Her yıl birçok farklı su baskını haberi okuyoruz. Burada sadece yönetimsel bir problem mi, yoksa mesleki bazı eksiklikler de var mı?
İnşaat, yüzlerce alt iş kolunu kapsayan ve bütün bu iş kollarında da sürekli yenilenen bilgiler ihtiva eden çok dinamik bir sektör. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada inşaat teknolojisi değişiyor. Burada tabi iş biraz da bize düşüyor. Gerek evinde, gerek binasında ya da endüstriyel bir tesiste olsun, günlük hayatında drenaj sistemleri, süzgeçler veya ızgaralar nedeniyle problem yaşamayan kaç yurttaşımız var? Futbol müsabakalarının oynamaması, uçakların kalkamaması gibi konulardan bahsediyoruz. Bence bu, Türkiye’nin geldiği nokta açsından utanılacak bir durum. Avrupa’ya baktığınızda, yılın 200 gününden fazla yağış alan şehirler var. Buralarda bu problemler yaşanmazken, biz neden bu problemleri yaşıyoruz? Bunu kendimize sormayı öneriyorum.
Su yönetimi, bir projenin toplam maliyetinde nasıl bir paya sahiptir? Yatırımcısı korkutacak bir kalem midir?
Savurgan bir hesapla, yüzde 2’yi aşmayan bir maliyetten bahsediyoruz; kesinlikle ana maliyet kalemlerinden biri değil. Ama küçük bir maliyet olan bu yatırımın yapılmamasının çok büyük bedelleri olabilir. Örneğin gıda endüstrisi; yanlış drenaj sistemleri seçiminde ve kullanımında, fabrika kapanmalarına kadar giden maliyetler var. Çünkü burada gıda güvenliğinden, hijyenden, marka değerinden bahsediyoruz. Londra Belediyesi, kanalizasyon sisteminin temizliği için yılda 100 milyon pound harcıyor. Su fakiri bir ülke olan Türkiye için çok daha yüksek maliyetler söz konusu olabilir. Bugün kullanılamaz hala getirdiğimiz kaynakların, sadece ekonomik değil ama siyasi vb anlamda ne gibi bedellerinin olabileceğinin, Türkiye’nin uykusunu kaçırması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.
Kamudan özel sektöre, tek yapı ölçeğinden kentsel projelere geniş bir yelpazede çözüm sunuyorsunuz. Bu, operasyonel olarak sizi nasıl etkiliyor, nasıl bir pazarlama stratejisi izliyorsunuz?
Bu farklılaşma, çalışma anlamında biraz zor gibi görülebilir; ama bir yandan da çok olumlu tarafları var. Çünkü marka bilinirliği açısından size çok farklı kesimlerden katkı sağlarken; bir yandan da yaptığınız çalışmalarda belirli bir alana olan duyarlılığınızı azaltıyor. Aynı anda birçok sektöre hitap ediyor olmak, bence ACO’nun büyümesinin altında yatan önemli bir faktör. Elbette Türkiye’de daha fazla odaklandığımız alanlar var; şu an alt yapı ve hijyen ürünlerimizi daha fazla öne çıkarmak istiyoruz. Ayrıca endüstriyel alanda ciddi faaliyetlerimiz var.
2013 yılında inşaat sektörünü kamu yatırımları sürükledi, özel sektör ciddi bir küçülme yaşadı. 2015 yılında da 3. köprü, 3. havalimanı, Kanal İstanbul, Avrasya Tüneli gibi büyük kamu yatırımlarını konuşmaya devam edecek gibiyiz. ACO için bu projeler ne anlama geliyor?
Bu tür mega projeler, büyük bir potansiyel taşıyor. Ayrıca bunların sıfır toleransla çalışılması gereken projeler olduğunu da görmemiz gerekiyor. Çünkü örneğin 3. havalimanının yapıldığı bölgeyi ele aldığımızda, yağış anlamında ciddi riskli bir bölge olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle su yönetiminin, burada bir kere daha düşünülmesi gereken bir kavram olduğuna inanıyoruz. Ayrıca ‘dünyanın en büyük havalimanlarından birini yapacağız’ diye soyunulan bu işte, su yönetimi nedeniyle yaşanacak olumsuzlukların Türkiye marka bilinirliği açısından çok olumsuz mesajlar vereceğini düşünüyoruz. Daha önce farklı havaalanlarında yaşanan olumsuzluklar herkesin malumu.
Ama tabi Türkiye’deki havaalanı sektörü burada bitmiyor; birçok bölgesel havalimanından bahsediliyor. Bunların bazıları da meteorolojik anlamda çok riskli bölgelerde. Çukurova Bölgesel Havalimanı, bu popüler alanlardan biri. Bu anlamda havacılık otoriteleri, spesifikasyonları hazırlayan kurumlarla ciddi çalışmalarımız var. Bütün bu alanlarda halihazırda projelendirme aşamasında varız. Bu konularda da çok aktifiz. Umalım ki buralarda da su yönetimi birincil derecede önemli görülüp, ACO ürünleri kullanılsın.
Antakya havalimanının bulunduğu alanın göle dönüştüğünü hatırlıyorum…
Burada yer seçimi önemli bir faktör. Ama seçtiğiniz yer neresi olursa olsun, buradaki meteorolojik verilere göre özel bir su yönetimi tasarlanması, buna göre drenaj yapılması mümkün. Atlanmaması gereken bir diğer nokta da, su yönetimi ekipmanlarının yangını ve dumanı çok hızlı ileten ekipmanlar olması. Bu anlamda örneğin Avrasya Tüneli Projesi’ni ele alırsak, yangın güvenliği çok kritik bir konu. ACO’nun özellikle İsviçre’de tünel projeleri ile ilgili özel olarak sattığı bir ürün gamı var.
İnovasyon, günümüzün popüler sözcüklerinden biri. Su yönetimi açısından ne anlama geliyor inovasyon? ACO, bunu iş süreçlerine nasıl yansıtıyor?
Su yönetimi ekipmanlarına baktığınız zaman, aslında harcıalem ürünlerden bahsediyoruz. Belki bir çoğumuzun ne zaman, hangi firmadan aldığını hatırlamadığı, monte edildikten sonra unutup gittiği ürünlerden bahsediyoruz. Bence ACO’nun en büyük özelliklerinden biri, çemberin biraz dışına çıkarak, bu ürünlere fonksiyonel olarak bakması, ‘bu ürünlerden aslında ne bekleniyor?’u kendimize sormamız. Şu anda tasarım yaklaşımımızı ‘önce hijyen’ mottosu şekillendiriyor. Dolayısıyla daha önce ürettiğimiz geleneksel ürünlerin tamamını, ‘acaba bunlar hijyeni ön planda tutuyorlar mı?’ diyerek yeniden ele alıyoruz. Bugün ACO’nun, özellikle endüstriyel mutfaklar ve gıda sektörü için A’dan Z’ye yeniden tasarladığı yüzde 100 hijyenik su yönetim ekipmanları var. Bildiğim kadarıyla ACO dışında sertifikalandırılmış tam bir ürün gamı olan herhangi bir firma da yok.
‘Estetik’ de gittikçe daha belirleyici bir öge oluyor, değil mi?
Normalde mekanik sistemler konusunda temel yaklaşım, bu ürünleri mümkün olduğunca gizlemektir. Ama biz, drenaj, su yönetim sistemlerinin mimarların artık ‘bunu nereye koyarsam gözükmez?’ diye düşünmeyeceği, bir estetik elamanı olarak kendi tasarımında kullanabileceği bir hal almasını istiyoruz. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de aydınlatmalı drenaj kanalları.
ACO’nun globalde sunduğu bütün çözüm önerileri Türkiye pazarı için de ulaşılabilir mi? Yoksa Türkiye’nin gerekliliklerine göre şekillendirilen bir ürün gamı mı var?
Globalde sunduğumuz bütün ürünleri, her yerde aynı şekilde kullanma hedefimiz yok. Ama elbette bütün ürünlerimiz Türkiye’de de rahatça uygulanabilir, bizim tarafımızdan projelendirilebilir, satılabilir durumda. Tabi Türkiye pazarı için özellikle öne çıkardığımız sistemlerimiz var; şu anda özellikle yağ ayırıcıları, petrol ayırıcıları ve çevre düzenlemesiyle ilgili drenaj sistemlerinde çok ciddi bir faaliyetimiz söz konusu.
Türkiye’de üretim gibi bir düşünce var mı?
Almanya’daki merkezimiz, Türkiye’yi sadece bir satış noktası olarak değil; yönetim ve imalat merkezi olarak da görüyor. Bunun nedeni, hem Türkiye’nin kendi içindeki potansiyel, hem de bölgesinde bu konudaki en iyi alternatif olması. ACO’nun planlaması içerisinde Türkiye’ye ciddi bir yatırım yapma eğilimi var. Tuzla’da birkaç ay önce tamamlanan bir yatırımla, bazı paslanmaz çelik ürünleri Türkiye’de imal etmeye başladık. Burada özellikle bireysel kullanıma yönelik ürünlere öncelik vermek istiyoruz. Bunların içinde lineer süzgeçler, paslanmaz çelik kanallar veya duş kanalları gibi ürünler var. Bu ürünler, ACO’nun Türkiye dışındaki dağıtım kanallarına da pazarlanıyor. Şu anda özellikle Rusya’da, İtalya’da, Balkan ülkelerinde bu ürünlere çok yüksek bir ilgi var. Önümüzdeki sene de polimer beton ürünlerle ilgili bir üretim tesisi için de fizibilite çalışmasına başlıyoruz.
Türkiye operasyonunun sorumluluk alanının genişletilmesi söz konusu olabilir mi?
Aslında Türkiye’deki operasyonun yetki alanı oldukça geniş. Ortadoğu, Kafkaslar, Kazakistan dahil olmak üzere Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerde satış kanallarının hepsi Türkiye’ye bağlanmış durumda. Bu, ACO Türkiye’nin geçmişteki satış başarısından kaynaklanan bir sonuç. Ama bence ondan da önemlisi, iş yapma şekilleri anlamında Türkiye’nin hakikaten Avrupai bir ülke olması. Avrupalı yatırımcıların çok kolay çalıştıkları bir yapımız var. Bize en yakın üretim tesisi Dubai’de ve sadece Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan bölgesi için çalışıyor. Bunun dışında kalan bölgelerde biz oldukça aktifiz. Hepimizin malumu olan gelişmelerden dolayı maalesef güney komşularımızda çok ciddi başladığımız faaliyetleri duraklatmak zorunda kaldık.
ACO Türkiye sadece satış yapmakla yetinmiyor, proje desteği de veriyor değil mi?
Biz tasarım aşamasından başlayarak bir yandan danışmanlık, bir yandan da projelendirme hizmeti veriyoruz. Dolayısıyla ürünün satışından montajına kadar A’dan Z’ye komple bir hizmet veriyoruz diyebiliriz. ÖzdilekPark, Dedeman Otelleri, Raffles İstanbul, Shangri-La Bosphorus gibi Türkiye’nin birçok büyük otel ve alışveriş merkezi projesinde ürünlerimiz kullanılıyor. Öte taraftan Atatürk Havalimanı, Sabiha Gökçen Havalimanı gibi büyük ulaşım yatımlarında da ürünlerimizle varız.
|