Sincan’da yaşanan insanlık dramı, aynı zamanda köklü bir
uygarlığa da saldırıdır. Çünkü Uygurlar, geçmişleri binyıllara uzanan ve sanatın
hemen tüm dallarında aklın ve yaratıcılığın özgün birikimlerini insanlığa
armağan etmiş, tarihten gelen bir ulusal kimliğin temsilcileridir. Bu nedenle
Çin Hükümeti’nin “Sincan Uygur Özerk Bölgesi”ndeki vahşete “İç işimiz,
karışmayın” demesi, sadece insanlık adına değil, temsil ettiklerini ileri
sürdükleri “sosyalizm” adına da kabul edilemez.
Hele Çin Dışişleri’nin “etnik dayanışma için diğer ülkelerden anlayış ve
destek beklentileri”ni belirtmesi kadar insanlık adına talihsiz bir açıklama
olamaz. (Milliyet, 9 Temmuz 2009) Çünkü Uygurlar ve eşsiz Uygur uygarlığı,
sadece Çin’in değil, tüm dünyanın ortak değeri ve zenginliğidir. Türkiye’yle de
dinsel bağlardan daha köklü ve tarihin derinliklerinden gelen kültürel
akrabalıkları vardır.
Bu nedenle Türkiye’yi yönetenlerin Sincan vahşetine sıradan “diplomatik
çıkış”larını yetersiz bulan yazarlarımızdan en açık sözlüsü Yılmaz Özdil yerden
göğe kadar haklıdır. Duygularımızı yine ustalıkla yansıttığı yazısında,
“Davos’taki muhteşem efelenme”nin bu insanlık dışı katliama da neden
gösterilmediğini bakın nasıl özetlemiş;
“Çünkü iki kusuru var Uygurların. Birincisi, Türk olmaları. İkincisi,
Arapça konuşmamaları. Müslüman olmaları bile yetmiyor. Bakıyorum, Çin
askerleri tarafından hunharca katledilen Uygur kızlarına... Başları
açık. Ee olmaz...” (Hürriyet, 9 Temmuz 2009)
Evet, Uygurlar “öz kültürlerini din adına yitirmeyen Türklük”ün ve
“kadınlarının başlarını örtmeyen Müslümanlık”ın onurlu ulusudur. Binyıllara
dayanan bu özellik, Anadolu’nun kadına karşı “Kybele”den gelen tarihsel saygısı
ile; antik Pagan uygarlıklarının Selçuklu’yla buluşmasından doğan “Ortaçağ
aydınlanması”nın, Uzakdoğu’nun gizemli dünyasındaki “genler”ini taşır. Nâzım
Hikmet’in de “dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi
uzanan...” dediği, işte bu “destansı etkileşim” değil midir?
Resim, heykel, tiyatro
Malatya’daki İnönü Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Metin Yerli, Uygurlardaki
“sanatsal beceriler”in, göçebelikten yerleşik yaşama geçtikleri yüzlerce yıllık
“İslamiyet öncesi”nden geldiğini anımsatarak diyor ki: “Budist mimarisi
Karahanlı, Gazneli, Büyük Selçuklu, Timurlu gibi devletlerin yapılarını
etkilerken, duvar resimleri ve minyatürleri, Arap, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı
sanatına kaynak olmuştur...”
Gerçekten Araplara ve Avrupalılara kâğıdı Uygurlar öğretmiştir.
Avrupalılardan çağlar önce matbaayı biliyor ve kitap basıyorlardı… Bilim ve
sanatta bütün Asya’yı etkilemiş, Araplara ve Batılılara bilgi ve teknik
aktarmışlardı. Batı mutfağının “Çin’den öğrendiği” bezelye, bakla gibi sebzeleri
bile aslında ilk yetiştiren Uygurlardır.
“Divanû Lûgat-it Türk”, “Kutadgu-Bilig” (mutlu olma bilgisi) gibi ünlü Türk
kitapları Uygurca yazılmıştır. Resimde “model” kullanan Uygurlar, kitapların
yanı sıra kumaşlara da resimler yapmış, kutsal ve kamusal mekânlarını da 10
m’lik heykellerle bezemişlerdir.
Eski çağ gezginlerinin Uygurlardaki yaygın “tiyatro” sanatından hayranlıkla
söz etmeleri ise çarpıcıdır ve tiyatroyu sadece antik Yunan’la özdeşleştiren
Batı tarihçiliğinin “yanlı”lığını kanıtlar. İslamiyetten sonra da tiyatroyu
sürdüren Uygurlar, “Garip ile Senem”, “Ferhat ile Şirin”, “Tahir ile Zühre”
oyunlarını kuşaktan kuşağa sahnelediler...
Uygurların şehircilik ve mimarlık kültürleri de gelişkindir. Doğu
Türkistan’da Karabalasagun, Beş-Balık, Karahoço, Karaşar, Hotan, Yarkent,
Turfan, Kaşgar, Kamal, Kulca, Urumçi, Aksu, Suço, Kanço, Çerçen gibi “surlarla
çevrili kentler” kurdular; bunları bağlayan yollar günümüzde de
kullanılıyor...
Müzikte ise sazın da atası olan “kopuz”u at sırtında bile çalmadan
duramazlar. Azeriler gibi “toy” dedikleri düğünlerinde ve özellikle “Nevruz”
şenliklerinde müzik ve dans gösterileri doruğa çıkar...
Kültürel soykırım
İşte böylesi bir uygarlığa kuşaktan kuşağa imza atanlara uygulanan insanlık
dışı saldırılara sadece “etnik çatışma” denebilir mi? Doğu Türkistan ajanslarına
göre Çin Hükümeti, Kaşgar’daki kent ve yaşam kültürünün zenginliğini kanıtlayan
“özgün Uygur evleri”ni de yıkıyor. Her yönüyle “Dünya mirası”mızın yerine
kimliksiz apartmanlar dikilerek, Uygurlar yerine Çinlileri
yerleştireceklermiş!..
İnsanlık yoksunu “Sulukule projesi”ni andıran bu kültürel soykırıma karşı,
başta HABITAT ve UNESCO olmak üzere uluslararası kent ve kültür kurumlarının
sessiz kalmaları hazindir. Sözün kısası, Sincan’daki insanlık ayıbının
sorumluları sadece saldırgan Çinliler değil, bu çağda böylesi bir “çağ dışı”lığı
seyreden herkestir...
|