Haftalardır televizyonlarda bir dizi reklam yayınlanıyor. Bir kola
üreticisinin “gençlerin önünü açmak ve hizmet üretmek” adına ne gibi çabalara
destek olduğu anlatılıyor o tanıtımlarda. Doğrusu başarılı bir yöntem de
seçilmiş, aracı kurum BM Kalkınma Programı. O gösterimlerin
odağına bakılsa, amacın gençlere olanak sağlamak ve kalkınmayı desteklemekten
çok iş hacmini büyütmek olduğu ayırt ediliyor. İlgi uyandırmak uğruna atılan
başlığa aldırmayın, satışın amacı bu olduğuna göre ortada bir yanlışlık yok.
Konu dağılmasın, söz konusu uygulamalardan birini yerinde tanıyorum.
İzlenimlerimi paylaşmak için de uzun bir girişle başladım.
Seyfe Gölü Projesi’nden söz ediyorum. Hani şu belge
ölçeğinde en çok korunan doğal varlıklardan biri: I. derece SİT, tabiatı koruma
alanı ve Ramsar Sözleşmesi kapsamındaki sulak alan. Filme göre
göl elden çıkmış, ama gençler son dönemde kendilerine sağlanan olanakla olayı
dizginlemiş. Çalışmalarının adı da savlarını destekliyor: “Seyfe Kurak
Alanı Göl Oluyor”.
Öncelikle belirtmeli ki, tanıtımın omurgasını oluşturan o girişimde
öğrenciler iyi duygularla, özveriyle çalışmış, yılmadan, usanmadan bilgi
üretmiş, yorumlamış, yöre halkını ve yetkilileri yanlarına almayı başarmış.
Yörede kimler yaşıyor, neyle geçiniyor, hangi jeolojik yapı egemen, konaklayan
kuş türleri neler, hangi bitki türleri nerelerde yayılmış, daha önceleri kim
neler yapmış gibi çok sayıda sorunun yanıtını o çalışmalarda bulabilirsiniz.
İleride koruma başlatılırsa, o verilerden de yararlanılmalı. Üstelik bir bütün
olarak değerlendirildiğinde, o çabaların yöreye ilgiyi yükseltmesi de
beklenmelidir. Ama tanıtımın bir yerinde “kurtarılacak göl varsa torununu adres
gösteren” dede darılmasın, daha ötesini söyleyebilmek zor.
Gerçeğin acı yüzü
İşin derinine inilse, “tabiatı koruma alanı”nda bırakın köyleri, tek eve bile
yer yoktur. SİT alanı konusuna girseniz bir çivi çakmak için bin dereden su
taşımak gerektiğini görürsünüz. Uluslararası bir anlaşmaya imza attıysanız,
başkalarının da gözü üzerinizde demektir. Özetle her koruma önleminin kendine
özgü sınırlamaları vardır. Ama şimdiki tartışmanın özü bu konular değil, Seyfe
sorunu daha ötede. İnanın abartı yok, görenler bilir, bir sulak alan düşünün ki
suyunu korumak için değil, kurutmak için çaba harcanmış. Susuz sulak alan olur
mu, su tutmayan bir göle göl denebilir mi? Bizler yaptık, oldu.
Gölü besleyen en önemli tatlı su kaynağından, bir süredir
Mucur’a içme suyu aktarılıyor. Kuş cennetinde en yoğun yaşam
alanı sazlıklar kurudu, deltayla birlikte kurbağa, balık, kaplumbağa, ne varsa
yok oldu, kuş yavrusu cıvıltıları söndü. Oysa nüfusu 10-12 bin olan ilçeye
örneğin 20 km ötedeki Kırşehir’den hat çekilse ya da çevresindeki yeraltı
sularından ve akarsulardan yararlanılsa sorun çözülecek. Yeraltı kenti,
kilisesi, mağaraları, kaplıcası, Ahi-Bektaşi kültürleri kesişimi zenginliklerine
eski güzelliğine kavuşacak Seyfe Gölü de eklense artacak konuk sayısından en çok
yöre halkı yararlanacak. 15 yıldır sözler veriliyor, bakalım sonuç ne
olacak?
Seyfe, 10 yıl öncesine dek kapalı havza iken, suları kendi içinde dolup
boşalırken, 23 km’lik bir kanalla Kızılırmak’a bağlandı, açık
havzaya dönüştü. İş başlarken savlanan gerekçe “havzada su fazlalığının oluşmaya
başlayıp bu durumun doğal kaynaklara zarar verdiği” idi. Oysa su biliminde,
kapalı bir havzada su döngüsünün binlerce yılda denge kurduğu ve birkaç yıllık
sapmalar olsa da, dengelerin er geç yerine geleceği öğretilir. Şimdi harcanan
milyonların, ortadan ayrılan arazinin, çevreyi kasıp kavurmaya başlayan toz ve
tuz fırtınalarının, yok olan bitki türlerinin, kuruyan gölün, oralara uğramayı
unutmaya başlayan kuşların, sıkıntılarımızı anlatamadığımız yabancı uzmanların
hangi birine yanalım?
Tanıtım filminde gösterilen Seyfe Gölü çekimleri yağışlı bir yılın ıslak
günlerinde gerçekleştirildi. Şimdi oralar birkaç yıldır olduğu gibi yine
kupkuru, beyaz tuzlarla kaplı. Dikkatli okur haklı olarak ortadaki çelişkiyi
sorgulayacaktır, “Hem dillere destan güzellik, sözde kalsa da çeşit çeşit
koruma, hem de ortalıkta su yokmuş, bu nasıl iş?” diyerek. Yıkımlara uğramadan
önce Seyfe, “geçici” ve “sürekli” göl olmak üzere iki bölümdü, eski haritalarda
öyle görünür. Şimdilerde yalnızca yağışlı yıllarda ve ilkbahar aylarında
varlığını sergileyebiliyor, kalan zamanda durum yürekler acısı. Açıktan
söylenmese de, gölün henüz yaşıyor ve kurtarılabilir olmasında yapılan yanlışı
görüp ikincil, üçüncül boşaltım kanalların açılmasının durdurulmasının da payı
var. Ana boşaltım kanalından sonra arazi yan kanallar ağıyla kaplanmadığından
süreç işlese de kurutma yavaşladı. Böyle bir işin benzeri yerkürede görülmez:
Toprağı yıkayacak suyu olmayan arazi iyileştirme projesi, üstelik gövdesi var
ama başka organı yok. Yine de diyesim odur ki, yıkımın neresinden dönülse
kazançtır. O projeyle savrulan paralar yok sayılıp göl yeniden yaşatılmaya
çalışılsa ülke, insanlık ve doğa kazançlı çıkar.
Seyfe’de çözülecek başlıca sorun su desteğinin eski düzeyine getirilmesidir.
Öncelikli işler ise, boşaltım kanalıyla çıkışın denetim altına alınması ve
çevredeki yerleşimlerin başka su kaynaklarına yönlendirilmesi. Bu konularda
gençlerin elinden bir şey gelmezdi. Keşke oralarda her şey tanıtım filmindeki
gibi parıltılı olsaydı.
İlhami Ünver / Prof. Dr., Ankara Üni.
|