"Türkiye’yi Satışın Ötesinde Bir Yönetim ve İmalat Merkezi Olarak da Görüyoruz"

Kerem Altınöz

Gittikçe büyüyen, kalabalıklaşan ve daha kompleks altyapılara ihtiyaç duyan şehirler, iklim değişikliğiyle ve gündelik hayatı daha fazla etkilemeye başlayan ani ve şiddetli yağışlar gibi doğa olaylarıyla birlikte 'su yönetimi' konusunda daha nitelikli çözümler geliştirmek zorunda. Ancak konu ne yazık ki Türkiye'de henüz bir uzmanlık olarak ele alınmaktan uzak; su yönetimi ile ilgili bir planlamadan ziyade, ekipman seçimi gibi bir zeminde karşılık buluyor. Dış ve iç drenaj sistemlerinde, polimer beton paslanmaz çelik imalatında küresel pazarın önemli oyuncularından biri olan ACO Türkiye'nin Genel Müdürü Kerem Altınöz, Türkiye’de asıl zorluklardan birinin 'geleneksel düşünce'yi aşabilmek olduğunu söylüyor. "Türkiye’de inşaat sektörüne, kullanılan malzemelerin yapısına, projelendirme süreçlerine baktığımızda, yolun hala çok başında olduğumuzu görüyorum" diyen Altınöz, ancak potansiyelin de büyük olduğunu sözlerine ekliyor.

ACO Türkiye'nin tasarım aşamasından başlayarak bir yandan danışmanlık, bir yandan da projelendirme hizmeti verdiğini kaydeden Altınöz; bu anlamda Türkiye’yi sadece bir satış noktası olarak değil, yönetim ve imalat merkezi olarak da gördüklerine işaret ediyor. Bazı paslanmaz çelik ürünleri Tuzla'da birkaç ay önce faaliyete geçen üretim tesislerinde üretmeye başladıklarını anımsatan Altınöz, polimer beton ürünlerle ilgili bir tesis kurmak için de fizibilite çalışmalarına başlayacaklarını belirtiyor. Türkiye'deki faaliyetlerini özellikle yağ ayırıcıları, petrol ayırıcıları ve çevre düzenlemesiyle ilgili drenaj sistemleri üzerine yoğunlaştırdıklarını kaydeden Altınöz, havalimanı gibi büyük ulaşım yatırımlarını da yakından izlediklerini söylüyor.

Reklam Goruntulenme Bolumu


ACO, odağında ‘su’yun olduğu zengin bir ürün gamına sahip. Su, bu geniş ürün yelpazesini nasıl birbirine bağlıyor?

Aslında bu, sadece müşteriler ya da pazarlama açısından değil, çalışan için de çok zor bir çeşitlilik. Çünkü örneğin işe aldığımız mühendislerin adaptasyon sürecini de uzatan bir unsur. Hâlbuki aslında bu çeşitliliğin temelinde suyun davranışı var. Suyu, yüzeyde bizim konforumuzu bozduğu zaman toplamak, temizlemek, bir yerde tutmak ve tekrar doğaya geri vermek istiyoruz. Bu dört davranış, bizim ‘sistem zinciri’ dediğimiz konunun temelini oluşturuyor. Bu, şirketimizin temel felsefesi ve ürün geliştirirken de bu gruplara odaklanıyoruz. Dolayısıyla gördüğünüz o karmaşık portföydeki bütün ürünler, bu dört alandan birine giriyor. Önemli olan, suyu toplamak istediğinizde bunu nasıl yapabileceğiniz; çünkü bulunduğunuz mecraya göre ihtiyaçlar farklılaşabiliyor. Örneğin dış ortam için polimer betondan mamül özel tasarımlı kanallarımız var. Binanın içinde ise zemin süzgeçlerimiz bu işi görüyor. Binanın çatısında suyu toplamak içinse, konvansiyonel ve sifonik sistemlerimiz; bu sistemlerin her birinde de kullanılacak yapıya göre paslanmaz çelikten, dökümden, polimer betondan veya daha hafif uygulamalar için plastikten ürünlerimiz var. Dolayısıyla global olarak su üretimi ile ilgili A’dan Z’ye tam bir gam sunabilen tek firma ACO diyebilirim.

Tabi ürün çeşitliliğini belirleyen şeylerden biri de malzeme. Bu da drenajını yapacağınız sıvının nevine veya kullanacağınız alanda istediğiniz ek spesifikasyonlara göre farklılaşabilir. Örneğin yangın riskini plastikle çözemezsiniz; o nedenle paslanmaz çelik ve döküm ürünlere yöneliyorsunuz. Ya da örneğin bir deterjan fabrikasını düşünün; burada drenajı yapılan suyun içinde muhtemelen agresif bazı bileşenler de var. Dolayısıyla bizim için işin temelini, bu durumların hepsini hesaba katarak doğru drenajı sağlamak oluşturuyor.

Günümüzde iklim değişikliği ve çevre kirliliğiyle birlikte her geçen gün daha da kritik bir konu başlığı haline gelen suyun, her kültürde farklı bir karşılığı var. Türkiye bu anlamda nerede duruyor?

Bizim insanımızın suyu nasıl algıladığı çok kritik bir konu. Türkiye’de su, tamamen bedava ve sınırsızmış gibi algılanan bir kavram. Bu aslında çok şaşırtıcı bir durum; çünkü bizim geçmişimiz, suya erişmek için yapılan mücadelelerle dolu. Bütün coğrafi ve meteorolojik araştırmalar diyor ki, biz su fakiri bir ülkeyiz. Ben de zaman zaman kendime, çok ciddi kısıtlar altında bulunan bir coğrafyada ‘suyun sınırsız ve bedava olduğu’ algısının nereden geldiğini soruyorum. Hakikaten ilginç, çünkü çok da uzak olmayan bir geçmişte bizim siyasetçilerimiz suya erişimi arttırmakla, barajlar kralı olmakla, köylerde hiç suya erişemeyen insanları suya ulaştırmakla övünüyorlardı.

Bu algı, bizim çalışmalarımızı da olumsuz etkiliyor. En önemli zorluklarımızdan biri, pazarlama faaliyetlerinden önce bilinçlendirme faaliyeti yapma gerekliliği. Çünkü buna hazır bir toplumsal yapı yok; belediyeler nezdinde bile bilinçlendirme faaliyetleri yeni yapılmaya başlandı. Firma olarak özellikle son 2-3 yıldır, suyun ne kadar değerli bir kaynak olduğuyla ilgili çok ciddi farkındalık faaliyetleri yapıyoruz. Su, diğerlerine göre farklı bir kaynak; hem ulaşmak için çabalıyoruz, ama fazlası da yaşam konforumuzu olumsuz etkiliyor. Bütün internet siteleri ve basın, özellikle yaz aylarında barajlardaki doluluk oranını tartışırken; 3 ay sonra ani yağan yağışlar nedeniyle nasıl her yeri su bastığını konuşabiliyor. Demek ki burada bir terslik, yanlış yönetilen bir konu var. Dolayısıyla ACO olarak yanlış bulduğumuz bu yönetim tarzını, uluslararası uygulamalarda kabul görmüş bir tarza çevirmek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için tabi yurtdışı deneyimlerimizden çok faydalanıyoruz. Bu, global bir firma olmanın getirdiği büyük avantajlardan biri. Farklı coğrafyalardaki deneyimlerimizi Türkiye’ye aktarmak istiyoruz.

Havalimanı gibi büyük kentsel ölçekte yatırımlarla, konut vb ölçekte projeler açısından su yönetimi farklı olmalı; öyle değil mi?

Temelde hepsinin altında yatan şey, suyun fazlasının yarattığı konforsuzluğu engellemek. Ama bireysel bir kullanıcının evindeki su yönetimi ekipmanından beklentisi ile bir havaalanındaki beklenti birbirinden farklı. Konutlara baktığımızda, giderlerin yarattığı olumsuz kokuları hissetmemek ya da su yönetim ekipmanlarının yangın güvenliğine katkıda bulunması gibi ihtiyaçlarla karşılaşıyoruz. Bugün Türkiye’de çok az konuşulan konulardan biri; insanların, özellikle çok katlı binalardaki yangınlardan birincil etkilenme yolu duman. Dumanın katlar arasında dolaşmasının en kolay yolu da süzgeçler ve su yönetimiyle ilgili ekipmanlar.

Türkiye’de bir ‘su yönetimi’ pazarı oluştuğundan bahsedebilir miyiz, inşaat sektörü ‘su yönetimi’ni nasıl algılıyor? Projelerde su yönetimi ne kadar öne çıkabiliyor?  

Su yönetimi, Türkiye inşaat endüstrisi içinde çok yeni bir kavram. Ben, bunun bir sektör, alan olarak ele alındığını düşünmüyorum. Konu genellikle ekipmanlar bazında değerlendiriliyor. Yapının su yönetimi ile ilgili bir planlamadan ziyade, ekipman, süzgeç ihtiyaçları, alışveriş merkezleri için yağ ayırıcı ihtiyaçları öne çıkıyor. Bu da özellikle global firmalar için Türkiye’de ürünlerini pazarlarken ciddi bir zorluk anlamına geliyor. Çünkü projelendirme, şartnamelerin yazılma aşamasında, çok nadiren bu ürünlerin niteliklerinden, standartlarından bahsediliyor. Şartnamelerde, ‘su yönetimi ekipmanlarından beklenen performans nedir?’ sorusunun cevabı bulunmuyor.

Hep tekrarlıyorum; Türkiye’de önümüzdeki asıl engel, geleneksel düşünceyi aşabilmek. Buna bir örnek vermek gerekirse, çevre düzenlemesi yapılırken hala dökme betondan drenaj kanallar yapılıyor; üzerine bir ızgara uydurup, bunu kullanmaya çalışıyorsunuz. Ama bu sistemi yapanların hiçbirinin drenaj kapasitesinin ne olduğu sorusuna cevap verebileceğini düşünmüyorum. Oysa biz meteorolojiden yağmur verilerini satın alıyoruz. Çünkü geleneksel istatistiksel veriler, bugün için geçerliliğini kaybetmiş durumda. Artık yağmur istatistiklerinde ciddi farklılaşmalar var; ani yağışlarla daha çok karşılaşıyoruz. Biz, güncel istatistiklere göre hidrolik hesaplamalar yaparak, ona göre sistem öneriyoruz. Tamamı drenaj kabiliyetlerine ve malzeme kalitesine göre test edilmiş ürünlerimizle drenaj problemlerini yüzde 100 çözebileceğimizi düşünüyoruz.

Türkiye’de bir çok yerde ürünlerimiz kullanılıyor ve bir gelişme de görülüyor. Bu anlamda umutsuz olmaya gerek yok; firma olarak her sene yüzde 50 büyüyen bir iş hacmiyle yolumuza devam ediyoruz. Ama potansiyelin çok gerisinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Türkiye’de ki inşaat sektörüne, kullanılan malzemelerin yapısına, projelendirme süreçlerine baktığımızda, yolun hala çok başında olduğumuzu görüyorum. Her yıl birçok farklı su baskını haberi okuyoruz. Burada sadece yönetimsel bir problem mi, yoksa mesleki bazı eksiklikler de var mı?

İnşaat, yüzlerce alt iş kolunu kapsayan ve bütün bu iş kollarında da sürekli yenilenen bilgiler ihtiva eden çok dinamik bir sektör. Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada inşaat teknolojisi değişiyor. Burada tabi iş biraz da bize düşüyor. Gerek evinde, gerek binasında ya da endüstriyel bir tesiste olsun, günlük hayatında drenaj sistemleri, süzgeçler veya ızgaralar nedeniyle problem yaşamayan kaç yurttaşımız var? Futbol müsabakalarının oynamaması, uçakların kalkamaması gibi konulardan bahsediyoruz. Bence bu, Türkiye’nin geldiği nokta açsından utanılacak bir durum. Avrupa’ya baktığınızda, yılın 200 gününden fazla yağış alan şehirler var. Buralarda bu problemler yaşanmazken, biz neden bu problemleri yaşıyoruz? Bunu kendimize sormayı öneriyorum.

Su yönetimi, bir projenin toplam maliyetinde nasıl bir paya sahiptir? Yatırımcısı korkutacak bir kalem midir?

Savurgan bir hesapla, yüzde 2’yi aşmayan bir maliyetten bahsediyoruz; kesinlikle ana maliyet kalemlerinden biri değil. Ama küçük bir maliyet olan bu yatırımın yapılmamasının çok büyük bedelleri olabilir. Örneğin gıda endüstrisi; yanlış drenaj sistemleri seçiminde ve kullanımında, fabrika kapanmalarına kadar giden maliyetler var. Çünkü burada gıda güvenliğinden, hijyenden, marka değerinden bahsediyoruz. Londra Belediyesi, kanalizasyon sisteminin temizliği için yılda 100 milyon pound harcıyor. Su fakiri bir ülke olan Türkiye için çok daha yüksek maliyetler söz konusu olabilir. Bugün kullanılamaz hala getirdiğimiz kaynakların, sadece ekonomik değil ama siyasi vb anlamda ne gibi bedellerinin olabileceğinin, Türkiye’nin uykusunu kaçırması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Kamudan özel sektöre, tek yapı ölçeğinden kentsel projelere geniş bir yelpazede çözüm sunuyorsunuz. Bu, operasyonel olarak sizi nasıl etkiliyor, nasıl bir pazarlama stratejisi izliyorsunuz?

Bu farklılaşma, çalışma anlamında biraz zor gibi görülebilir; ama bir yandan da çok olumlu tarafları var. Çünkü marka bilinirliği açısından size çok farklı kesimlerden katkı sağlarken; bir yandan da yaptığınız çalışmalarda belirli bir alana olan duyarlılığınızı azaltıyor. Aynı anda birçok sektöre hitap ediyor olmak, bence ACO’nun büyümesinin altında yatan önemli bir faktör. Elbette Türkiye’de daha fazla odaklandığımız alanlar var; şu an alt yapı ve hijyen ürünlerimizi daha fazla öne çıkarmak istiyoruz. Ayrıca endüstriyel alanda ciddi faaliyetlerimiz var.

2013 yılında inşaat sektörünü kamu yatırımları sürükledi, özel sektör ciddi bir küçülme yaşadı. 2015 yılında da 3. köprü, 3. havalimanı, Kanal İstanbul, Avrasya Tüneli gibi büyük kamu yatırımlarını konuşmaya devam edecek gibiyiz. ACO için bu projeler ne anlama geliyor?

Bu tür mega projeler, büyük bir potansiyel taşıyor. Ayrıca bunların sıfır toleransla çalışılması gereken projeler olduğunu da görmemiz gerekiyor. Çünkü örneğin 3. havalimanının yapıldığı bölgeyi ele aldığımızda, yağış anlamında ciddi riskli bir bölge olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle su yönetiminin, burada bir kere daha düşünülmesi gereken bir kavram olduğuna inanıyoruz. Ayrıca ‘dünyanın en büyük havalimanlarından birini yapacağız’ diye soyunulan bu işte, su yönetimi nedeniyle yaşanacak olumsuzlukların Türkiye marka bilinirliği açısından çok olumsuz mesajlar vereceğini düşünüyoruz. Daha önce farklı havaalanlarında yaşanan olumsuzluklar herkesin malumu.

Ama tabi Türkiye’deki havaalanı sektörü burada bitmiyor; birçok bölgesel havalimanından bahsediliyor. Bunların bazıları da meteorolojik anlamda çok riskli bölgelerde. Çukurova Bölgesel Havalimanı, bu popüler alanlardan biri. Bu anlamda havacılık otoriteleri, spesifikasyonları hazırlayan kurumlarla ciddi çalışmalarımız var. Bütün bu alanlarda halihazırda projelendirme aşamasında varız. Bu konularda da çok aktifiz. Umalım ki buralarda da su yönetimi birincil derecede önemli görülüp, ACO ürünleri kullanılsın.

Antakya havalimanının bulunduğu alanın göle dönüştüğünü hatırlıyorum…

Burada yer seçimi önemli bir faktör. Ama seçtiğiniz yer neresi olursa olsun, buradaki meteorolojik verilere göre özel bir su yönetimi tasarlanması, buna göre drenaj yapılması mümkün. Atlanmaması gereken bir diğer nokta da, su yönetimi ekipmanlarının yangını ve dumanı çok hızlı ileten ekipmanlar olması. Bu anlamda örneğin Avrasya Tüneli Projesi’ni ele alırsak, yangın güvenliği çok kritik bir konu. ACO’nun özellikle İsviçre’de tünel projeleri ile ilgili özel olarak sattığı bir ürün gamı var.

İnovasyon, günümüzün popüler sözcüklerinden biri. Su yönetimi açısından ne anlama geliyor inovasyon? ACO, bunu iş süreçlerine nasıl yansıtıyor?

Su yönetimi ekipmanlarına baktığınız zaman, aslında harcıalem ürünlerden bahsediyoruz. Belki bir çoğumuzun ne zaman, hangi firmadan aldığını hatırlamadığı, monte edildikten sonra unutup gittiği ürünlerden bahsediyoruz. Bence ACO’nun en büyük özelliklerinden biri, çemberin biraz dışına çıkarak, bu ürünlere fonksiyonel olarak bakması, ‘bu ürünlerden aslında ne bekleniyor?’u kendimize sormamız. Şu anda tasarım yaklaşımımızı ‘önce hijyen’ mottosu şekillendiriyor. Dolayısıyla daha önce ürettiğimiz geleneksel ürünlerin tamamını, ‘acaba bunlar hijyeni ön planda tutuyorlar mı?’ diyerek yeniden ele alıyoruz. Bugün ACO’nun, özellikle endüstriyel mutfaklar ve gıda sektörü için A’dan Z’ye yeniden tasarladığı yüzde 100 hijyenik su yönetim ekipmanları var. Bildiğim kadarıyla ACO dışında sertifikalandırılmış tam bir ürün gamı olan herhangi bir firma da yok.

‘Estetik’ de gittikçe daha belirleyici bir öge oluyor, değil mi?

Normalde mekanik sistemler konusunda temel yaklaşım, bu ürünleri mümkün olduğunca gizlemektir. Ama biz, drenaj, su yönetim sistemlerinin mimarların artık ‘bunu nereye koyarsam gözükmez?’ diye düşünmeyeceği, bir estetik elamanı olarak kendi tasarımında kullanabileceği bir hal almasını istiyoruz. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de aydınlatmalı drenaj kanalları.

Reklam Goruntulenme Bolumu


ACO’nun globalde sunduğu bütün çözüm önerileri Türkiye pazarı için de ulaşılabilir mi? Yoksa Türkiye’nin gerekliliklerine göre şekillendirilen bir ürün gamı mı var?

Globalde sunduğumuz bütün ürünleri, her yerde aynı şekilde kullanma hedefimiz yok. Ama elbette bütün ürünlerimiz Türkiye’de de rahatça uygulanabilir, bizim tarafımızdan projelendirilebilir, satılabilir durumda. Tabi Türkiye pazarı için özellikle öne çıkardığımız sistemlerimiz var; şu anda özellikle yağ ayırıcıları, petrol ayırıcıları ve çevre düzenlemesiyle ilgili drenaj sistemlerinde çok ciddi bir faaliyetimiz söz konusu.

Türkiye’de üretim gibi bir düşünce var mı?

Almanya’daki merkezimiz, Türkiye’yi sadece bir satış noktası olarak değil; yönetim ve imalat merkezi olarak da görüyor. Bunun nedeni, hem Türkiye’nin kendi içindeki potansiyel, hem de bölgesinde bu konudaki en iyi alternatif olması. ACO’nun planlaması içerisinde Türkiye’ye ciddi bir yatırım yapma eğilimi var. Tuzla’da birkaç ay önce tamamlanan bir yatırımla, bazı paslanmaz çelik ürünleri Türkiye’de imal etmeye başladık. Burada özellikle bireysel kullanıma yönelik ürünlere öncelik vermek istiyoruz. Bunların içinde lineer süzgeçler, paslanmaz çelik kanallar veya duş kanalları gibi ürünler var. Bu ürünler, ACO’nun Türkiye dışındaki dağıtım kanallarına da pazarlanıyor. Şu anda özellikle Rusya’da, İtalya’da, Balkan ülkelerinde bu ürünlere çok yüksek bir ilgi var. Önümüzdeki sene de polimer beton ürünlerle ilgili bir üretim tesisi için de fizibilite çalışmasına başlıyoruz.

Türkiye operasyonunun sorumluluk alanının genişletilmesi söz konusu olabilir mi?

Aslında Türkiye’deki operasyonun yetki alanı oldukça geniş. Ortadoğu, Kafkaslar, Kazakistan dahil olmak üzere Sovyetler Birliği’nden ayrılan ülkelerde satış kanallarının hepsi Türkiye’ye bağlanmış durumda. Bu, ACO Türkiye’nin geçmişteki satış başarısından kaynaklanan bir sonuç. Ama bence ondan da önemlisi, iş yapma şekilleri anlamında Türkiye’nin hakikaten Avrupai bir ülke olması. Avrupalı yatırımcıların çok kolay çalıştıkları bir yapımız var. Bize en yakın üretim tesisi Dubai’de ve sadece Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan bölgesi için çalışıyor. Bunun dışında kalan bölgelerde biz oldukça aktifiz. Hepimizin malumu olan gelişmelerden dolayı maalesef güney komşularımızda çok ciddi başladığımız faaliyetleri duraklatmak zorunda kaldık.

ACO Türkiye sadece satış yapmakla yetinmiyor, proje desteği de veriyor değil mi?

Biz tasarım aşamasından başlayarak bir yandan danışmanlık, bir yandan da projelendirme hizmeti veriyoruz. Dolayısıyla ürünün satışından montajına kadar A’dan Z’ye komple bir hizmet veriyoruz diyebiliriz. ÖzdilekPark, Dedeman Otelleri, Raffles İstanbul, Shangri-La Bosphorus gibi Türkiye’nin birçok büyük otel ve alışveriş merkezi projesinde ürünlerimiz kullanılıyor. Öte taraftan Atatürk Havalimanı, Sabiha Gökçen Havalimanı gibi büyük ulaşım yatımlarında da ürünlerimizle varız.