Bitlis'te 'Taş Ustalığı' Yeniden...
Antik Kentin Üstüne AVM İzni Çıktı
İki Bölge, İki Şehir ve Taştan Yapılar
Taş Kalpli Şehirler
Temel aktörleri Türkiyeli ve Ermenistanlı taş ustalarından oluşan ve iki ülkenin, iki kentin ortak tarihi niteliğindeki taş ustalığı kültürünü odağına alan, bir hafta boyunca Gümrü’de sürdürülen “Taş Ustalığı Atölye Çalışması”nın güncesini tutan bu yazı, yazarın “İki Bölge, İki Şehir ve Taştan Yapılar” başlıklı yazısını ayrıntılandırıyor.
Her şey iki şehri aynı anda düşünmekle başladı. Benzer hikayeler, göçler, yoksunluklar, değişimler ve her şeye rağmen bu iki şehri taş kalpli yapan, geçmişin sadık mirasçıları taştan yapılar… Sınırı kapalı ama geçmişi ortak kültürlerin iki şehrin sokaklarına, mimari dokularına ve yapılarına sinen izleri aynı ustalarındı, bazalttan, tüften taşların üzerinde. Geçmişteki bu ortak zanaatı bugünün köhneyişine teslim etmeden, yerelden başlayarak canlandırmayı ve sınır ötesi ortaklıklarla yaşatmayı amaçlayan taş işçiliği atölyesi bütüncül bir projenin ikinci ve en önemli evresiydi. Bir günce edasıyla gün gün paylaşılan bu süreç, eksiğiyle-fazlasıyla iyi niyetinden ödün vermemiş bir ilk gayretti somut kültürel miras üzerine, iki ülkeyi de içine alan. Mekanı taş kalpli şehirlerden biriydi ama öbürünün gölgesi de hep üzerimizdeydi…
Taş İşçiliği Atölyesi 28 Ekim’de (2012) Kars’ta, öğleden önce başlayan ilk gün yolculuğu, en yakın sınır kapısının kapalı olması nedeniyle kuzeyden, Gürcistan topraklarından geçerek ancak akşamın ilerleyen saatlerinde bitebildi. Kars’ta inşaat ustası 4 işçinin yanında, atölyenin sorumlusu KaşKa temsilcileri, restorasyon çalışmalarında uzman bir yerel iş adamı, deneyimli bir mimar, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına yönelik çalışan bir kamu temsilcisi ve bir müteahhitten oluşan ekibe Ermenistan ayağında eşlik eden ekipte, benzer profillerdeki meslek uzmanlarından başka yöresel mimaride kullanılan taş türlerini çıkarıp işleyen atölye temsilcileri de bulunmaktaydı. Gümrü şehir merkezindeki Style Art Gallery’de yapılan ilk toplantının ardından yapılan tarihi kent gezisi ile başlayan ve restore edilen kale surlarına Türkiyeli ve Ermenistanlı taş ustalarının birlikte işlediği taşların yerleştirilmesiyle son bulan bu atölye sürecini, KaşKa üyesi ve aynı zamanda Kars doğumlu bir şehir plancısı olarak öne çıkan yönleri ve düşündürücü yanlarıyla paylaşmayı istiyorum. Bir yanıyla da bu yazı, iki şehrin kapısından geçerken taşla örülü dokularına başkalarını davettir… İlk günkü tarihi kent gezisinde 1988 depreminde büyük bir bölümü yıkılan Surb Nshan Kilisesi’nin yeniden tamamlanması ve restore edilmesi için kurulan şantiyede, son aşamaya gelinen yapının eski fotoğrafı olmasa, yapının ağır bir yıkımın ardından yenilenmeye çalışıldığı anlaşılmayacaktı. Kullanılan özgün taşlar ve mimari üsluba bağlılık, işçilik bu yanılgının baş mimarıydı belki de. Sokaklarda sıkça rastladığımız heykeller, motifli ve yalın çeşmeler heves duyduğumuz şeylerin başında geliyordu hiç şüphesiz. Her yeni heykelde, çeşmede, heykel konusundaki sicilimiz, büst heykelciliğini, kopyacılığı aşamayan hakim heykel kültürümüz akla geliyor ve çeşmeli sokak ve meydanlarıyla eski Anadolu şehirlerine özlem duyuyoruz. Kim duymazdı ki? 1800’lü yıllarda konut olarak inşa edilmiş ancak günümüzde otele dönüştürülen bir yapının restorasyon çalışmalarına tanıklık eden ekibin, özellikle inşaat ve restorasyon terminolojisinde Türkçe ve Ermenice ortak kelimeler eşliğinde tercümansız kurduğu iletişim çok anlamlıydı. O anlar, Gümrü’de kullanılan Ermenice ile ülkemizdeki Türkçe arasında ortak 600’ün üzerinde kelimenin varlığını bilenler için şaşırtıcı değildi sadece. Bina, mimari yapısı ve uygulanan restorasyon, taş işçiliği bakımından tartışılırken, meraklı gözlerle birbirini izleyen işçiler inşaat sahasının bir başka yüzüydü ve kin yoktu hiçbirinde. Gün batmadan yapılan ve mimar kökenli eski bir müze müdürü eşliğindeki kent gezisi sabahki geziye göre daha mimari ve planlama ağırlıklıydı ve kent hem iyi hem de kötü uygulama örnekleri üzerinden, eleştirel yorumlarla gezildi. Kent meydanına bakan yeni belediye binasının, kentin geçmiş tüm mimari tarzlarının bir arada işlendiği kötü bir sentez ürünü olduğu tespitiyle yine meydanda, başladığı yerde biten gün, kente biraz daha alışılan bir gündü ayrıca… İkinci gün gidilen Gümrü Kent Yaşamı ve Mimari Tarih Müzesi başarılı bir restorasyon örneği idi ve içerisinde yer alan gündelik yaşama dair mekan kullanımları, objeler, eserler ve eski fotoğraflar Kafkas halklarının kültürel ortaklıklarını hatırlatan bir hava yarattı ve “Bizim köylerde/evlerde de var” cümlesini müze gezginlerinin dilinden hiç düşürmedi. Ortak olmayan eserler ve eşyalar olsa bile fikir yürütülüp tahmin edilebiliyordu. Belki de en büyük farklılık, okunan alt yazıların dili idi… Üçüncü günün öne çıkan ziyareti Art Nouveua tarzında yapılmış ve restore edilerek kültür evi ve butik otel olarak hizmet vermeye başlamış “Villa Kars” ziyaretiydi. Ancak Kars’tan gelenlerin beklentisini yükselten adına rağmen Villa Kars gezisi beğeniden çok hayal kırıklıkları yarattı. İç avlulu ve taş yapılı bu bina, sonradan eklenen ikinci katlar, avluya dönük ekleme demir balkonlar, restore edilen cephelerde sıradan betonarme tekniklerinin kullanımı, iç mekan düzenlemelerindeki uyumsuzluklar ve özensiz bir fotoğraftan başka Kars’ı anımsatıcı bir düzenlemenin yer almayışı nedeniyle ticari kaygıların öne çıktığı bir proje olarak algılandı. Ziyaret sonrası binaya dışarıdan bakılınca fark edilen ve binanın mimari dokusunu bozan ölçüsüz çatı penceresi ise bu algıya tuz-biber ekti. İtalyan bir mimara ait bu yapıyı gezişimiz, mutsuz ayrılsak da ustalarımız için kaçınmaları gereken uygulamalar bakımından bol örnekliydi. Gün batımına doğru gidilen bölgenin en büyük bazalt ve tüf taşı doğrama-işleme atölyesi ziyareti ise Kars’taki çok sayıda sivil ve resmi yapının da ham maddesi olan bu taşların işlenip inşaata hazır hale getirilişinin, doğrudan sokak mobilyası veya heykellere dönüşümünün, kent mimarisindeki öneminin yakından görüldüğü bir geziydi. Atölye girişinde yer alan Türkiye’de Ermenilerin yaşadıkları ve göç ettikleri yerleşim adlarının işlendiği harita ve atölye sahibinin Muşlu bir Ermeni aileden geliyor oluşu geziyi daha da anlamlı kıldı. “Hasan’ın Taş Atölyesi” diye bilinen bu yerde kullanılan eski teknoloji ve makineler, benzer bir faaliyetin yurdumuzda daha iyi imkanlarla yapılabileceğini göstermesi bakımından önemliydi. Atölyenin arka tarafında yer alan Lenin büstü ise Sovyet rejiminin ardından sağ kalmış ve atölyeye kaçırılmış gizli bir tarihin iziydi. Taş atölyesinde Lenin heykeli
|