenişimi anımsatan gazeteci
Seyit Ali Akgül’ün, “nihayet dileğiniz oluyor” diyerek kaleme
aldığı son makalesi geçen hafta bu köşenin konuğuydu. Çukurova Bayram’daki
yazısında, Tepebağ’da başlatılan “restorasyon”lardan sevinçle söz ederek şunu
söylüyordu: “Mektubunuz 15 yıl sonra adresine ulaştı...” (16 Aralık
2009-Cumhuriyet)
Adana temsilcimiz Çetin Yiğenoğlu, aziz kardeşimizi trafik
kazasında yitirdiğimizi bildirdi. Çukurova Gazeteciler Cemiyeti’nden çalışma
arkadaşı Ömer Üney’in deyimiyle “kente ve kentliye duyarlı, dik
duruş sergileyen” Akgül’ün, ailesine, yakınlarına, tüm dostlarına ve Adanalılara
başsağlığı diliyorum...
|